Birkaç gün önce Karacasu-Subaşı Yaylası-Yolüstü-Yukarıgörle-Dedebağı Yaylası-Kahvederesi Yaylası şeklinde bir gezi yaptık.
Karacasu’dan Subaşı’na gittik önce. Sürmeşe’den Subaşı’na kadar olan yol düzeltilmişti. Yol, yılın her ayında kullanılabilecek bir hâldeydi. Subaşı her zamanki güzelliği içindeydi. Beni en çok sevindiren husus ise 2002 yılında Karacasu Vakfı olarak; eski eserlerin nasıl restore edileceğine örnek olsun diye gerçekleştirdiğimiz Mescit restorasyonunun ne kadar başarılı olduğunu geçen zamanın sınavında görmek oldu. 2002’de pırıl pırıl bıraktığımız mescit bugün de pırıl pırıl duruyordu. Özgün yapısıyla ayaktaydı. Tertemiz bahçesi, restorasyonda dikkatle sürdürülen taş yapı çalışmaları hiç bozulmadan 8 sene sonra da aynen duruyordu. İnanın çocuklar gibi sevindim. Mescidin hemen yanında bağı olan Mehmet Gümüş’e mescide gösterdiği ilgiden ve mescidin temiz tutulması için gösterdiği çabadan ötürü teşekkür ettim. Vakıf olarak ne kadar doğru bir iş yaptığımızı 8 sene sonra gördüm ve Vakfımızın vizyonunda neler olması gerektiği konusunda tekrar düşündüm. Buradaki tek olumsuzluk ise2002’de restorasyonu açıklasın diye koyduğumuz kitabenin kırılmış olmasıydı.
Hüseyin Gümüş,Erbil Gümüş, Erdinç Gümüş, Özcan Genç,Mehmet Gümüş, Adnan Selçuk, Adnan Selçuk’un babası, Selahattin Yolcu…her sene Subaşı Yaylası’na göçüyorlar ve yaylanın canlı kalmasını sağlıyorlar. Yukarıda bulunan ve Subaşı Yaylası’na isim veren su kaynağına gittik.Geçmişe göre hayli az; ama yakın yıllara göre daha yeterli bir su çıkıyordu.Suyun bir damlası bile kaybolmasın diye sulama dışında su hemen havuzlara akıtılıyordu. Subaşı Yaylası’nda eski zamanlarda arıklardan gürül gürül akan suyun sesini duymak olası değildi artık.
Yazır’a geçtik. Niyazi Çavuş’un(Niyazi Ayan) bağı önünden geçerken eski günlerdeki anılarımızla birlikte Niyazi ağabeyimizi de andık. Yazır ‘ın hemen girişine Köy Kalkınma Kooperatifi tarafından bir tesis yapılmış. Tesisi içindeki kahvenin canlılığı Yazır’ın gelecekte yol kıyısına doğru kayacağının işaretlerini şimdiden veriyor.
