Bu yazımda sizlere farklı özelliği olan bir hanımı anlatacağım.
İlkokul yıllarından beri içinde hissettiği “okuma ve öğrenme isteğini” gerçekleştireceği zamanı ve fırsatı hep kollamış bir hanım Fatma Tekin.
İlkokul yılları Esençay’da geçmiş. Okuldaki öğretmeni onu hep sevmiş. Onunla karşı karşıya geçip konuşmuş. Hatta bu yalnız, karşı karşıya konuşmalarında Fatma’yı sevdiğini söyleyip durmuş. Ev işlerini bitireyim derken çoklukla okuluna geç kalmış; ama öğretmeni onun koşullarını bildiği için onu hep kollamış, gözetmiş.
Türkçe, yurttaşlık bilgisi, tarih…gibi dersleri daha o günlerde seven Fatma Tekin özellikle Türkçe derslerinde okuduğu masalların, öykülerin büyüsüne kaptırmış kendini. İçindeki okuma ve öğrenme isteği okulla birlikte daha da artmış.
İlkokul bitmiş arkadaşlarının bir kısmı ortaokula ve diğer okullara giderken çok hak ettiğini düşündüğü hâlde kendisi ev işlerinden ötürü ilkokul sonrasını okuyamamış. Öğretmeni okutulması için velisine çok ısrar etmiş. Kendi deyişiyle arkadaşları okumaya gidince kendini çok hem de çok garip, yalnız hissetmiş. Daha o yaşlarda okumayı, kendi ayakları üzerinde durmanın güzelliğini kavramış.
Çaresiz olduğu için bir şey yapamamış.
Yılar yılları kovalarken İzmir’e Necati ağabeylerinin evine gittiklerinde onun üniversiteye hazırlana kızlarıyla beraber olmuş. Onların kitaplarını görmüş. Onlar ders çalışırken o da kitapları karıştırmış. O sıralarda 13- 14 yaşlarındaymış. Ömründe ilk defa orada bir romanla karşılaşmış. Madam Bovary’nin bir romanıymış. Orada daha bir iki kitap daha okumuş. Ama tekrar köye döndüğünde ev işleri sebebiyle kitap okuyamamış.
Daha sonraki yıllarda evlenmiş.. Üç kızı olmuş. Her gün bir makine düzeniyle yapılan işler içinde kaybolup gitmiş. Tarla işi, hayvan işi, ekmek işi, mutfak işi; bunlar yetmiyormuş gibi bir de üç çocuğun büyütülmesi onu sanki yaşanılan zamandan koparmış. Sadece iş, emek ve yorgunluk olan bir dünyanın ortasında bırakmış.
İçindeki öğrenme, okuma isteği küllenmiş.
En büyük kızı Özlem okumak istediğini o günkü çocuk hâlleriyle anlatmış anne ve babasına. Her ikisi de çocuklar okusun isteği içinde olduklarından Özlem’i ortaokula yazdırmışlar. Yıllar yılları kovalarken Özlem liseyi, üniversiteyi bitirmiş. Eğitimine yakıştığı biçimde, okuyan hem de iyi okuyan bir kız olmuş. Fatma Hanım, kızının evine gidip geldikçe onun evindeki sıra sıra kitapları gördükçe İzmir’de gördüğü kitapları hatırlamış. İçindeki küllenen ateş eşelenmiş, kıvılcım olmuş, alev olmuş.
Okumak, öğrenmek arzusu yine depreşmiş. O günden beri de Fatma Hanım okumaya devam etmiş. Özlem’in okumak sayesinde nasıl değiştiğini bir anne yüreğiyle daha iyi hissetmiş. Okumanın bereketine hayran olmuş. Zaten ha desen okuyacak olmasına karşın okumak için yıllarca bekleyen Fatma Hanım Özlem’in verdiği kitapları okumaya başlamış.
Artık su kendi mecrasında akar olmuş.
Fatma Hanım bunları anlatırken onu zevkle dinledim. Temmuz sıcağına karşın evlerinin geniş terasında ışıklar içinde onunla konuştum. Ağır ağır ve az konuşan kardeşimiz ben kendimi tam anlatamıyorum dese de araya sıkıştırdığı çok güzel cümlelerle kendisini pek güzel ifade etti. KPS sınav hazırlığından gelen kızı Hayriye bize çaylar ikram etse de en güzeli annesinin tevazuuna karşın annesinin okuduğu kitaplardan bir kısmını önümüze getirmesiydi.Şaşırmamak olası değil derken Fatma Hanım, klasikleri de okudum demesin mi!
Victor Hugo’dan, Madam Bovary’den, Dostoyevski’den, Stendal’dan, Yaşar Kemal’den ve nicelerinden söz ediyordu.
Ben her zaman derim hayat sürprizlerle doludur, diye. Bu kadarını da beklemiyordum. Romanlar üzerine söyleştik. Biraz çekingen davransa da konuşturdum onu. Roman kahramanlarının benzerlerini bazen yaşamın içinde görüyor musun, romanları okurken kafanda kendi sinemalarını oynatıyor musun, diye sordum. Tam da okumuş, anlamış, yorumlamış bir okuyucunun cevaplarını aldım.
Ama dedim, okumanın faydaları yanında zararları da vardır, insan fark ettikçe bazen bunalır, bazen kızar. Sen ne yapıyorsun, diye sordum.
Tam da öyle dedi. Bazen çok bunalıyorum. Kitabın dünyasından çıkamıyorum. Olayın içinde bir insan oluyorum, dedi.
Ben de boş verrr, fark etmek her zaman güzeldir, dedim ona.
Yanımızdan kalkıp odaya giren evin babası elinde bir kitapla döndü. YORGUN MAYIS KISRAKLARI isimli kitap elindeydi. O da onu okuyormuş.
Bir köy evindeydim. Önümde okunmuş kitaplardan bir yığın ve yanımda çocukluğundan beri içindeki okuma ateşini hiç söndürmeyen Fatma Hanım vardı.
Çaydan bir yudum aldım. Birkaç saniye duran konuşmamızın ara yerinde neler düşündüm neler. Karşıda Esençay’ın yeşil bahçeleri uzanıyordu. Rüzgâr bir başka ferah esmeye başlamıştı. İçim ferahlamıştı.
Japonya’da her gün 100 kişiden 62’si, Almanya’da her gün 100 kişiden 48’i gazete okurken benim ülkemde 100 kişiden sadece 5 kişi gazete okusa da bir umut ışığı gördüm diye sevindim.
Dünyada en fazla kitap okuyan ülkelerin başında yüzde 21 oranıyla İngiltere ve Fransa yer alsa da; bu ülkeleri sırasıyla Japonya yüzde 14’le, Amerika yüzde 12’yle ve İspanya yüzde 9’la ile takip etse de benim ülkem Türkiye ise Avrupa’da binde bir okuma oranıyla son sırada yer alsa da bir okuyan ev gördüm diye sevindim.
Şair ne güzel söyler: Umuda kurşun işlemez gülüm.
Biz bu dost köy evinin içinde huzur bulduk. Tam da sönmek üzereyken bir umut kandilini tekrar uyandırdık.
Komşularının kızı Fatma teyzesini başkalarına ne kadar çok kitap okuyor diye anlatıp Fatma teyzesiyle onurlanırmış. Haklı hem de çokkk haklı.
Sağ olasın Fatma Tekin Hanım okuduğun için,
Sağ olasın Özlem Tekin kızım annenin önüne kitaplar koyduğun için
Sağ olasın Özcan Bey eşine kitap okuma şansı sunduğun için ve
Sağ olasın Hayriye Tekin sen de okuduğun için.
|
|