Aşağıdaki maili Sadettin Demirayak ağabeyimize 5 Aralık’ta göndermişim.
From: Bağış Kuruuzum [mailto:kuruuzum1947@hotmail.com]
Sent: Wednesday, December 05, 2012 9:13 AM
To: bilgi@sadettindemirayak.com
Subject:
Sadettin Ağabey,
“Aydın Efesi” isimli dergide yayınlanan “POSTACI MEHMET” isimli pek güzel öyküyü okudum.
1940’lı yılların Karacasu ve Aydın yaşayışından pek güzel kesitler sunan bu öyküyü www.uzumunkurusu.com sitesinde izleyenlerimize okutmak istiyorum.
www.uzumunkurusu.com sitesi Karacasu aidiyetini pekiştirmek isteyen, Karacasu’dan haberler sunan ve bir ay içinde 10.000 kere açılan bir sitedir.
Öykünün önünde de sizinle ilgili kısa bir yazı sunmak istiyorum. Bu sebeple aşağıdaki soruları yanıtlamanızı diliyorum.
1-Karacasu’dan ne zaman ayrıldınız?
2-Karacasu’daki sülale isminiz ne idi?
3-Eserlerinizin isimleri nelerdir?
4-Yazmayı düşündüğünüz yeni eserleriniz var mı?
Sayın büyüğüm,
Bu öyküyü bir dosya halinde kuruuzum1947@hotmail.com adresine göndermenizi de diliyorum.
Katkılarınız için şimdiden teşekkür ederken saygılarımı sunarım.
Sadettin Ağabeyimiz de hemen ayın altısında aşağıdaki yanıtı yazmış bize.
Kimden: | sadettin demirayak (bilgi@sadettindemirayak.com) |
Gönderme tarihi: | 06 Aralık 2012 Perşembe 12:49:19 |
Kime: | ‘Bağış Kuruuzum’ (kuruuzum1947@hotmail.com) |
Benim annem, eşim Aysel’in babası Karacasuludur. Dede Kalaycı Osman hastalandığı için benim yanlarında el ulağı olmam yönünden dayım Mehmet Okuş’un arzusu üzerine Esma Nine de yaşlı olduğundan ilkokul tahsilimin 1942-1943 yıllarında 4. sınıfı dere kenarındaki ilkokulda okudum. Karşıyaka’da evimiz vardı. Avlusunda badem ağaçları vardı. İki katlı idi. Esma nine dokuma tezgâhında çarşaf dokurdu. Ben de yardım olsun diye masura çark önünde iplik sarardım. Okula mahalle arkadaşları ile beraber gider gelirdik. Dere içine dolambaçlı patikadan inmek ve çıkmak kolay olmasa da çocukluk işte güle oynaya koşuştururduk.
Sonraki yıllarda yaz tatillerinde gelir bir müddet sonra dönerdik. Kaldığımız yer Sürmüşe üzerinde dağ yamaçlarındaki Subaşı semtindeki iki katlı yayla evinde kalırdık. Suyun çıktığı kayaların hemen altında bir yayla kahvesi vardı. Pazartesi günleri kahve bizim yaştaki çocuklarındı. Çünkü herkes Karacasu pazarına gider alışveriş yaparlardı. Dokumaları kooperatife teslim ederlerdi. Çıkan su, yayla sahiplerinin ağaç sulanmasında kullanılırdı. Patlıcan biber domates gibi sebzeleri sulamak biz çocuklar için sevinç kaynağı idi. Su çok soğuktu. Sürmüşe semtine kadar yol kenarındaki arktan akar giderdi.
Suyun çıktığı yerdeki meyilli arazi yemyeşil olmakla birlikte belli günlerde keçi- oğlak satanlar gelir alış-veriş olurdu. Biz çocukların yaramazlığını bugün düşündüğümde gülmekten kendimi alamıyorum. Keçilerde KENE olurdu. O keneleri toplar oynadığımız arkadaşların ensesinden sırtlarına inmelerini çabalardık. Bu oyunu neden oynardık aklım bir türlü almıyor. Atça’da böyle oyunlarımız yoktu.