Yazır’ın hemen çıkışında Karaçam’ın değirmenine uğradık. Yoğurtçu ninemizin sağlığını sorduk ve yemyeşil ormanlar içinde kıvrıla kıvrıla giden nefis bir yolla Yaykın Nargedik yol ayrımından sola doğru yönelerek Yolüstü’ne vardık. Yolüstü’nde dostumuz Hüseyin Baz’ın evine uğradık. Evin önüne arabamız yaklaşınca evin hanımı hepimize hoş geldiniz dedi. Kendisine “Beni hatırladın mı?” diye sorduğumda: “Hatırlamaz mıyım, Gurüzüm hocasın demi.”diye yanıtladı beni. Eve çıktık. Yıllar önce bu eve gelmiştim. Sisli bir kış günüydü, hava soğuktu. Üst katta, yer minderleri serili bir odada çıtır çıtır çalı yakan ve de bizi delicesine ısıtsan bir soba etrafında toplanmış sıcak çaylarımızı içmiştik. Evin kızı evlenmek üzereydi, evin oğlu ortaokula gidecekti ve en önemlisi evin babası sağdı. Şimdilerde ise bu koca evde sadece evin hanımı tek başına yaşıyordu. Hem eşinin erken bırakıp gidişinden hem de yalnızlıktan evin hanımı acılıydı. Ara sıra gözleri doluyordu. Uzunca konuştuk hep beraber. Bize 5-10 incir, bir iki salkım üzüm getirdi. Bilmem memnun olmadı herhâlde ki daha sonra içinde 20-25 badem içi bulunan bir tabak getirip önümüze koydu. “Askerden izne gelecek oğlum için hazırlamıştım bu bademleri.” dedi. Bu sefer biz duygulandık. Arkadaşımız Em. Albay Mustafa Bezci’nin eşi Makbule Hanım gözyaşlarını tutamadı. Sanki başka bir boyuttaydık. Televizyonlarda her gün konuşulan siyasi olaylardan başka hem de bambaşka bir gündem vardı buralarda. “370 lira maaş aldım. Onu da kurban için ayırdım. Elimde beş kuruşum bile kalmadı. “ deyince sana Vakıf’tan yiyecek yardımı alalım,tamam mı dediğimde: “Kasabaya gidecek param yok ki…” dedi.
Sadece insanlar ağlamaz, evler de ağlar dedim kendi kendime. Dünün şek şakrak evinden bunlar kalmıştı zaman içinde bugünlere.
Yan taraftaki Saffet’le de konuştuk ayaküstü. Yukarıgörle Kanyonu’u gezecektik; ama zamanın pek çoğunu burada geçirmiştik. Buna rağmen Görle’ye yöneldik. Yukarıgörle’ye giriş muhteşemdi. Aşağıdaki vadi yemyeşildi. Yeşillikler içine binlerce ateş kırmızısı narlar serpiştirilmişti. Görle içinde şöyle bir gittik. Köy hayli canlıydı. Bağ bozumu başlamıştı artık. Yukarıya döndük ve vadiye can veren suyun kaynağına gittik. Su zamanla yarışır gibi keyifle ve koşarak vadiye doğru akıyordu. Ayaklarımızı suya suyun soğukluğundan ötürü sokamadık. Karstik yapının altında serinledik.
Yine yemyeşil ormanlar arasından geriye dönerken bölge insanının ne kadar çok çalıştığını gördük. Dünün çakırdikenleri ve karstik taşları ile dolu tarlalar gitmiş hayli düzgün işlenmiş zeytin, yemiş bahçeleri gelmişti. Üzüm bağları da cabasıydı.
Nargedik’te Orhan tekin’in evine uğradık. Orhan Bey yıllar önce ölmüştü. Eşi şimdi çalı yığınları ile çevrili bahçenin ortasındaki bu evde oturuyordu. Kapıyı çaldım. Sen misin Gurüzüm Hoca,hoş geldin.Geç içeri bir ayran içireyim,dedi. Ona: “Zamanımız yok. Şöyle bir uğrayayım dedim. Doktor oğlun Cengiz’e, eksper oğlun Ünal’a annene uğrayıp çayını içeceğim onun diye söz verdim.” Diye anlattım. Çok hem de çok sevindi Bekle dedi. Elinde iki üç bezme, bir torba ile geldi ve : “ Çay, ayran içmeyeceksin, madem bunları al.” Dedi. Aldım. Allahaısmarladık deyip, ona sarıldım. Annemin sevgisini buldum onda. Arabaya bindim. Uzaklaşınca hanıma aç bakalım o torbayı, neler koymuş, görelim, dedim. Torba açıldı. İçinden kendi bahçesinden topladığı beş altı domates, bir ilaç kutusu içine konmuş tuz, iki baş soğan ve de domatesleri kesmemiz için küçük bir bıçak çıktı. Beyin cerrahının anası, bu sade köy kadını sanki kalbini koymuştu o torbanın içine. Sana, hem domatesler hem de bu ülkeye yetiştirdiğin ve fakat hiçbir zaman kibir denen illetin çirkinliğine düşmediğin, sadeliğin, tabiliğin için sonsuz teşekkürler , dedim kendi kendime.
