Bir atasözümüz var: “Kel ölür sırma saçlı olur. Kör ölür badem gözlü olur” diye.
Bir insan ölünce o insanın yargılamasını yapar toplumumuz. Bunun en somut ifadesi de cenaze namazlarında ortaya çıkar. İmam:
“Merhumu nasıl bilirsiniz?” diye sorar. Cemaat de hiç fire vermeden “İyi biliriz.” diye yanıtlar imamı. “Olan olmuş ölen ölmüş, bundan sonrası Allah’ın bileceğidir, bize zaten bir şey düşmez ki…” anlamındadır bu ifade. Daha çok öteki dünyaya aittir. Biraz da cemaatin kendi kaderini hatırlaması, ben öldüğümde acaba bana ne diyecekler korkusunun karşı ifadesidir bu. Bütün bunlara rağmen imamın sorusuna “Bek hakkımı helal etmiyorum.” diyenler ara sıra çıkmıyor değil.
Bunu da nereden çıkardın cemaatin içinde “ çoluğu çocuğu, damadı, sevenleri var. Onların ‘iyi biliriz’ şeklindeki içten, gözü yaşlı ifadeleri ne olacak?” diyebilirsiniz. Onlara zaten sözüm yok. Ötekilere de sözüm yok. Sözüm camiden çıkıp da kahveye oturdu mu insafsız terazilerde öleni tartanlara, öleni adaletsiz duruşmalarda yargılayanlara.
İnsanın veya o toplumun kalitesi, felsefesi tam da böyle anlarda ortaya çıkıyor. Dedikodu çamuruna düşmüş insanlar için ne diyebiliriz ki… dedikodu ettikleri için zaten değersizdirler. Artık bu dünyadan tamamen kopmuş bir insanı eksikleriyle konuşmak o kişilere ne kazandırır bilinmez! Ama içlerinde bir boşluk, kendilerine güvensizlik vardır. Özgüvenleri yoktur ve kendilerinin değersiz olduğunu bilinçaltlarında gayet iyi bilirler. Her dedikodu cümlesi, her dedikodu kelimesi sadece kendilerinin bildiği kendi eksikliklerini örtme çabasıdır. Söylenen her negatif cümle aslında kendilerini de tanımlamaktadır.
Bir öleni övenler hatta olduğundan daha değerli göstermek isteyenler de vardır. Ölen kişi sağlığında kuvvetle muhtemel bu övgü dolu cümleleri o kişiden hiç duymamıştır. Ölenin bir başarısı konuşulmamıştır bile. Yakınımızda bulunan insanları zamanında gereğince değerlendiremeyen kıymetini takdir edemeyen insanların işidir bu.
Hatta daha öteye gitmişiz, bir de atasözü üretmişiz toplum olarak: “Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur” diye.
Ne demek bu, bir düşünelim. Birinci anlamını şu:
Kelin sırma saçlı olması için mutlaka ölmesi gerekir. Öleceksiniz ki insanlar sizi göklere çıkarsınlar. Ölmeden asla size güzel şeyler söylemeyecekler. Bunu yaparken de abartacaklar. İkiyüzlü, kadir kıymet bilmeyen bir anlayış bu.
İkinci anlamı da şu:
En yakınımızda bulunan kasabamızdaki, mahallemizdeki… bir insanı kaybettiğimiz zaman, üzülür ve o kişinin güzel özelliklerini düşünürüz. Onun en ufak bir üstünlüğünü, güzelliğini, başarısını yıllardır hatırlamamamıza rağmen o ölüm anında hatırlarız. ”İyi insandı, bize lazımdı…” gibi cümlelerle aramızdan uçup gidenleri yeis içinde anarız.
Kastım da, anlatmak istediklerimin özü de tam bu ikinci anlamın içinde.
Şimdi size bir soru sorayım. Madem Karacasuluyuz sorumuz da Karacasu’ya dair olsun. Sorum şu:
Karacasu’nun içinde; sözüyle, yaşayışıyla, fikirleriyle, eylemleriyle seçkinleşmiş kaç kişi sayarsınız? Bu soru sadece size sorulan bir sorudur ve Karacasu’da böyle bir insan yok anlamında asla değildir.
Hele hele akrabanız, çok yakınınız olmadığı hâlde sevdiğiniz, beğendiğiniz, takdir ettiğiniz ve bu özelliklerini o kişinin yüzüne söyleyebildiğiniz kaç kişi sayabilirsiniz?
Cevabınızdaki isimler ne kadar çoksa o kasaba ve siz çok değerlisiniz demektir. Alicenapsınız, demektir.
Ölen ölmüş, giden gitmiş ölümden sonra söyleseniz ne olacak? Ne faydası var o kişiye?
Bana çok komik gelen bir uygulama daha vardır. İnsanlara hizmetiyle, bilim başarısıyla, sanattaki başarısıyla hizmet etmiş, seçkinleşmiş bir kişi öldü mü adını sokaklara, meydanlara veririz. Ne kadar acımasız oluyoruz. Sanki: ”Bak kardeşim tamam sen bize hizmetler ettin, insanlık için uğraştın didindin seni şimdi tebrik edemem. Sen öl. Sonra biz ahlar vahlarla seni anarız, sokağa, parka, meydana ismini veririz.”
Tam da böyle olmuyor mu? Lütfen düşünün.
Oysa değerli insanların ne sokaklara isimlerinin verilmesine ne de kendilerine şiltler verilmesine ihtiyaçları vardır. Onlar uçurtma ettikleri hayallerini seyrederler. Kendilerini kendi aynalarında gözlerler. Yaptıkça, yazdıkça, çizdikçe, ürettikçe sadece kendi içlerindeki sevgililerine sunarlar bunları. İçlerindeki sesi(hatif-i gayb) dinlerler. O ses mutlu eder onları.
Körü badem gözlü yapmaya gerek yok. İnsanlara kendi güzelliklerini söylemek için onların ölmelerini beklemeye de gerek yok. İmamı beklemeye hiç gerek yok!
İşte hep beraber yaşayıp gidiyoruz. Sevelim, paylaşalım ve karşılıklı birbirimize güzelliklerimizi söyleyelim.
Cennet’i öbür dünyalarda ararken bu dünyada cenneti kurmamız gerektiğini ise, hiç, ama hiç unutmayalım.