Hakim- Savcı – Avukat – TBMM de Senatör – Savcı- Avukat mesleklerini bitirip emekli olduktan sonra yazarlık yönüm ön plana çıkmaya başladı. Gazetelerde makale ve anıları siyasi düşüncelerimi yazı olarak aktarırken uyarılar üzerine Kurtuluş Savaşı öncesi ve savaş sırasındaki yazılarımı kitap olarak basılması istendiği için bu denemeyi yaptım. Bu konuda ağabey olarak kabul ettiğim Eski Aydın milletvekili M. Kemal Yılmaz’ın katkısı büyüktür. Takdir ve saygı ile anıyorum.
İlk eserim 3650 adet basılıp ve okunan KUVA-YI MİLLİYENİN AYDI’DA DOĞUŞU 600 sayfadan ibaretti. 4. basımı ihtiyaç hissedildiğinde yapacağım.
İkinci eserim 350 sayfadan ibaret olan AYDIN’IN ÜÇ EFESİ 2000 adet basılmıştı. 1500 adedi okuyanların evlerinde.
Üçüncü eserim hazır, 200 sayfalık olup Ocak 2013 ayında basılacak olan ‘ BU ADAM SENATÖRMÜŞ’ isimli eserimdir. Gazete ve dergilerde yayınlanmakta olan yazılarım bulunmaktadır.
Sadettin Demirayak
Sadettin Ağabeyimiz bu yazışmalardan 13 gün sonra vefat etti. Kendilerine bu yazıyı www.uzumunkurusu.com sitesinde yayımlayacağımı, yayınladığımda da kendisine haber vereceğimi duyurmuştum. Olmadı. Sabahleyin gazetede ölüm haberini alınca çok üzüldüm. Nitekim 20.12.2012 Perşembe günü cenazesi Aydın’dan kaldırılacak. Ben buruk bir duyguyla onun anısına aşağıdaki öyküyü sunuyorum sizlere.
POSTACI MEHMET
Aydın Tekel Başmüdürlük binasının ( şimdiki Nüfus Müdürlüğünün ) arka köşesinde üç basamakla kapısından içeri girilen PTT binası vardı. 1940 yıllarının ortalarında o bina içinde “Postacı Mehmet ” diye çağrılan baş memur, Aydın PTT Müdürü tarafından çok seviliyordu. Nedeni, telgraflar onun parmaklarında daha hızlı alınır ve gönderilirdi. Mors alfabesini en çok o biliyordu. Postacı Mehmet genç yaşında evlendiği gibi, peş peşe dört evlat sahibi oluşu onun yaşamında sıkıntılar yaratıyordu. Aldığı maaş yaşamı için yeterli değildi. Ailecek öğle ve akşam yemeklerini kayın pederinin evinde yerler, yatmak için kirasını ödemekte zorluk çektikleri evlerine giderlerdi.
Müdür Bey, çalışkanlığı için çok sevdiği Mehmet Bey’i diğer memurlara nazaran kollardı. İlçelerde ve beldelerde PTT müdürleri raporlu olduklarında veya yıllık izinlerini kullandıklarında, onların yerinde geçici olarak görev yapacak olan Aydın merkezde ilk akla gelen Postacı Mehmet’ti. Hem ekonomik durumunun düzelmesi, hem de gidilen PTT şubesinin sağlıklı çalışması için Müdür Bey hep onu görevlendirmek isterdi.
Yaşadığı sıkıntıları düşünen memurumuz Mehmet Bey, görev verildiğinde sevinçten uçacak gibi olurdu. Çünkü giderleri de azalıyordu. Gittiği ilçede kahve çay parası, hatta sigara parası azalıyordu. Ismarlanan çay, kahve, ikram edilen sigara onun için tasarruftu. Hatta evlere yemek daveti bile oluyordu. Küçük ilçelerde ve beldelerde bu haller sıradan yaşanan olaylardı. Bu yönü ile masraflar azalıyor, aldığı harcırah da bir nevi ikinci maaş gibi olurdu.
Karacasu PTT Müdürü Ahmet Beyin yıllık izin için başvurusuna yanıt gelmişti. Ama teslim edeceği geçici görevli henüz gelmemişti. Yazının gelmesi mühim olduğu kadar teslim alacak olanın da gelmesi gerekli idi. Evinde ailesi hazırlık içinde idi. Memleketlerine giderken götüreceklerini düşündüğünde ilk aklına gelen evlerdeki dokuma tezgahlarında dokunan yatak çarşafları olmuştu. Karacasu Dokumacılar Kooperatifinden annesine ve kayınvalidesine birer tane alarak evde hazırlık yapmakta olan eşine teslim etti. Hatice Hanım, hazırlamakta olduğu tahta valize güzelce yerleştirdi. Kocasına dönerek,
“Yarın sabahleyin gidecek miyiz?” diyebildi.
