Değerli www.uzumunkurusu.com izleyicileri,
Sitemizde ilk kez olarak bir röportaj sunuyoruz sizlere. Hem de bir Fransız dostla yapılan bir röportaj bu. Mösyö Herve değerli İngilizce Öğretmeni Akın Dönertaş Bey’in misafiri olarak Karacasu’ya gelmiş. İlginçtir Mösyö Herve 2007’den beri Karacasu’ya beşinci kez geliyor. Yani Karacasu hakkında hayli yoğun gözlemleri var. Röportaj fırsatı ise Akın Bey’le Karacasu’daki eski bir evi konuşurken aynı evin Fransız misafirinin de dikkatini çektiğini söylemesiyle mümkün oldu. Hemen Akın Bey’e rica ettim. Benim onunla bir röportaj yapmamı sağlamasını istedim. Bunun sitemiz ve Karacasu için çok ilginç olacağı söyledim. Akın Bey anlayış gösterdi, telefon numaramı aldı ve bunu sağlayabilirse döneceğini söyledi. Telefonunu sabırsızlıkla bekledim. Telefon etti. Beni Mösyö Herve ile buluşturdu ve zahmet etti bütün konuşmaları da İngilizceden Türkçeye çevirdi. İlginç bulacağınız aşağıdaki röportaj oluştu. Akın Dönertaş Bey’e ve Mösyö Herve’ye teşekkürlerimizle, saygılarımızla.
Ziyaretçi Defteri Oku sütunumuzu tıklarsanız Değerli Ayhan Çolak’ın bir önerisi var. Bundan sonra bir konuyu uzumunkurusu .com’da tartışalım, diyor. Bana göre de bu öneri uygun. İsteseniz hem aşağıdaki Mösyö Herve’nin yazısını hem de “ Karacasu Festivali nasıl olmalıdır, konusunu tartışalım. Bu konular üstüne öneri yazmak isteyenler uzumunkurusu.com sitesindeki ZiyaretçiDefteri Yaz sutununu tıklayabilirler ve oraya yazabilirler. ==================================================================================
-HOŞ GELDİNİZ MÖSYÖ HERVE. -Hoş bulduk. -Mösyö Herve kısaca biyografinizi sunar mısınız? -1959’da, Fransa’da, Le Havre’da doğdum. Le Havre, Unesco tarafından kültür varlıkları açısından koruma altına alınmış bir kenttir. Ben, 1979’dan beri Paris’te oturuyorum. Şu anki işim hapishanelerdeki tutukluları hayata kazandırmak, onlara tutuklulukları sonrasında iş bulmakla ilgilidir. -KARACASU’ya ne sebeple geldiniz? -2007 yılından beri Karacasu’ya Akın Dönertaş öğretmenimizle tanışıklığımız sebebiyle gelip gidiyorum. Karacasu’ya 5 kere geldim; ama Türkiye’ye geliş gidişim 15 kez olmuştur. İsterseniz işin başlangıcını anlatayım da Karacasu ziyaretlerimin sebebi daha açıklanabilir olsun. Önceleri KALEM ARKADAŞLIKLARI diye bir arkadaşlık ilişkisi vardı. Ben de İstanbul Üsküdar’dan Ayşe isminde bir hanım ile kalem arkadaşı oldum ve İstanbul’a geldim. Benim için, Türkiye ziyaretleri mazisi olan arkadaşlıklar gibi uzun solukludur. -TÜRKİYE’YE NİÇİN 15 KEZ GELDİNİZ? -Benim için Türkiye sadece güneş ve deniz anlamına gelmemektedir. Çocukluğumdan beri tarihe hep ilgi duymuşumdur. Bilirsiniz Fransa’nın ve Türkiye’nin tarihlerinde kesişen anlar ve yapılan antlaşmalar vardır. Bunun en eskisi ise Kanuni zamanında yapılan antlaşmalardır. Yani diyebilirim ki Osmanlı Fransız ilişkileri çok eski zamanlara dayanır. İstanbul’un alınışı düşünürsek bu tarih daha da eski yıllara gider. -TÜRKİYE’YE GELMEDEN ÖNCE TÜRKİYE HAKKINDA ESERLER OKUDUNUZ MU? MESELA PİER LOTİ? -7-8 yaşlarımda Bizans’ı, Jüstinien’i, Teodora’yı, Nysa Ayaklanması’nı anlatan öyküleri çok hem de çokk severek okudum. İstanbul daha o yaşlarımda bir heyecan şehri olmuştur benim için. Bu heyecan içimden hiç