Bu yazımızda Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinden derlediğimiz 750 adet belge içinden sizlere ilginç gelebilecek bazılarını kümeleştirerek belli başlıklar altında sunmaya çalıştık.
Arşivlerde Karacasu geçmişini aydınlatacak yüzlerce belge var.Bu belgeler incelenmeyi bekliyor. Aşağıdaki örneklerle sizleri geçmişe götürmek, geçmişin Karacasu’sunun ne kadar canlı bir sosyal ilişkiler içinde olduğunu sizlere sunmak istedik. Bugün sokaklarında gezdiğiniz kasabada, geçmiş zamanda Rum doktorlar, voyvodolar, yeniçeriler, kadılar, müderrisler… dolaşıyordu. Bazen kasabanın bankası eşkıyalar tarafından soyuluyor, bazen de Karacasu’dan bölük bölük asker Osmanlı’nın değişik savaş cephelerine sevk ediliyordu. Sübyan mektepleri, rüştiye, vakıflar, 10 kadar da medrese vardı. Onlarca çeşmede Aruz kalıplı, sufiyane kitabeler vardı. Karacasuluların bugünkü anlayışlarını, kabullerini, yaşam felsefelerini anlamanın ipuçları inanın eski zamanların belgelerinde duruyor. Size 1890-1900 yıllarına ait Karacasu Şer’i Sicillerinin Türkçeye çevrildiği müjdesini de vermek isterim. İsa Özbilen kardeşimiz bu çalışmayı bitirdiğinde inşallah iki cilt halinde bu mahkeme kayıtlarını bastırılacak ve Karacasu’nun hangi sorunlarını mahkemelere taşıdığını, Karacasuluların miraslarını nasıl böldüklerini…vs öğrenecek ve Karacasu varlığını daha anlaşılır hale getireceğiz.
KARACASU’NUN KAZA OLMASI
Kayıtlara göre 1299’da(M.1881/1882)bir nahiye olan Karacasu’nun belediyelik olması ile ilgili olarak Aydın Vilayeti 1882 yılında Karacasu’nun ilçe merkezi olması için İstanbul’a yazı yazmış fakat olumlu cevap alamamıştır. 9 yıl sonra 1891’de Karacasu halkı kaza merkezi olmak konusunda Aydın vilayetinden istekte bulunmuş ve vilayetçe halkın bu isteği kabul görmüş ve Karacasu’nun ilçe merkezi olması nahiyenin büyüklüğü ve askerî yönden önemi gerekçe gösterilerek İstanbul’a tekrar teklif edilmiştir. 2 yıl sonra 1893/1894’te bu istek hükümet tarafından kabul edilmiş ve Karacasu ilçe merkezi olmuştur. İlk kaymakam olarak Mustafa Tevfik Efendi atanmıştır. Karacasu 1894’ten beri bir ilçe merkezidir. İlçe olunca Karacasu’ya Kızılcabölük yönünde bazı Tavas köyleri bağlanmış; Menderes Ovası’nda bulunan Yamalak, Karapınar ve Pirlibey de Karacasu’ya dahil edilmiştir.Böylelikle Karacasu büyük bir ilçe durumuna gelmiştir. Ancak Karacasu’ya bağlanan Tavas‘ın bazı köyleri halkı daha sonra hükümete başvurarak Karacasu’dan ayrılmak istediklerini yazmışlardır ve ayrılmışlardır. Karacasu ilçe merkezi olduktan hemen iki yıl sonra, 1896’da Ali Ağa Çifliği’nde(Bugünkü Başaran’da) önce bir nahiye oluşturulmak istenmiş bu gerçekleşemeyince de Nazilli halkı Ali Ağa Çiftliği’nin(Başaran’ın) Kuyucak nahiyesine, Pirlibey’in, Nazilli kazasına bağlanmasını istemiştir. 25 yıl sonra yani 1919’da hangi sebeplerle olduğunu-şimdilik- bilmediğimiz şartlar sebebiyle Karacasu ilçe yönetiminin Karacasu’dan alınarak Ali Ağa Çiftliği’ne(Başaran’a ) taşınması vilayetçe talep edilmiş fakat bu istek merkezi yönetim tarafından kabul görmemiştir. Sözün özü Karacasu 126 yıldır ilçe merkezidir. Yamalak, Başaran, Pirlibey,Karapınar, Sekiköy gibi köylerini zaman içinde kaybederek daha da küçülmüştür.