Aldığı cevap pek hoşuna gitmedi. Çünkü Aydın merkezden gelecek olanın kim olduğunu henüz öğrenemediği gibi hangi gün geleceğini de bilmiyordu. “Belli değil” yanıtı Hatice Hanımın üzüntü kaynağı olmuştu.
Aydın PTT Baş Müdürü, Karacasu’ya göndereceği vekillik için aklına gelen Mehmet’i odasına çağırdı. Önceden hazırlamış bulunduğu “ Geçici görev kağıdını ” üst çekmece gözünden çıkararak Baş Memur Mehmet Bey’e uzattı. Kendisine Karacasu’nun durumunu anlattı. “Yarın sabah orada olmalısın, Ahmet Bey üç gündür beklenti içinde.” dedi.
Mehmet Bey, adeta sevinçten uçacaktı. Müdür odasından dışarı fırladı. Çalışma arkadaşları ile ayak üstü vedalaştı. Kendi masasında bulunan bazı evrakları, bitişik masada oturan İbrahim Bey’e teslim etti. Komşularına gelen iki asker mektubu vardı. Onları da yanına aldı. PTT binasının üç basamaklı merdivenlerini basmadan atlayarak caddeye çıktı.
Evine vardığında hanımı evde yoktu. Yakında bulunan kayınpederin evindedir diyerek oraya koştu. Düşündüğü gibi orada buldu. İki küçük çocuk da yanında idi. Diğerleri okulda idiler. Yolda, hanımına anlattı, Karacasu’ya gideceğini. Bu durumdan hanımı hem üzüldü hem de sevindi. Bir ay değil mi çabuk geçer. Çocuklarının yaramazlıkları, parasızlık nasıl halledilir dedi içinden. Eve vardıklarında,
– Bana bir gömlek ve iç çamaşırı hazırla. Bir çift çorap koymayı unutma, dedi Mehmet. Takım elbisesinin yedeği yoktu. İkinci ayakkabısı da. Önümüzdeki Ramazan bayramında almayı düşünüyordu. Çocukların ihtiyaçlarından para arttırabilirse… Hanımı, kocasının istediklerini beyaz bir bohça içerisine koydu. Katladı ve Demokrat İzmir gazetesi ile bohçayı paketledi. Kocasının eline verdi. Mehmet Bey çocuklarını kucakladı sevdi başlarını okşadı. Hanımı ile vedalaşıp trene yetişeyim diyerek koşar adım istasyona yöneldi.
Öğrencilerin bindiği Söke – Nazilli trenine zar zor yetişmişti. İki saat sonrasında Nazilli’ye ulaşmıştı. İstasyon meydanında Karacasu otobüslerinin nereden kalktığını öğrendi. Madran Palas Oteli ününden kalktığı için oraya gitti. Uzun burunlu Karacasu otobüsünü görünce sevindi. Otobüs kalkmadan yetişebilmişti. Otobüs pencerelerini gözden geçirdi. Otobüsün ön kısımları dolmuştu. Otobüsün üstü de çuval ve sepetlerle dolmuş, muavin eşyaları çerçeve demirlerine bağlamakla meşguldü. Bağlama işi bitince muavin kahvede oturmakta olan şoföre seslendi. Her şey tamam kalkalım mı?
Şoför, trenden başka yolcu gelir düşüncesiyle “Biraz daha bekleyelim.” dedi. Mehmet Bey, otobüse bindi. Orta koltuklarda boş bir yer bulabilmişti. İki yolcu daha geldi. Eşyalarını verdiler. Muavin otobüsün arkadaki merdivenden çıkarak son eşyaları da koydu. Muavin, şoföre;
“ Eşyaların üzerlerini örteyim mi? dedi.
Şoför;
“ Ört, eşyalar toz olmasın” dedi.