Dedebağı’na geldiğimizde akşam olmak üzereydi. Karıncalıdağ’dan insanı rahatlatan serin bir hava usul usul esiyordu. Ve Dedebağı asırlık çam ağaçlarını giyinmişti. Yeşil ve yeşilin binlerce tonu Dedebağı’nın süsünü tamamlıyordu. Ama derin bir sessizlik içinde sanki eski yıllarını arıyordu Dedbağı. Artık kullanılmayan bağlar, sessiz,insansız hüzünlü yollar pek çoktu Dedebağı’nda. Oysa eski Karacasu’nun taş duvar örme ustalığının en güzel örneklerini barındırıyordu Dedebağı. Böyle evlerin arasından yine bizim için pek çok anılar saklayan Muhammet Bezci bağına gittik. Şimdilerde bu bağın sahibi damadı ve kızı Özcan ve Müzeyyen Bezci idi. Özcan Bey Dedebağı’ndaki bu bağlarını çok seviyor. Anlattığına göre kışın bile buraya gelip kalıyormuş. Bağ eski yıllardaki hâlinden farklı olsa da ana yapı çatısıyla,taş duvarlarıyla aynen duruyor. Sofrada bize bağdan toplanmış taze fındık ve yaz elması denen çıtır çıtır, enfes kokulu bir elma sundular. Gölet eskiden yoktu. Ama şimdi bu bağın ilerisinde bir nazar boncuğu gibi manzarayı tamamlıyor. Bir zaman sonra oradan kalkıp taş duvarlar arasında hangi bitkinin olduğunu bilmediğimiz kokuları soluyarak ilerliyoruz. Özcan Bey’e sordum: “Şu terk edilmiş yıkılmak üzere olan bağ kimin?” Karayusuflar bağıymış.
Yukarıda da demiştim ya sadece insanlar ağlamaz, evler de ağlar, diye. Bu ev de başka bir ağlayan ev örneğiydi. Eski günlerinin özlemiyle ve de belki yeni yaşanacakların umuduyla zamanın rüzgârlarıyla, soğuğuyla, yağmurluyla bilmem ne zamana kadar boğuşup duracaktı.
Ne zaman ki Dedebağ Mescidi’nin yanındaki o gürül gürül akan çeşme kurudu sanki o gün Dedebağ Yaylası da kurudu. Şimdilik Dedebağ Hayrı sayesinde anılıyor bu güzel yaylamız. Zaman içinde burada ne kadar güzel, canlandırıcı projelerin uygulanabileceğini ise biraz hayal kurabilen herkes hemen anlıyor.
Dedebağ Yaylası’ndan kırmızı bir yol üstünden giderek yemyeşil çamlar içinden Kahvederesi Yaylası’na geçtik. Akşam ezanı okunmak üzereydi. Sanki başka çamlardan süzülüp gelen başka bir serin rüzgâr huzurlu bir gecenin başladığını müjdeliyordu.
Bu güzel gezide geçmiş anılarımızla karşılaşmıştık. Onları yaşadığımız mekânlarda yine onlarla bugün beraber olabilmiştik. Tatlı bir hüzün, tatlı bir huzur bulmuştuk.
(Yazı ile ilgili fotoğraflarımız konu sırasına göre ana sayfamıza konmuştur. Teknik yetersizlikler sebebiyle bazı fotoğrafları bu sayfaya koyamadık.)
BAYRAMINIZI EN İÇTEN DİLEKLERLE KUTLAR, ESENLİKLER DİLERİM.