KARACASU’NUN EYÜP SULTAN CAMİSİ’NE VAKFEDİLMESİ
1478’de yani bugünden 542 sene önce Karacasu bir nahiye merkezidir. Hacı Ulu Bey’in mülküdür. Hacı Ulu Bey Karacasu’yu İstanbul’daki Eyüp Sultan Camisi’nin giderlerinin karşılanması için vakfetmiştir.(İ.Özbilen) Karacasu’dan elde edilen 14488 akçelik gelirlerden her sene 700 akçesinin çocuklarına ayrılmasını geri kalanının tümünün Eyüp Sultan Camisi’ne verilmesini ister. Karacasu Eyüp Sultan Camisi’nin gelirlerini karşılayan bir vakıf mülkü olur. Karacasu’nun Eyüp Sultan’ın bir vakfı olduğunu Tahir Saygı eşi Hatice Saygı annemizden dinlemiştim. “Yavrum bu topraklar mübarek topraklardır. Burası Eyüp Sultan Vakfıdır” derken kasabamızın bir kudsiyeti olduğunu vurgulamaktaydı. Nitekim Yemezzâde Süleyman Rüşdî de “Pend-i Attâr Tercümesi isimli 1820’de yazdığı eserin ön sözünde nereli olduğunu tanımlarken aynen şunu Yazmış: “…diyâr-ı Aydın’da kaza-yı Yenişehir Aydın dahilinde Hazret-i Ebâ Eyyûb Ensâri ve rahmet’ül Bâri alemdâr-ı Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesselem hazretlerinin evkâf-ı şeriflerinden kasaba-yı Karacasu dimek ile müsellem Kasaba-yı mezbureden olup…” Yani Yemezzâde Süleyman Rüşdî nereli olduğunu anlatırken “Resul-i Ekrem’in(s.a.s) alemdarı olan Hazret-i Ebâ Eyyub Ensâri’nin vakıflarından Karacasu ismi ile isimlendirilmiş Karacasu’danım” diyerek tıpkı Hatice Saygı annemiz gibi Karacasu topraklarının Eyüb Sultan Camisi’ne vakıf olması sebebiyle kudsiyeti üzerinde durmuş ve Karacasu’nun bu özelliğiyle mutlu olmuştur.
KARACASU’YA TEGRAF NE ZAMAN GELDİ?
1880’li yıllarda yani bundan 140 sene önce Karacasu nahiye iken en yakın yerlerle mesela Kuyucak nahiyesiyle, Nazilli kazasıyla haberleşme olanaklarına sahip değildi. Osmanlı’da ilk posta teşkilatı 1840’ta kurulduğuna göre bu teşkilat Karacasu’da ne zaman örgütlenmiştir, bilmiyoruz. Dışarı ile haberleşme ya Karacasu’dan Nazilli aracılığıyla gönderilen veya Nazilli’den gönderilen mektuplarla oluyordu herhalde! Ama ha deyince en yakın yer olan Nazilli’ye, anında haber ulaştırmak veya oralardan haber almak olası değildi. Çabuk haber ulaştırmak veya almak için kasabada yaşayanlar 1305’te(M.1887’de) bir telgraf hattı çekilmesini bir dilekçe ile istemişlerdir. Ancak merkezi hükümet telgraf hattında dikilecek direklerin temininin, telgrafhane binasının yapımının Karacasulularca karşılanması istenmiştir. Bu koşullarla o günün yetkilileriyle Karacasu temsilcileri arasında bir sözleşme imzalanmış böylelikle tarihte ilk defa Karacasu’nun dışarıyla haberleşmesini sağlayan bir telgraf hattı inşa edilmiştir. Telgraf hattından sağlanacak gelirlerle memur maaşının ödenmesi; gelirler buna yetmezse memur maaşı ödemelerinde eksik kalan kısmın halk tarafından karşılanması kararlaştırılmıştı. Bu koşullarla kurulan telgraf hattı iki yıl çalışmış ancak telgraf memurunun maaşını telgraf gelirleri karşılamamış ve sözleşme gereklerinin yerine getirilmesine dair Aydın Valiliğine merkezi hükümet tarafından bir yazı yazılmış, sözleşme gerekleri hatırlatılmıştır.
