0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

ŞEHİTLERİMİZ, DR YAVUZ KALAYCI İLE BİZE SESLENDİLER

ŞEHİTLERİMİZ,  DR YAVUZ KALAYCI İLE  BİZE SESLENDİLER

 

Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile başlayan savaşlar dönemine girerken, bu savaşların ülke içerisinde oluşturduğu bunalım, en çok çocukları etkilemiştir. Savaşların geride bıraktığı en büyük miras kuşkusuz yetim çocuklar olmuştur.

Balkan Savaşları öncesinde oluşmaya başlayan toplum içerisindeki yardımlaşma, özellikle bu yetim çocukları korumak gerektiği fikri, devleti de etkilemiş ve bazı yasalar çıkarılarak yetim kalan şehit çocuklarına el uzatılmıştır.

Mesela Dar ül Eytam’ın  (Yetimler evi) kuruluşu sırasında Muallim mecmuasında 1915’lerde çıkan şu yazı o günlerin halini gayet güzel açıklar.

“Savaş, yıkık binalarla, harap ve terk edilmiş tarlalarla beraber öksüz birçok çocuklar bıraktı. Babasız ve anasız, yersiz ve yurtsuz kalan bu çocuklara bakmak milletin borcuydu. Bağımsızlığını kazanmak için savaşan Türkler, geleceğini de düşünmek mecburiyetindeydi. Hudutlarda, köylerde şehirlerde kimsesiz kalan bu binlerce şehit çocuğu savaş ile kazanılan bağımsızlığın gözcüsü ve koruyucusu olacaklardı. O yavruları ihmal etmemek, aksine ihtimam(iyi bakarak)) ve itinalarla (özenle)yetiştirmek gerekliydi. Altı ay içinde biteceği tahmin edilen savaş üç seneyi aşıyor. Köydeki yuvasında babasını bekleyen çocuk, onun Kafkas, Çanakkale, Irak cephelerinden birinde şehit olduğunu öğreniyor. Anası bin bir zorluk içerisinde kendisinin ve çocuğunun hayatını kurtarmağa çabalarken bir gün ölüm onu da alıp götürüyordu. Kaderin böyle bedbaht(kötü talihle) bıraktığı çocukları millet güldürmek istedi. İşte darüleytamlar bu yüksek merhametten, vazifeden doğmuş birer şefkat yeridir.”

           Balkan Savaşı sonrası Balkanlardan İstanbul’a 72 bin yetim çocuk geldi.10 bin yetim çocuk da Erzurum’a geldi. Bunlardan ayrı doğal ölümlerle, afetlerle kimsesiz kalmış çocuklar da vardı.

          Anasız, babasız, aç susuz çocuklardı bunlar. Yuvasını kaybetmiş kuşlar gibiydiler.

           1. Dünya ve Kurtuluş Savaşı sonunda bu sayılara yetim çocukların binlercesi eklendi.

           Gerek Osmanlı Dönemi’nde gerekse Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan Dâr ül Eytam, Dâr ül Aceze, Dâr üş Şafaka Himaye i Etfal gibi kurumlar varlıklarını sürdürdü. Bu kurumlar çocukları okuttu, onlara sanat öğretilmesinde aracı oldu, karınlarında lokma sırtlarında hırka olmayı sürdürdü.

Safiye Ayla, Prof. Enver Ziya gibi pek çok ünlü bu kurumlarda yetişti..

 

1921’de İstanbul’daki Himaye i Etfal Derneği yöneticilerinin bir kısmı Ankara’da ikinci ve aynı amaçlarla bir Himaye-i Etfal  Derneği kurdular

 

Dâr ül Eytamlar 1926 yılında kanunla kapatıldı.