Otobüs klakson çalarak hareket etti. Şehir içinde ağır ağır giden otobüs Kuyucak yoluna kavuşunca toprak yolda biraz hızlandı. Yol üzerinde ellerini kaldıranların önünde durarak onları da aldılar otobüse. Yenice kasabasına vardıklarında radyatör su kaynatmaya başladığından soğuması için fazlaca beklendi. Muavin su arkı içinden teneke tas ile doldurup getirdiği suyu radyatöre ilave etti. Yola koyuldular. Yokuş çıkıldığı için otobüsün motoru homurdanıp duruyordu.
Uzun burunlu otobüs güç bela, güneş batmak üzere iken Karacasu’ya ulaşılabilmişti. Otobüsten inenler, elleriyle üstlerini silkeliyorlardı. Mehmet Bey de aynısını yaptı. Toz olmuştu elbiseleri. Otobüsten, yol yorgunluğunun etkisi ile rehavet içinde aşağıya indi. Hanımının hazırlayıp verdiği eşyaların bulunduğu filesi elinde idi. Şoför muavini hemen otobüs üzerine çıkmıştı. Eline aldığı eşyayı göstererek bağırıyordu. Sahibini vermek için. Biraz bu yaşananları seyretti. Etrafına bakındı nereye doğru gideceğini bilmeden biraz yürüdü. İlk karşılaştığı kravatlı birisine PTT binasının nerede olduğunu sordu. Kravatlı zat, eliyle işaret ederek, “ Aha orası. ” dedi.
Meğer PTT, Hükümet Konağı’nın zemin katında imiş. Biraz daha yürüyünce, PTT yazısı bulunan kapı önüne geldi. Elindeki file içinde biraz kuru yiyecek ve giyecekleri vardı. Kapıda duran şapkalı müvezzi, gelen kişinin vekaleten gelen müdür olduğunu sezdi.
“Hoş gelmişin müdürüm” dedi ve elindeki fileyi hemen kaptı, kapıyı açarak oturacak yeri göstererek buyurun dedi. Mehmet Bey gösterilen sandalyeye oturdu. Bulunduğu odanın içini gözleri ile taradı, müvezzi ye dönerek,
– Müdür Bey nerede?
– Sizin geleceğiniz ve yola çıktığınız Aydın’dan telgraf ile bildirilince, Karacasu pazarına gelen pazarcıların kamyonuna ailecek binerek gittiler. Size mum mühürlü bir zarf bıraktı. Masanızın çekmecesinde. dedi. Bizim Postacı Mehmet artık şu andan itibaren Karacasu PTT Müdürü idi.
Müvezzi ile konuşmaya başladı. Memleketini, ailesini çocukları sordu. Dahası kendisinin nerede yatabileceğini, kahvaltı ve yemeklerini nerede yiyebileceğini sordu. Müvezzi Ahmet Efendi izin isteyerek oturdu. Handa yatıp kalkmasının zorluklarını anlattı. İsterse bu odada masa üzerinde yatabileceğini, geçen yıl Nazilli’den gelen vekilin bile yattığını, isterse evinden minder, çarşaf, yastık ve yorgan getirebileceğini, sabahları kahvaltı için çarşıda kıymalı pide yapan fırın olduğunu, belediye bina karşısında da köfte, fasulye, pilav ve çorba satan lokanta bulunduğunu tarif ederek anlattı. Karacasu PTT Müdürü Mehmet, anlatılanları can kulağı ile dinledi, düşündü Ahmet Efendiye;
– O zaman sen benim için evden getirebileceklerini getiriver. Yatacağım masanın üzerindeki evrakları da alıver, üzerini sil. dedi.
Müvezzi Ahmet Efendi, beraber çalışacağı müdürünün gözüne girmek için, söylenenleri hemen yaptı. Bir solukta evine koştu. Geleceğini bildiği için uzunca minderi, yastığı, çarşafı ve yorganı hanımı hazırlamış bulunduğundan kucakladığı gibi, ilkokula giden oğlu ile birlikte geri döndü. Oğlunun elinde çıkın yapılmış elma armut meyveleri vardı. Getirip müdüre teslim ettiler.
“ İyi geceler Müdürüm.” diyerek ayrıldılar.
Müdür Mehmet, file içinde getirdiği yiyeceklerle birlikte elma ve armudu da masa üzerine koydu. Yatmadan önce karnını doyurmak istedi. Hanımı, annesinin hazırladığı börekleri de çıkın etmişti. Bir solukta yedi bitirdi. Uzunca mektup dağıtım masası üzerine serilmiş bulunan yatakta yatmayı can atıyordu. Yorgunluk üzerine iyice sinmişti. Sabah ola hayrola diyerek uzanması ile uyuması bir oldu. Horlama nedeni ile birkaç kez uyansa da uyumak için zorluk çekmedi. Yorgunluk var mı yok mu?..
