Geçenlerde, bir cumartesi günü, Kuyucak’a gidelim istedik. Bilirsiniz cumartesi günü Kuyucak’ın pazar günü. Her ne kadar Kuyucak’ın yeni yaptırdığı örtülü Pazar yerini görsem de bir daha görmek beni sıkmazdı. Bir pazar yeri düşünün: otomobilinizle en alt kata, otoparka giriyorsunuz. Sizi görevli bayanlar karşılıyor ve size park edeceğiniz yeri gösteriyorlar. Arabanızı kilitliyorsunuz ve isterseniz asansöre, isterseniz yürüyen merdivene gidiyorsunuz. 2. Katta tuhafiye pazarı 3. katta da sebze, meyve pazarı var. Kapalı alan, asansör, yürüyen merdivenler, otopark… pazar yerlerinde hiç görmediğimiz şeyler; amma bunu Kuyucak’a giderseniz görüyorsunuz.
Bu sebeplerle Kuyucak’a gidelim derken pek de haksız değildik hani.
Fakat yazımın yazılma sebebi bunlar değildi.
İşlerimizi gördükten sonra bir de Kuyucak içinde gezelim dedik. İyi ki öyle yapmışız. Bizi sevindiren bir kültür olayını bu sebeple görme şansına kavuştuk. O da şu:
1836’da Kuyucak içme suyu sıkıntısı çekiyormuş. Zamanın Kuyucaklıları su sıkıntılarını o zamanın Aydın Valisi Yakup Paşa’ya iletmişler. Yakup Paşa da halkın bu dileğini önemsemiş. İncelemeler sonunda Kayran Deresi’nden su getirilmesine karar verilmiş. O mesafeden su getirmek o zamanlar çok zor olmuş. Hatta Evlidağ’ın altından bir tünel açılmış; su, bu tünel içinden, künklerle Kuyucak’ın içerisine kadar getirilmiş. Yakup Paşa bu su getirme işini aynı zamanda kendi hayrı gibi saymış ve hanımının ziynetlerini satarak elde ettiği paraları Kuyucak’ın su işinde harcamış.
Nihayet Kuyucak’a getirilen su kasabanın dört ayrı yerinde yapılan çeşmelerden halka sunulmuş. Bugün ise, bildiğim kadarıyla, bu çeşmelerden birisi akmaya devam ediyor ve orijinal bir kitabeyi de üzerinde taşıyor.
Kuyucak Belediyesi 186 sene önce yaşanan bu olayı belgeleyen kitabeyi ve kitabe içeriğini halkıma nasıl sunabilirim diye düşünmüş. Önce kasabanın tam merkezinde, bir küçük alanı kamulaştırmış. Kamulaştırdığı bu alanın kıyısına eski bir Kuyucak evini birebir inşa etmeye başlamış. Bu ev önündeki alana da bir meydan çeşmesi inşa etmiş. Çeşmenin her iki yüzüne de 1836’da yazılmış kitabenin günümüz alfabesiyle yazılmış biçimini koydurmuş.
Çeşme ve eski Kuyucak eviyle kasabanın tam ortasında bir kültür dokusu oluşturulmuş ve geçen zaman ve geçen zamanda yaşananlar hatırlatılmak istenmiş. Aynı zamanda Kargılı Dere boyunca Denizli asfaltına kadar giden alanda yeşil dokusuyla, yaşanılır oluşuyla bu dokunun güzelliğini tamamlamış.
Bir kitabeye dikkat eden ve bu kitabe ile şehrinin tarihi kimliğine vurgu yapmak ve yine bu kitabe ile şehrini güzelleştirmek isteyen bir belediye ile ilk defa karşılaşıyordum.
Heyecanlandım, sevindim. Bu heyecanla ve sevinçle Belediye Başkanını aradım. Onu tebrik ettim. Onun bu çalışma ile neyi hayal ettiğini bir de kendisinden dinledim. Kuyucak Belediye Başkanına : “Sayın Başkanım bu kitabelerden Karacasu’da 35 tane var. Bir de bu kitabeleri ayrıntılarıyla anlatan ve benim yazdığım bir kitap var. Size ilk fırsatta göndereceğim.” dedim.
Gördüklerimle sevindim amma Karacasu’da göremediklerim için üzüldüm. Her zamanki gibi tekrar derin bir iç sızısı duydum. Karacasu için 800 sayfa tutan 3 kitap yazdım. O kitaplarda anılar, araştırmalar, düşünceler, öneriler sundum. Divanlar, yazma eserler, Menafı’un Nâs’lar, Tercüme-i Pend-i Attar’lar buldum; Karacasu ile ilgili geçmiş zamanlara ait yüzlerce siyah beyaz fotoğraf topladım; Karacasu’nun iyiliği için bir ömrü hemen hemen KARACASU DİYE DİYE geçirdim. Yine, ne yazık ki bu kültür varlıklarını –kitaplarımda defalarca yazmama rağmen-emanet edebileceğim mesela bir kent arşivi bile bulamadım. Ne kadar enteresandı, hayallerimden biri Karacasu’da değil de Kuyucak’ta gerçekleşmişti. Sevinir misin üzülür müsün?
Bir Kuyucak yolculuğu bizi başka dünyalara taşımış, karmaşık duygulara boğmuştu. Ne diyelim zaman dediğimiz sihirbaz bize gülümsese de ona inat bu yazıyı ben de gökyüzüne savuruyorum. Bakalım usta sihirbaz onu ne zaman nerede yakalayacak.
(Yazı içeriği bütün zamanlardaki Karacasu’ya dairdir.)