 

Sonraları adı Çocuk Esirgeme Kurumu olacak olan Himaye i Etfal   23 Nisan 1926’da bu günü ÇOCUK BAYRAMI kabul eder.Kurulduğu  1921’den 1926’ya kadar geçen beş yıl içinde ülke çapında büyük kampanyalar açar, rozet satışları yapar ve sağladığı çeşitli gelirlerle ve milletimizin alicenaplığıyla çocukları korumaya devam eder.O yıldan sonra her sene 23 Nisan’da  ülkemizde Çocuk Bayramı kutlanır.İstenir ki yetim ve öksüz  kalan yoksul çocuklarımız  bir bahar sevinci içinde mutlu olsunlar, kendilerine güven duysunlar. Hatta Atatürk 1927’de kendi arabasını çocuklara tahsis eder, onları kabul eder.

23 Nisan Egemenlik bayramı ile aynı günde kutlanan Çocuk Bayramı daha sonra 1929’da Egemenlik Bayramı ile birleştirilir ve bayramın adı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olur.

Milletimiz Osmanlı’dan bugüne kadar çeşitli örgütlenmelerle, devletiyle el ele vererek şehit çocuklarına, yoksul ve kimsesiz çocuklara sahip çıkmaya merhamet ve vefa duygularını gürül gürül akıtmaya devam ediyor.

Bir askerimiz, millet için görev yapan bir insanımız yaralandığında, hastanede ve nihayet ölüm anında  “ Çoluğum çocuğum ne olacak, artık onlara kim sahip çıkacak?” sorusunu doğal bir dürtüyle sormuştur kendisine.

Cephelerde savaşan binlerce şehidimiz de bu soruyu milyonlarca kez sormuşlardır kendilerine.

Nitekim geçen gün bir doktorumuz Koronavirüs Savaşı’ında şehit olurken binlerce şehidimizin endişesini, kendi canını düşünmeden soruverdi:

KIZLARIM KÜÇÜK. SAHİP ÇIKARSINIZ DEĞİL Mİ?”

Gabardaki, Sakarya’daki, Çanakkale’deki… şehitlerimiz  Dr. Yavuz Kalaycı’nın ağzından bizlere seslendiler. TARİHİ VE ŞEHİTLERİMİZİ DÜŞÜNÜNCE BU BİNLERCE SESLE ÜRPERDİM. Ağlamak geçti içimden.

23 Nisan günü, fotoğrafta gördüğünüz iki kız çocuğumuz gözleri yaşlı olacaklar. Ve kim bilir hangi üzüntülerle, içlerindeki hangi yangınlar sebebiyle arkadaşları arasında olmayacaklar.

Bu bayramda ellerinde bayrak olmayacak, rengârenk olmuş arkadaşlarıyla buluşamayacaklar.

Keşke onlar biraz daha büyük olsalardı, keşke ben onların yanında olsaydım: “Üzülmeyin, yıkılmayın. Bu acıyı milletimizin evlatları yüzyıllardır çekiyor. Zaman en iyi merhem oluyor hançer yarası dertler için. Milletimiz var, devletimiz var. Size kucağını açacak. Sizin arkanızda hep kurumlarıyla, temsilcileriyle duracak.”derdim.

Nitekim öyle de…Tarih bize bunu kanıtlarıyla sunuyor.

Yarın 23 Nisan yaşamın sevincine dalan çocuklarımıza hissettirmeden bu vatan için çocuklarını yalnız bırakmış şehitlerimizi düşünelim.(Televizyondaki programlara bakarak)

Milletin kendi kaderine kendinin hakim olmasının gururuyla çocuklarımızı merhametle, şefkatle, cömertlikle kucaklayalım.

Bayramları düşünenler, adını koyanlar inanın her şeyi çok hem de çokkk iyi düşünmüşler.

 

EGEMENLİK VE ÇOCUKLAR VE YARIN VE DEMOKRASİMİZ VE BAĞIMSIZLIĞIMIZ.

Sevgili Dr.Yavuz Kalaycı, emin ol, müsterih ol: SAHİP ÇIKAR BU MİLLET.