0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Kurban Bayramı Sonrası

KURBAN BAYRAMI SONRASINDA

 

Kurban Bayramı bitti. Bayram bu sefer  dokuz günlük bir zaman aralığı sunduğu için Karacasu’ya dışarıdan pek çok Karacasulu geldi.

Kurban pazarında uzun pazarlıklardan sonra kurbanlıklar alındı. Bıçaklar demircide sürttürüldü. Vefat etmiş olan akrabalarımız mezarlıklarda arife günü ziyaret edildi. Onların mezarları başında ayetler okundu, dualar edildi. Mezar önündeki 5 dakikalık duruşlarda anılar denizinde hüzünle dolaşıldı. Neler neler yaşandı!

Bu bayram ben de babamın mezarını, diğer büyüklerimin mezarlarını ziyaret ettim. Babamla sessizce konuştum. Keşke şurada kalksa da bana her zamanki gibi gülümsese dedim. Ben de onun kırmızı yanaklarını okşasam, diye sızılandım. Hafize ninemin kalın etli bileklerini tutmak istedim. Amcamı görür gibi oldum. Ondan helva almak için yine 10 kuruş istedim. Kayınvalidemin, mezarı başında onun çalışkanlığını, hayatı sevişini; ama buna inat son yıllarında çektiği acı yalnızlıklarını, Kör Olacağım korkularının gözyaşlarını düşündüm. Kayınpederimi bütün yakışıklılığıyla tekrar hatırladım. “Baba, sen bizim başarılı olmamızı ne kadar çok isterdin. Başarılı olduğumuzda ne kadar çok hem de ne kadar çok sevinirdin. Bak,  biz galiba başarılı olduk. Torunların hep koca koca okulları bitirdiler, huzur içindesindir artık.” dedim ona. Yan taraftaki Muhammet Bezci amcam yine her zaman ki tonlaması ve canlılığıyla: “Enişte Bey, nasılsın?” diyordu. Gök Mustan ağabeyimle selamlaştım. Arkadaşlarımın mezarlarını ziyaret ettim. Ah İsmet Beyciğim, dedim İsmet Derici kardeşime. Mezarının ayak ucundaki iki çok güzel dörtlüğü birkaç kez okudum. Karacasu Lisesi öğretmenlerini hep onun başında topladım.  İsmet, yine usul usul bizlerle konuştu.  Hep saygılıydı, hep dikkatliydi, hep ölçülü idi. Öbür yanda Mustafa Görgülü kardeşimin mezarı duruyordu. Ne güzel de yazmışlardı taş üstüne: “Unutmak mı, asla!” diye. Kimler yoktu ki mezarlıkta. Sanki hepsi Karacasu mezarlığa taşınmıştı. Arkadaşlarım, büyüklerim, dostlarım… sıra sıra taşlar içine gizlenmişlerdi. Eh dedim kendi kendime hayat bu!  Şarkı sözü gibi: Kimler geldi kimler geçti? Kimler gelecek kimler geçecek!

Sürülerinden ayrılmış ve bir gün sonra kesileceklerinden habersiz erkeçlerin yanık sesleri arife gecesini doldurdu. Mahalledeki hareketlilik gece saatlerine kadar sürdü.

Bayram sabahı  bayram namazıyla başladı gün. Ve de bayram namazındaki tekbirlerle sürdü. Saat 8’e doğru namazdan çıkanlar hızla evlerine yöneldiler. Evin hanımı tarafından tertemiz edilen kapı önlerinden geçtiler. Yollarda karşılaşanlar tanısınlar tanımasınlar birbirleriyle bayramlaştılar.

Yine tekbirlerle kurbanlarımızı kestik. Kurban kesebildiğimiz için Allah’a şükür namazı kıldık. Bu namazda kendi sonumuzu düşündük. Gelecek bayramda bu günlerin bize tekrar nasip olması için Allah’a dua ettik.

Annemin elini öptüm. Anne Allah inşallah yine gelecek kurbanı hem sana hem de bana nasip eder, dedim. Beni büyüttüğü için ona teşekkür ettim. Ailecek bayramlaşmamız sürdü.

Ocak zaten yanmıştı. Palamut odunu közünü döktüğünde biz ciğerleri, böbrekleri çoktaannn  ateşin üstüne koymuştuk. Ardından kavurmalar, haşlamalar hazırlandı. Birkaç gün önceden hazırlanan biber turşuları ve de yufkalarla birlikte yer sinilerine kondu.