çıkmamıştır. Babam kaptandı. Aslen Britanyalı idi. Britanyalılar romantik ve maceracıdırlar. Belki bu genetik dürtüler ve okuduğum Bizans öyküleri beni İstanbul’a yönlendirmiştir. -TÜRKİYE’YE İLGİNİZİN DİĞER SEBEPLERİ NELER OLABİLİR? -İstanbul iki dinin bir potada çok iyi kaynaştığı bir yerdir. Ben bir Katolik’im. Ayasofya gibi yapılar beni etkilemiştir. Dinî yapılarla da belli olan bu dinlerin ve tabii ki kültürlerin kaynaşması çok ilginçti. Bayan Ayşe ile kalem arkadaşlığı sebebiyle olan İstanbul ziyaretimden sonra İstanbul’a pek çok kez geldim. Türkiye’den pek çok eş dost edindim. Türklerin hoşgörülü olması ve yabancıları sıcaklıkla kabul edişleri sebebiyle gelmeye devam ettim. Türklerin kendi dinlerinden olmayanları bu kadar kabul edişleri beni çok etkilemiştir. İstanbul tek şehir gibi gözükür. Aslında her sokak insanı başka bir şehre taşır. Boğaz’ın bir kıyısından karşı kıyıya geçerken bir kıtadan bir başka kıtaya geçmenin heyecanını duyarım ve bu heyecanı her geçişimde ilk defa geçiyormuşçasına yaşarım. -TÜRKİYE’YE İLK GELİŞİNİZDE DİKKATİNİZİ ÇEKEN NE OLDU? – Kalem arkadaşım Ayşe ile 1976’da, sabahleyin bir boğaz vapuruna binmiştik. Vapurda sabahleyin herkesin elinde gazete vardı. Fakir denilebilecek insanlar bile gazete okuyorlardı. Bu çok önemliydi. Gazete demek dünyadan haberdar olmak demektir. İstanbul’un diğer yerlerinde de bu özelliği gözledim. Hani biz, Fransızlar olarak okuyuşumuzla filan övünürüz. Hatta bu konuda burnumuz biraz yükseklerdedir. Ama Fransa’da fakir insanlar gazeteyi pek okumazlar. Genelde de vardır bu gazete ilgisizliği. Dedim ya gazete demek haberdar olmak demektir. .SÖYLEŞİYİ BÖYLE SÜRDÜRÜRSEK KARACASU İÇİN ZAMANIMIZ KALMAYACAK. İSTERSENİZ AKIN BEY’LE TANIŞMANIZA GELELİM. -Akın Dönertaş Bey ile 2007’de internetteki bir tatil değişim organizasyonu içinde tanıştım. Akın Bey, internet aracılığıyla bana Karacasu’yu, Afrodisias’ı çevresindeki Pamukkale’yi, Efes’i çok iyi tanıttı. Ben de bu değişimi kabul ettim ve Akın Bey’in misafiri olarak ilk kez 2007’de Türkiye’ye ve tabii ki Karacasu’ya geldim. 30 yıl sonra Türkiye’ye tekrar geliyordum. 30 yıl önceki Türkiye göre bugünkü Türkiye çok değişmişti. Otobanlar etkileyici idi. Eskiden yollar şimdiki gibi değildi. İnsanların giyimlerinde farklılıklar oluşmuştu. 30 yıl öce giysilerden insanların hangilerinin fakir hangilerinin zengin olduğunu anlayabilirdiniz. Ama şimdi bu farklılıklar pek belli olmuyordu. -MÖSYÖ HERVE, AKIN BEY SİZE KARACASU’YU ANLATTI. SİZDE BİR KARACASU İMAJI OLUŞTU. KARACASU’YA GELDİĞİNİZDE BU İMAJI BULDUNUZ MU? -Karacasu’yu görmem Akın Bey sayesinde oldu. 2007’den beri gelip gidiyorum. Bu beşinci gelişim. Akın Bey’in anlattıklarıyla Karacasu’yu gezilebilir bulmuştum. Ama geldiğimde daha modern bir kasaba buldum. -İLK GÖZLEMLERİNİZİ ANLATIR MISINIZ? -Öncelikle şunu söylemeliyim: Karacasu çok büyüleyici bir yere kurulmuş. Karşısındaki Babadağ, arkasındaki Karıncalıdağ ve diğer dağlar çok etkileyici bir peyzaj zenginliğine sahip. Karacasu’ya ilk gelişimde erkenden kalkar Babadağ’ın ardından Güneş’in doğuşunu seyrederdim. Bana çok büyüleyici gelirdi. Bu gelişim beşinci gelişim. İnanın, üç gün önce erkenden kalkıp Güneş’in doğuşunu izlediğimde aynı büyüleyici görünüşü yine