KARACASULU KAHRAMANLARA ÖDÜL
Daha önceki yazılarımızda Karacasu’da bir redif taburunun bulunduğunu, bu tabur askerlerinin savaş zamanlarında Karacasu’dan çıkarak savaşlara katıldığını yazmıştık. Girit’e, Yunanistan’a, Varna’ya, Yemen’e, Filistin’e Karacasu redif taburundan sürekli asker yollanmıştır. İzmir Limanı’na giden askerler çoğunlukla deniz yoluyla bu cephelere katılırdı. Nitekim 1830 yılları Yunan Savaşı’na katılan askerlerimizin bazılarının bireysel savaş başarıları sebebiyle nişanlarla, beratlarla ödüllendirildiklerini biliyoruz. Mesela Yunan Savaşı’nda Karacasu Taburu Komutanı Yüzbaşı Ahmet Ağa üstün başarıları sebebiyle Mecidiyye nişanı ile ödüllendirilmiştir. Yine aynı savaştaki üstün başarılarından ötürü bir başka Karacasu evladı 18. Nişancı Taburunun 2. Bölük Çavuşu Karasulu Mehmet bin Süleyman’a üstün başarılarından ötürü bir berat verilmiştir.
KARACASU’DA KALPAZANLIK VE GÜVENLİK
Kalpazanlık yani sahte para basıcılık Karacasu’da 200 sene önce yapıldı, desek kimse inanmaz umarım. Gerçi Osmanlı belgelerinde kalpazanlık suçları hayli var. Ege’nin değişik merkezlerinde Osmanlı zamanında sahte para basanlar olmuş. Karacasu’da da olmuş.1791’tarihli belgede Karacasu’da bir kalpazanlık olayından söz ediliyor. Yani bundan tam 228 yıl önce oluyor bu olay. Nasıl başardılarsa bazı kişiler metal ikilik ve yüz paralık paralar basmışlar. Bu paraları da piyasaya sürmüşler. Ancak her kalpazanın başına gelenler bu kalpazanların da başına gelmiş ve yakalanmışlar, hapse atılmışlarlar. Buraya kadar her şey normal. Amma Karacasu Voyvodası(kumandanı) Mehmet ( lakabını yazmıyorum)ve onun kethudası(kahyası) Mustafa bu kalpazanlardan rüşvet almışlar ve hapishaneden kaçmalarına yardımcı olmuşlar. Kalpazanlar kendilerini kurtarmışlar amma voyvodonun ve kethudasının bu işi yaptıkları ortaya çıkınca bu sefer kendileri tutuklanmışlar. Cezalandırma bununla da bitmemiş belki başka cezalar için İstanbul Hükümeti, 15.03.1205(1791) tarihli yazısıyla bu iki kişinin derhal İstanbul’a gönderilmesini istemiş. Cezalar bazen çok ağır oluyor. Mesela şu belgeye bakınız: “Aydın’ın Karacasu kazasındaki Saçıkaralı Aşireti’nden Hacı Osman Veliyyüddin’in çadırını basarak emval eşya ve parasını çalan kur’a firarisi şahıslardan hayatta olup ele geçirilenlerin üçer sene Rodos’ta Küreğe muhkumiyetleri ile çaldıkları malın tazmini ve firarda olanların tevkifi.” Her bir suçlu Karacasu’dan ta Rodos’a sürülecekler ve orada da gemilerde üç sene karın tokluğuna kürek çekecekler. Sadece onlar mı? 1273’teki (1857’deki) şu karara bakın: Kara Mehmed oğlu