Postacı Mehmet’in horlaması meşhurdur. Bir keresinde, amcasının kızının evinde misafir olmuşlardı ailecek. Enişte Ahmet, horlamadan uyanmış tekrar uyuyamadığı için kalkmış yatağından Develi Kuyu mevkiinde bulunan bahçe evlerine gitmiş. Horlamasının sesi hala kulaklarında çınlıyormuş.
Müdür Mehmet, sabahleyin erkenden kalktı. Yataklarını toparladı. İç bölmede bir yere koydu. Ahmet Efendi geldiğinde “Nereye yerleştireceğini kendisi karar versin.” dedi. Tarif edilen kıymalı pide fırınına gitmek üzere dışarı çıkmak için hazırlandı. Ortalık yarı aydınlıktı. Yol üzerinde bulunan, şadırvandan ellerini yüzünü yıkadı. Ağır ağır yürüdü. Fırın önüne vardığında açık olduğunu görünce çok sevindi.
– Hayırlı işler, bol kazançlar, diyerek içeri girdi. Hasır sandalyelerden birinin üzerine oturdu.
Fırın ocağının saç kapağı yarı aralıklı idi. Baktığında meşe odununun korlaşmış halini gördü. Pideci usta, tezgah üzerinde dağınık olarak duran ekmek küreğini ve diğer eşyaları toparlamak ve temizlemek ile meşguldü.
Pide hamuru üzerindeki tertemiz beyaz örtüyü biraz kaldırdı, eliyle hamuru biraz mıncıkladı. Tekrar ve düzgün bir şekilde gene örttü.
Gelen müşterinin Karacasulu olmadığını anladığı için nereden geldiğini ve kim olduğunu sordu. Yeni gelen PTT Müdürü olduğunu öğrenince biraz çeki düzen verdi kendisine.
– Müdür Bey kaç tane atayım.
– Hele bir kürek sallayıver içeriye, dedi Mehmet.
Beyaz örtüyü kaldırdı Usta. küçük un teknesi içerisine ellerini uzattı ve unlu eli ile hamurdan bir parça kopardı önündeki tezgah üzerine koydu, her iki eliyle başladı hamur üzerine vurmaya ve çevirmeye. El ve parmakların hamur üzerinde vuruş ve çevirişlerinde çıkardığı ses kulağa çok hoş geliyordu. Sanki baterist gibi ses çıkartıyordu tahta üzerinde. İşlemi biten yuvarlak pideyi yana koydu. Bir tane, bir tane daha derken bir küreklik hazırlanınca, yanda bulunan toprak tencere içindeki bıçakla doğranmış kıymadan alarak her pidenin üzerine yeterli miktarda dağıttı, parmaklarıyla hafifçe tekrar vurdu kıymalar hamur ile adeta kaynaştı. Fırın kapağını tamamen açtı. Salladı küreği içeriye. Yan yatırarak hamurları devirdi kor ateşin yanına. Kapağı yarı açık bıraktı. Biraz sonra tekrar kürekle yokladı pideleri. Yerini değiştirdi. Sonrasında kürekle dışarı çıkardı. Müdür Bey’in bulunduğu yere yakın tahta üzerine deviriverdi Üst üste koydu. Tabak filan yoktu. Müşterisinin ününe sürüverdi. Sepetteki turunçtan bir tane aldı, ortasından ikiye bölerek pidelerin yanı başına koydu.
“ Buyurun beyim. Afiyetle yiyin.” dedi. Tekrar yerine geçti. Göz ucuyla yabancı olarak gördüğü müşteriyi izlemeye başladı. Müdür Bey bıyıklarını sol elinin işaret parmağı ile sürttü ve başladı yemeye. O ara fırıncı,
– Müdür bey nereli olduğunu söylemedin. dedi. Kısa, kısa yanıt veren Mehmet Bey ustaya dönerek;
– Sen bir kürek daha sallayıver içeriye dedi.