seyrettim. Biz Fransızların bir sözü vardır: “sabahın dünyaya doğuşu” deriz buna. O doğuş esnasında öyle bir sessizlik oluyor ki insan büyüleniyor. Sessizlikte konsantre oluyor insan. Güneş’in doğuşu pembe ile mor karışımı bir ışık denizinde oluyor. Karacasu doğal güzelliğinin yanında müthiş bir kültür zenginliğine sahip. Mesela Hacı Arap Camisi(Cami isimlerini, yer isimlerini Bay Herve aynen söylüyor.) dibinden başlayıp aşağıya, kıyı boyunca köprüye kadar inen yol, Karacasu’nun değişik yerlerinde görülen eski evler, Hacı Arap camisi etrafındaki taş döşemeli yollar, otantik seramik ocakları, taş işçiliğinin çok güzel örnekleri olan yapılar bu zenginliklerden bazıları olarak sayılabilir. Ancakkkkk, bunların bir kültür varlığı olarak algılandığının izlerini hiç görmedim. Böyle bir anlayışın varlığını sezemedim. Bu kültür varlıklarının değerlendirilerek bunlardan ekonomik girdilerinin sağlandığını da görmedim. Bu tür çalışmaları Belediye mi, Vilayet mi, Bakanlık mı yapar ben bilmiyorum. İnanın olumsuz eleştiri gibi algılansın istemem. Eleştirilerimde olabildiğimce objektif olmaya çalışıyorum. Mesela Hacı Arap Camisi çevresini gezdiğimde; o taş evleri, taş sokakları gördüğümde işte burası KARACASU’nun KİMLİK KARTI diyorum. Ama üzülerek söyleyeyim ki oraları dört sene öncesine göre biraz daha yok olmuş vaziyette. Bu geçen seneler içinde bu çevrenin nasıl yok olmaya devam ettiğini gördüm ve bu gidişle de tamamen yok olacağını gayet iyi anladım. Karşıyaka’da mezarlık yanında bir şantiye yeri var. Oradan geçerken ayağıma bir mezar taşı parçası takıldı. Bunlar korunmalı. Avrupalı orijinal yerler görmek istiyor. ESKİNİN TIPKISINI görmek istiyor. Tatil anlayışı değişiyor. Deniz ve güneş yetmiyor artık. KENDİSİ OLAN OTANTİK YERLER ARANIYOR. Bu açıdan baktığımızda şu hâliyle Hacı Arap çevresini görmek isteyen çıkmaz. Bizzat gördüm eski duvar yıkılmış orası tuğlayla örülmüş ve üstüne kötü bir sıva yapılmış. Çok üzücü. Oysa korunsa ve doğru restorasyonu yapılsa turistleri çekecek en güzel yerlerden olur bu çevre. Para da kazandırır Karacasululara. Afrodisias çok önemli bir kültür ve turizm varlığı. Afrodisias’tan ormanlar içinden geçen ve Hacı Arap’a, Sürmeşe’ye ulaşan bir yol düşününüz. Şimdi Fransız turistler bu yerleri yürüyerek gezmek istiyor. Afrodisias’ı gezecek, orman içlerinden bir yolla seramik atölyelerine gelip orayı gezecek, Sürmeşe’ye gidecek ve Hacı Arap çevresinde yürüyüşünü tamamlayacak. İşte istenen bu. Ne yazık ki şu hâlle bu da mümkün değil. Orman içlerinde gördüğüm plastik şişeler, kabul edilemez çöp yığınları çok kötü. Sürmeşe’ye gidiyorum, şoförlerin bir yaya olarak bana hiç saygıları yok. Üzücü. Karacasulular veya yöneticiler-kimlerse onlar bilmiyorum- KARACASU’NUN BİR KÜLTÜR VARLIĞI OLDUĞUNU HİÇ DÜŞÜNMEMİŞLER. HEP AFRODİSİAS DENİLMİŞ. Oysa bu iki kültür varlığı orman içinden yürüyüşe olanak veren bir yolla birleştirilebilirdi. Çok ilginç olurdu. -KARACASU İÇİNDE; ÇARŞI, SOKAKLAR, ESNAF İLİŞKİLERİ OLARAK GÖZLEMLERİNİZ VAR MI? -Bizim kafamızda bir Akdenizli imajı vardır. Biz buna Latin imajı da deriz. Akdeniz insanı çok sıcakkanlıdır. Çabuk sinirlenir. Çabuk sevinir vs. Karacasu insanı bu imaja pek uymuyor. Karacasu insanı çok mesafeli duruyor. O kanı