Sonra bildiğimiz ev ziyaretleriyle sürdü gitti bayram. Ama ev ziyaretlerinde de: “benim hayvan şöyle diye başlayan” muhabbetler hiç eksilmedi.

Bayram içinde işlerden başımızı kaldırınca biz ailecek yayladaki evimize gittik. Sonbahar yaylada en güzel gelinliğini giymiş bizi bekliyordu. Ayaklarımızın altında ezilen sarı yapraklar, dikenli kestane kabukları, yollara düşmüş zeytin taneleri… bu sonbaharın bolluğunu kanıtlıyordu.

Yaylaya gelenler sadece bizler değildik. Pek çok aile yaylaya gelmişti. Hatta kurbanlarını yaylada kesenler  vardı. Ta İzmir’den kalkıp gelen aileler vardı.

Yaylada İbn-i Sina Hastanesi’nde çalışan Genel Cerrah Dr. Rıza Elmas ile karşılaştım. Selamlaştık. Hoş geldiniz, dedim onlara. Doktor Bey bana: “Beni tanıyor musun?” dedi. Ben de cevaben: “Tanımaz mıyım, sen Kahveci Elmas Ali’nin oğlusun” dedim. Gözleri dolu dolu oldu. Tam o sırada babalarının mezarını ziyaret etmekten geliyorlarmış.

Peki sen beni biliyor musun, diye ben ona sordum. Tabii, dedi. uzumunkurusu sitesinden çok iyi biliyorum diye yanıtladı.

İzmir’den gelen Deveci Hasanların bağına çıktı. Sonra, ikindi olduğunda İzmir’den gelen Albay Mustafa Bezci’nin bağında buluştuk. Makbule Hanım’ın(Toyan) her zamanki cömertliği ile sunduğu pidelerden Rıza Elmas Bey, kardeşi hanımefendi, Deveci Şükür, eşi, ben, eşim bol bol yedik. Karacasu üzerine bol bol söyleştik. Sanki bütün geçmiş zamanları orada yaşattık.  Akşam ezanı vaktinin serinliği içinde dağılmak zorunda kaldık.

Ertesi günü dostlarla beraber Alemler köyü gezisi yaptık. Gezi, çok hem de çok güzeldi. Alemlerin sıcak insanlarını değişik bir dekor içinde tekrar gördük. Bahçelerde türküler eşliğinde zeytin toplayan insanları izledik. Erdoğan Orçun’un herkesçe görülmesi gereken zeytinliğini ve onun içinde her taşını kendi koyarak ürettiği yapıları gördük. Albayımla beraber bizi çok sıcak karşıladı. Onun bahçesinde kendimiz zeytin topladık.

Bayramın son günleri kasabanın bütün sokaklarını doldurmuş özel arabalar önce bagajlarını zeytinlerle, narlarla, zeytinlerle tıka basa doldurdular ve en sonunda bir bir ayrıldılar.

Sokaklar ve kasaba tekrar her zamanki yaşayışına dönerken ana babaların yüreklerinde ayrılığın hüznü kaldı.

Belediye eski başkanımız Emin Mete Bey de bunlardan biriydi. Nasılsın dediğimde : “Hocam oğlanı gönderdim, biraz hüzünlendim.” dedi. Ben de ona:  “Sağ ya sen ona bak. İnşallah kazasız belasız varacağı yere varır.” deyip onu teselli etmeye çalıştım.

Şu insanoğlu ne kadar da büyüse de bir türlü eşsiz dostsuz edemiyor, diye düşündüm. Gerçek zenginliğin dostluklarda, yardımlaşmalarda, tesellilerde, paylaşmalarda olduğunu bu bayramda tekrar tekrar yaşadım. Gelecek bayramlarda inşallah Karacasu’da buluşur; dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaşırız.

ANCAK:

Bu bayramda yaşadığım en üzücü şey ise Kahvederesi Yaylası’ndaki eski otelin yıkılmasıydı. Karacasu Yaylası’nın çok önemli bir yapısı da yok olmuştu. Hemen mal sahiplerinin damadı olan Hakan Ekiz’i buldum. Ona: “Hakancığım senin bu konularda ne kadar bilinçli olduğunu biliyorum. İnşallah yerine eskisinin aynısı yapılır.” dedim. Belediye başkanımıza giderek konuyu anlattım. Binanın eski halinde tekrar yapılması konusunda mal sahibinin isteklendirilmesini, teşvik edilmesini ondan rica ettim.

Yeni  bayramlarda buluşmak üzere saygılarımla.

Hepinizin bayramı tekrar kutlu olsun.