0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

TEKNOLOJİ VE İÇ(MORAL)DEĞERLERİMİZ

 TEKNOLOJİ VE İÇ(MORAL) DEĞERLERİMİZ

Son 60 yılda ülkemizde görülen olaylar ve akıl almaz değişimler baş döndürücü boyutlardaydı.

Öncesini bilemesem de 1960’lardan 2019’a kadar geçen elli yılda olanı biteni fark ederek yaşadım. O zamanlar on üç on dört yaşlarındaydım. Ortaokulu yeni bitirmiştim. 27 Mayıs İhtilalı’nın ilk günlerini; o günlerde yapılan gösterileri, tutuklamaları filân gayet iyi bilirim. Onu izleyen yıllarda 70’lerdeki, 80’lerdeki ihtilalları, öğrenci çatışmalarının bolca olduğu anarşik yılları yaşadım. Anadolu’nun sokaklarıyla, evleriyle, iletişimiyle, iç dünyamızın değerleriyle değerleriyle ne kadar hızlı değiştiğini gözledim. Kayseri’den Karacasu ile konuşabilmek için PTT’de beş saat bekleyip de konuşamayışımı ise hiç unutamadım.

Akıl almaz bir şekilde hem fizikî hem de moral bir değişim yaşadık. Kırk elli televizyon kanalı, internet, bilgisayar, akıllı telefonlar… bu büyük değişimin en son gösterisi oldu. Milletçe sanki bir dönme dolaptaydık ve baktığımız pencereden durmadan değişen bir manzarayı görüyorduk!

Döndükçe başımız döndü, dengelerimiz bozuldu. Teknolojinin bu ardı kesilmeyen akışı karşısında ulaşımla,her türlü makineyle, sağlıkla… ilgili olarak pek çok rahatlık yaşarken pek çok sorunlarla da karşılaştık. İç dünyamızın sorunların çözümünde, insan ilişkilerinde, saygıda, sevgide… pek başarılı olamadık. Aile düzeni, ana baba çocuk ilişkileri, karı koca ilişkileri, öğretmen öğrenci ilişkileri, esnaf müşteri ilişkileri siyahla beyaz gibi değişti gitti.

Bazıları  aile düzeni, ana baba çocuk ilişkilerindeki, karı koca ilişkilerindeki, öğretmen öğrenci ilişkilerindeki, esnaf müşteri ilişkilerindeki bu değişimlerin olumsuz yanlarına bakarak ülkenin battığını, batacağını yazılarında çığlık çığlığa yazdılar. Bunlara dair onlarca konferans verdiler. Karamsardılar, umutsuzdular. Onlara göre ülkemiz böyle giderse ha battı ha batacaktı. Ne terbiye, ne ahlâk kalmıştı. Her şey kaybedilmiş sanki bütün kaleler yıkılmıştı. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. “Nerde o zamanlar!” diye başlayan söyleşilerin mantığı geçmişteki yaşayışın, terbiyenin, ahlâkın… olmadığı üzerine kuruluydu. Haklı oldukları tek şey bunların artık olmayabileceği şeklindeki yargılarıydı; ama haksızdılar çünkü hiçbir şey eskisiyle hiçbir zaman birebir aynı olamazdı.

“Geleneklerimizzzzz” diye başlayan konuşmacılarımız değişen maddî dünya ile birlikte geleneklerin de değişeceğini,  değişmek zorunda kalacağını, hiçbir şeyin durağan olmadığını göremediler, düşünemediler. Örneğin eskiden kaynana ile gelin aynı evde yaşarlardı. Mümkün mü bugün?

Bu örnekteki gibi eskiyle ilgili olan ve bugün yaşanması mümkün olamayacak olan yüzlerce yaşayış biçimleri vardı. Evler, yollar, apartmanlar, koltuklar, telefonlar, arabalar… durmadan ve hızla değişiyorsa onlarla birlikte soluyan yaşam şekillerimizin durmadan değişmesi kadar normal bir şey olabilir mi?

Sorun neydi? Sorun; maddî değişimini hızla sürdüren bir toplumda değişimin koşullarına uygun ekonomik dengesini kurmuş; kaliteli ve insanca, huzurlu, edepli bir yaşam kurabilmekti. O yaşamı zamanın şartlarına göre ve kendimizce organize edebilmekti.

Geçen zaman içinde ise bu değişime pek ayak uyduramadığımız söylenebilir. Söz gelimi geleneksel terbiye ile modern sandığımız yeni terbiye anlayışları arasında bir sarkaç gibi bir oraya bir buraya sallanıp durduk. “Nasıl bir eğitim?” konusunu aşağıdan yukarıya bilimsel yöntemlerle konuşamadık. Bilimi kılavuz edinemedik. Siyasal tercihlere göre değişen yapboz anlayışlar çoğunlukla; okumayan, düşünmeyi, araştırmayı, çalışmayı sevmeyen; denizi, kızı, oteli, parayı, beleşi, cep telefonunu seven insanlar yetiştirdi.

Sözün özü iç dünyamızın sağlıklı değerlerini, dengelerini oluşturamadık. Oysa kimse bize: “Böyle olun.” dememişti ki! Olan bizdik, seçen bizdik, üretemeyen bizdik!

Toplumun ve ülkemizin son yıllardaki hızlı değişimi karşısında bilgisayarların, cep telefonlarının… değişimindeki hız kadar büyük bir hızla, iç değerler için de yeni refleksler koyabilmeliydik.

Şikâyetlerden, karamsarlıklardan, eylemsizliklerden, üretimsizliklerden, vazgeçmeliyiz artık. Hafta içi günlerde bile saat 09.00’larda işe başlayan, 24.00’lere kadar televizyon seyreden, değirmen gibi tüketen, iç’inden çok dış’ıyla uğraşan insanların çok olduğu bir toplumun neyi konuşmaya hakkı olur ki!

Çalışmıyorsak, üretmiyorsak, biriktirmiyorsak –biliniz ki- teknoloji diğer uluslar tarafından ülkemize yağmur gibi yağmaya devam edecek. Biz ise dönme dolaptan izler gibi yarı mahmur, yarı huzursuz, yarı şaşkın değişen manzarayı seyredeceğiz sadece. Teknoloji kullanacağız. Teknoloji üretemeyeceğiz.  Öyle olunca isteseniz de istemeseniz de iç dünyamızın değerlerini teknolojiyi üretenler karıştırmaya, zorlamaya bazılarını da yıkmaya devam edecekler.

Moral değerlerimizi kendimize göre organize edebilmek, mesela okullarımızda bir nesle sunacağımız yeni bir öğretim eğitim modeli oluşturabilmek için çok çalışmak, çok öğrenmek hele hele çok araştırmak zorunluluğu var. Bunun için milletçe beraber olmaya, kardeş olmaya sonunda da bütün bunları başarabilmek için senkronize olmaya ihtiyacımız var.

Ne zaman araştırma geliştirme çalışmalarında en üst düzeyleri yakalayacağız, o zaman, aydınlık günlere kavuşacağız. Değişen teknolojiyle birlikte yeni yaşam şekillerini, yeni gelenekleri, yeni kuralları; ama mutlaka mutlu bir yaşamı kuracağız. İki kanatlı olacağız. Bir kanadımız teknoloji, bir kanadımız da kendimizin kurduğu iç dünyamızdaki değerler olacak.

Reçeteyi yazan da, uygulayan da biz olmalıyız.