kaynayan tiplerden değiller. Hatta soğuk denebilir. Ama Karacasulu biriyle tanışırsanız bu tip birden değişiyor. O sıcakkanlı insan oluyor. İkram eden, evine davet eden bir insana dönüşüyor. Karacasu’da insanı rahatsız edecek bakış, tavır görmedim. -GÜNLÜK YAŞAMIN İÇİNDEN ANLATTINIZ. PEKİ, ÖZGÜRLÜK ANLAMINDA KADINLARIMIZ VE KIZLARIMIZ İÇİN NE DERSİNİZ? -İnşallah her şey iyidir. -KARACASU’DA OSMANLI ESERLERİ GÖRDÜNÜZ MÜ? -Mesela camileri görüyorum. Osmanlı Dönemi’nden kaldığını düşünüyorum. Ama tarihlerini bilmiyorum. Başı kavuklu mezar taşları görüyorum. İlgimi çok çekiyor. Merak ediyorum. -OSMANLI DÖNEMİ ÇEŞMELERİ GÖRDÜNÜZ MÜ KARACASU’DA? -Evet, gördüm. -İLGİNİZİ ÇEKTİ Mİ? -Evet. -NESİ? -Eski zamanları getiriyor bize bu çeşmeler. Bir şey dikkatimi çekti. Çeşmelerin altına birer Bizans lahiti koymuşlar. Birini Akınların evinin yanında, diğerini de tenis kortu yanında gördüm. O çeşmelerde iki kültür; biri Osmanlı kültürü diğeri de Bizans kültürü yan yana gelmiş. Bu aynı zamanda bir hoşgörü göstergesi. -SİZ KARACASU’DA ŞİMDİ NEYİN ÖZLEMİNİ ÇEKİYORSUNUZ? Afrodisias’a sahip olunması çok güzel; ama Karacasulu turizm potansiyeli olarak sadece ona sahip değil. Çok güzel bir klima ortamınız var. Çok güzel bir peyzaj içinde yaşıyorsunuz. Seramikçileriniz var. Tarlalarda çalışan insanlarınız, insanlarınızın yaşam biçimleri var. Yani Karacasu’da hâlen, şimdi yaşayan bir medeniyet var. Afrodisias geçmiş bir medeniyeti anlatıyor. Ben bu iki medeniyeti daha önce anlattığım biçimde birleştirirdim. Bu ne istediğini bilen bir turist için on numara olurdu, diyorum. Turizm işlerini; Belediye mi, Vilayet mi, Bakanlık mı düzenliyor bilmiyorum. Ama ben bu üç kuruluşun temsilcilerinin bir araya gelerek Karacasu kültür varlıklarının değerlendirilmesi konusunu organize bir biçimde görüştüklerini düşünmüyorum. Belki bunun sebebi görüş eksikliğindendir belki de irade konulamamasındandır. Yani bir pas geçme görüyorum. Allah’ın Karacasu’ya bağışladığı doğa-tarih ve insan güzelliğini kullanılamayarak KARACASU KİMLİĞİ KAYBOLUYOR. Bu tür çalışmalar bir program dâhilinde belli bir uygulama disipliniyle olur. Görüyorum ki KARACASU’DA HERKES KENDİ BİLDİĞİNİ YAPIYOR GALİBA. Mesela daha gürültüsüz bir Karacasu düşünürdüm. Gereksiz çalınan kornalarla, geceleri meskûn yerlerdeki köpek havlamalarıyla ve diğer gürültü yapan unsurlarıyla Karacasu için inanın Paris’ten daha gürültülü diyebilirim. -SON SÖZLER OLARAK NELERİ SÖYLERSİNİZ? -Doğanın gereği olarak her şey çok kırılgan olmaya meyillidir. Siz gerekli önlemleri almazsanız her türlü kültür değerlerinizi, modernliği kaybedersiniz. Dünyayı izleyemezsiniz. Uyanık ve çağdaş olmalısınız. Karacasu’ya daha çok gelmek istiyorum. AMA KÜLTÜR VARLIKLARINI KAYBEDEN BİR KARACASU GÖRMEK İSTEMİYORUM. Giderek çağdaşlaşan, modern bir Karacasu en azından kendisi olan bir Karacasu görmek isterdim. Son olarak şunu söylerim: Karacasu Tanrı’nın lütfüne uğramış. İnşallah bütün Karacasulular burada mutlu yaşarlar. -Çok teşekkür ederim Mösyö HERVE. Hoş bir dost, iyi bir gözlemci olarak anlattıklarınızı dikkatle dinledim. Anlattıklarınızı bütün Karacasuluların izledikleri www.uzumunkurusu.com isimli sitede izninizle yayınlamak istiyorum.Saygılarımla. AU REVOİR HERVE |