Mehmed’in katili, Aydın’ın KARACASU Kazası’na başlı Gebre(Kepre veya Geyre) Köyü’nden Kozavioğlu Mehmed’in diyet ve yedi sene Tersane’de küreğe mahkumiyeti isteniyor. Hem yarı aç bırakılacak hem de 7 sene kürek çekecek. Haziran 1326’da (1908’de) KARACASU Kazası Redif Taburu Binbaşısı Hüseyin Hilmi ve Tabur Kâtibi Osman Efendiler iddiaya göre kaza müftüsüne hakaret ederek küçük düşürmüşler. Küçük düşürüldüğünü düşünen müftü de her iki kişinin hakaretlerine ve cezalandırılmalarına dair bir dilekçe ile şikâyette bulunur. Bir ilginç belgede de Aralık 1125’te (1713’te) Mustafa Çavuş Karacasu çarşısında boş bir yere yağhane yapacağım diye kasabanın komutanından(voyvodosundan)izin alır fakat yağhane açmaz adı geçen yere bir kahvehane açar. İdarece hemen müdahale edilir Mustafa Çavuş’a “kahvehane açmanın hem yasak olduğu hem de ahaliye zarar vereceği” hatırlatılır. Ekim 1142’de(1730’da) Hacı Ömer bin Musa Karacasu’da kötülükleri herkesçe bilinen fesatlık eden bir de yeniçerilik iddiasında bulunan kişilerin kötülük amacıyla oğlunu kaçırdıklarından şikâyetçidir. Bütün bunlardan ayrı Karacasu’da 1317 yılında(1899’da) bir de kadın hapishanesi bulunduğunu belirtelim.
KARACASU’DA KURAKLIK, ZELZELE, ŞARAPHANELER
“Mayıs 1305 (1888) Karacasu nahiyesindeki muhtaç ahali için yemeklik ve tohumluk olmak üzere muayyen miktarlarda zahire, arpa ve mısırın, hasat zamanında geri alınması şartıyla dağıtılması için Aydın vilayetine mezuniyet itası.” “ Ocak 1317(1899’da) Kuraklıktan dolayı Karacasu kazası muhtacinine istenen arpaya mukabil Kuyucak ambarından ta’vizen buğday verildiği.” 1305’te (1888’de)Karacasu’daki fakir ahali hem yemek hem de tohumluk olmak üzere buğday, arpa ve mısır bulamamış ve bunun üzerine fakir ahaliye buğday, arpa, mısır dağıtılması için Aydın valiliğine izin verilmiş ancak her Karacasuluya verilen ürün karşılığının hasat mevsiminde geri alınması şartı koşulmuş. 1317’de (1899’da) Karacasu bu sefer kuraklık sebebiyle buğday bulamamış, ahalinin buğday ihtiyacının Kuyucak ambarından bedel alınarak karşılanması istenmişitr. Nisan 1273’te (1857’de) Karacasu’da bulunan gayr-ı müslimlerden bağları olmaması ve şaraphanelerinin harap olması hasebiyle zecriye rüsumu(vergi) alınmaması istenmiştir. Karacasu’nun Haziran 1319’da(1901’de) bir zelzele geçirdiğini bazı yapıların yıkıldığını yıkılanlar arasında Rüştiye mektebinin ahali tarafından hemen yapıldığını yine belgelerde görüyoruz. Anlaşılıyor ki Karacasulu camisini, camisinin minaresini, okulunu, okullarını 1727’lerden beri bugün bile kendisi yapmaya devam etmektedir. |