YİNE KARACASULULAR
Sığacık-Alaçatı- Çeşme hattında gerçekleşen bir günlük gezi içinde bu kadar zengin bir yazı malzemesi bulacağımı hiç de ummazdım. Yoğun bir mazi hatırlamasıydı yaşadığım. Karşımda şimdilerin başarılı bir esnafı dünün bir öğrencisi vardı. Ve biz uzun yıllar sonra ilk kez birbirimizi görüyorduk.
Çeşme rüzgârın elinde bir oraya bir buraya savrulmamak için zorlanırken ve de şapkalarımız uçmasın diye şapkalarımızı sıkı sıkı tutarken iki yıl önce de geldiğim Çeşme’nin sokaklarında eski yaşadığım mekânları dolaşıyordum.
Yanımda her zamanki gibi Niyazi Kuruoğlu ağabeyim de vardı.
İnsan eskiden gezdiği gördüğü yerleri yeniden dolaşırken o mekânlarda yaşadığı eski zamanları bir sinema gibi canlandırabiliyordu. İşte eski kilise, işte onun yanında yöresel yemeklerin satıldığı koca çınar altı. Bugün pazar değildi ve çınar altı bomboştu. İyi de oldu. Çeşmeye özgü renkli tahta sandalyelerle çevrili ve ekose basit bir dokuma ile örtülü masada bir çay içme şansımız vardı.
Niyazi ağabeyim geçen birini tuttu:
-Kardeşim, burada Karacasulu bir pideci var, onun yeri neresi, dedi.
Güldüm. Yapma Niyazi ağabeyim, koca Çeşme’de rastgele bir insan -hani belki pideciyi bilir de- Karacasulu olanı nasıl bilir, diye ona takıldım.
O bir Kayserili değildi amma bir Karacasuluydu. Kendince “Karacasu ve pide” deyince neresi olduğunu şıp diye bileceklerinden emindi herhâlde.
Haklıymış da… Biraz sonra eliyle koymuş gibi hem de dükkân sahibini yanına almış oturduğumuz yere geliverdi.
Gelen Karacasuluydu. Pideciydi. Eee muhabbetin koyusu tam da şimdi başlayacaktı.
Süleyman Kemikler; sağlıklı, hareketli, saygılı ve enerjikti. Karacasu, Karşıyaka, Cumayaka… vs derken cümle arasında benim öğrencim olduğunu söylemez mi? Mustafa Nalçın’dan, Güler Nalçın’dan, Mustafa Nalçın’nın hâlâ dükkânını ziyaret edişinden söz etmez mi?
Ben, mazideki öğrencimin bugün ne kadar güzel işler başarmış bir insan oluşundan keyf alarak onu seyrediyordum ve dinliyordum.
-Süleyman’a ne zaman geldin buralara, hikâyen nasıl?
1989’da eşimle beraber geldik Çeşme’ye. Pide ustasıydım. İşyerim yoktu. Elimizde iki valiz vardı sadece. İlk geldiğimiz gece hani o yazlıklardaki çadırlar vardır ya onlardan birinde kaldık. Sonra bu aylarca devam etti. Çeşme’de ne yapabileceğimi, nasıl iş kurabileceğimi düşündüm. Şükürler olsun çok çalıştık eşimle beraber. Hep dikkatli olduk. İşte 29 yıldır da buradayız.
29 yılın sonunda o çadırda değildik artık. Allah her şeyi nasip etti. Dükkân aldık, evler aldık, çocuklar yetiştirdik. Bu yaşlara geldik.
Çok sağlıklı gözüküyordu. Çaktırmadan sordum:
-Sigara içiyor musun?
-Hayır.
Ya dedim ona. Sanki tıp uzmanıymışım gibi: “Sigara içmemenin ödülünü almışsın, bak” dedim. Gülüştük.
Oradan kaldık fotoğraflarda gördüğünüz iş yerine gittik. Eşi, işlerinin başındaydı. Kürekte de Başaranlı bir genç vardı.
Karı koca işlerine gönül vermiş bu iki Karacasuluyu bütün Karacasulular gibi gördüm. Neydi o slogan? Haydi tekrar yazalım: İŞLERİNE,AŞLARINA,EŞLERİNE SADIK KARACASULULAR.
Haksız da değilmişim değil mi? Etrafınızdaki Karacasu terbiyesi almış bütün insanlara, hemşerilerimize şöyle bir bakın: Hepsi çalışkan, hepsi sağlam bütçeli, hepsi dikkatli, hepsi eşleriyle çocuklarıyla beraber.
Dükkânın bir köşesinde Süleyman’ın çıraklık günlerini hatırlatan bir fotoğraf vardı. Bu fotoğrafın fotoğrafını tam da net çekemedim amma yine de size sunuyorum.
Yüzlerce Karacasulu pideci gencin hayata başlangıcını anlatıyordu. Süleyman’ın hikâyesi de Karacasu’dan, Karacasu köylerinden gurbete uçup gitmiş yüzlerce pideci gencimizin hikâyesiydi aslında.
Tebrik ettim Süleyman’ı ve saygıdeğer hanımını. Onları tebrik ederken gurbet kuşları gibi Karacasu’dan ekmek için, iş için uçup giden gençlerimizi, bugünün esnaflarını tebrik ettim.
Ne kadar sevindim bilemezsiniz. Ekmek bulmuşlardı, iş bulmuşlardı, namuslu insanlar, saygın aile reisleri olmuşlardı.
Ayrılırken koca adam olmuş Süleyman’ın yanaklarını, sanki dünkü öğrenciymiş gibi, okşadım. Duygulandım. Keşke tekrar öğretmenlik yapabilseydim. Öğrencilerimi okşayabilseydim. Nakış nakış işleseydim onların ruhlarını diye düşündüm. Şiirler, öyküler okusaydım. Meselâ 5 edebiyat sınıfında: “Hocam bu metni sizin kadar güzel okuyabilirim “ diyen ve çok da güzel okuyan Mualla Şahin’in sesini tekrar duyabilseydim. Keşke bir başarı ödülüm münasebetiyle Facebook’ta onlarca satır yazan vefalı öğrencilerimi kucaklayabilseydim…
Süleyman’a son kez şunları söyledim: “Dün ben o küçücük canların, senin öğretmeniydim. Şimdi onlar ve sen benim öğretmenim oldunuz artık. Her biriniz yaşamın içinde gökteki yıldızlar gibi ışıl ışıl duruyorsunuz. İyi ki seni de gördüm. İyi ki başarılı ve saygın olduğunu yaşadım.”
Çektirdiğimiz fotoğraflar ise o an’ın, o coşkunun çoktannn bir hatırlatıcısı olmuştu.