Karacasu’da kıymalı pideler avuç içinden büyükçe yuvarlak biçimdedir. Etler makineden geçirilmez kıyma yapmak için. Sinirleri ayıklanmış etler ters tutulmuş bıçaklar arasında içten dışa doğru kollar çekilmek suretiyle kesilerek çok küçük parçalara ayrılır. Yeterli şekilde küçülmüşse içerisine doğranmış soğan, maydanoz, karabiber ve kekik koyarak öylece parmaklar arasında kıvama sokulur. Hamur akşamdan mayalanmıştır. Pişirildiğinde kabarır nefis bir koku verir önünüze geldiğinde. Tadından parmaklarınızı yalarsınız. Mehmet Bey’de öyle yaptı. İkinci kürek kıymalı pideleri yiyip bitirdiğinde,
– Usta bir kürek daha atar mısınız, diyerek istekte bulundu.
Hakikaten başka şeymiş açlık. Aydın’dan ayrılışında nede olsa aç sayılırdı. Gece yatmadan önce yedikleri meyve gibi şeylerdi. Belki de hayatında bu kadar nefis kokulu ve lezzetli kıymalı pideyi ilk kez yemiş oluyordu.
– Ustam tadı damağımda kaldı bir kürek daha pişirir misin? dedi.
Son kürekle fırından çıkanların üzerine turunç bile sıkmadan yedi. Ortalık iyice aydınlanmış caddeden gelip geçenleri görüyordu. Karnı doymuştu artık Posta Müdürü Mehmet’in. Borcunu ödedi. Ustaya teşekkür etti. Dışarı çıkacağı sırada kahvenin nerede olduğunu sordu. Tarif edilen yöne doğru açılmakta olan esnaf dükkanlarına bakarak yürüdü.
Manifaturacı Süleyman dükkanını açmış tezgahtarının temizlik yapmasını isteyerek fırına yöneldi. İçeri girdi. “ Usta, üç kıymalı pişiriver.” dedi sandalyeye oturdu. Süleyman Beyin kıymalı pidelerini hazırlarken tapu memuru girdi fırından içeriye.
-Ustam bana iki kıymalı atıver. dedi. Pide ustası gülerek;
–Üç tane desen yok. Hamur kalmadı, ancak iki tane çıkar. dedi. Her ikisinin kıymalılarını ayni kürek üzerine koyarak fırına sürdü. Fırın tam tavında olduğundan kıymalılar iyice kabarmıştı. Her zamanki gibi kürekle yerlerini değiştirdi. Biraz sonra fırın kapağını araladı kürekle alarak kıymalı pideleri dışarı çıkardı, önlerine deviriverdi.
Her gün sabah kahvaltısını fırında yapan Manifaturacı Süleyman üzüntü içinde ustaya;
– Hamurun mayası mı bozuldu usta, neden az hamur yoğurdun, bu kadar hamur için fırını ateşlemeğe ne gerek var. Boşu boşuna odunları yakıyorsun. Bu durum zararına değil mi? Usta neşe içerisinde yerinden ayrıldı. Fırın yanında duran kırmızı renkli ve beyaz süslü ibrikli su testisini, ellerini yıkaması için kapı yanındaki Manifaturacı Süleyman vererek,
– Yok beyim. Sabah kahvaltılık için, beş küreklik kıymalı hamuru hazırlamıştım. Ama ummadığım bir durum ile karşılaştım. Siz gelmeden önce iri yarı birisi geldi. Buralı değil. Kendisine sorduğumda, doğru mu bilmem PTT Müdürü imiş. Nereli olduğunu anlayamadım. Pide pişirmede nerede ise yetiştiremeyecektim. Tam dört kürek pide pişirtti. Hepsini yedi. Son kürekteki pideleri de götüreceğini zannetmiştim.
Ellerini yıkayan Manifaturacı Süleyman, eğildiği yerden doğruldu, Direk çivisinde asılı bulunan Karacasu dokuması bez parçası ile ellerini kuruladı.
– Deme yavu!… dedi.
Fırıncı zevkten dört köşe olmuştu. Açtı ağzını yumdu gözünü:
– O müdür gibi, sekiz – on müşterim olacak sırtım yere gelmez. Alışverişi sizin gibi veresiye değil. Yediğinin parasını hemen veriyor. Fırının şeklini değiştiririm valla… Bakalım yarın sabah gelecek mi ? Dört gözle bekleyeceğim…