0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Süleyman Kayser Göndermiş.

Aşağıdaki yazıyı Süleyman Kayser göndermiş.

Anne babalar çocuk eğitiminin ne kadar karmaşık olduğunu gayet iyi bilirler. Bazen çocuklarını iyi eğitemedikleri konusunda çaresiz kalırlar. Çocuk eğitiminde bizi başarıya götürecek tek ve net bir metot var mıdır diye sorsanız ben hemen tabii ki yoktur, diye cevap veririm. O zaman çeşitli metotlar vardır, diyebiliriz. Her metottan her anne baba kendilerince alması gerekenleri alırlar ve kendi metotlarını oluştururlar.

Aşağıdaki yazıda anlatılanlar bizi kesin doğruya götürür mü bilmiyorum. Ama  şu kesin ki bize bir fikir verir. Yazıyı bu açıdan değerlendirmenizi rica edeceğiz.

Süleyman Kayser’e teşekkürlerimizle… 
Bir İnsanın Anavatanı..

> > Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi,
> > Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek
> > hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle
> > bir konuşma yer aldı:
> > – Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
> > – Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti.
> > O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek
> > istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
> > – Ne oldu, nasıl oldu?
> > – Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde
> > bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir
> > insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir
> > insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli
> > görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar
> > yaratmaktır.”
> > Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya
> > devam etti:
> > – Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en
> > önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar
> > yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime
> > düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya
> > yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar
> > hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
> > Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz
> > yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya
> > çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
> > – Hayır, neden?
> > – Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini
> > yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
> > sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu.
> > Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum.
> > Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun
> > sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
> > Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar
> > vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam
> > etti:
> > – Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne
> > biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim
> > İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm;
> > otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle
> > konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse
> > beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
> > – Radikal bir karar!
> > – Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
> > Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime
> > dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk,
> > çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları
> > aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim
> > ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var
> > ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu
> > yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir
> > çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi
> > değiştirelim bunu.
> > – Eşiniz ne dedi?
> > – Hocam biliyor musun ne oldu?
> > – Ne oldu?
> > – Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim
> > bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
> > Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek
> > ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”
> > – Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor,
> > kaygılanıyor!
> > – Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her
> > gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin
> > sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
> > – Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
> > – İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının
> > yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve
> > dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve
> > “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya
> > ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim,
> > onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış,
> > onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat
> > altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak
> > içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok
> > mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya
> > başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün
> > sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla,
> > kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum.
> > Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım
> > ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar
> > hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.
> > “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi
> > söylemediğinin farkında olmayacaktım.
> > – Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum
> > birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir
> > tehlike!
> > – İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim
> > ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta
> > sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki
> > veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama
> > ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta
> > arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla
> > konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız
> > etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen
> > buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim
> > ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına
> > gideceksin, ben gelmeyeceğim.
> > – Eşiniz gelmek istemedi!
> > – Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen
> > yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe
> > sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına
> > geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup
> > olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum.
> > En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
> > Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne
> > yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen
> > söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye
> > sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta
> > arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim
> > öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”
> > – Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
> > – Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
> > İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık
> > şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim
> > ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap
> > veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
> > Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim
> > oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu
> > kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı
> > mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle
> > yapar ve orada başarılı olurmuş.
> > “Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.
> > “Çocuklar Gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı
> > çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler
> > güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
> > Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

> > Doğan CÜCELOĞLU