KARACASU’YA BİR MEKTUP VAR
1980’de postahane müdürü olarak atanan Ali Can Bey’in(Allah ondan sevgisini esirgemesin) oğlu Özkan Can ailesiyle beraber Karacasu’ya gelir. Çanakkale Çan’dan ortaokul ikinci sınıf öğrencisi olarak ayrılır. Bu ayrılık onu Çan’daki mahallesinden, okuldaki arkadaşlarından koparır. Özkan duygulu, dikkatli bir çocuktur Karacasu’ya geldiğinde. Çan’ı unutmasa da bu sefer yepyeni bir kasabada yepyeni arkadaşlarla tanışır. Karacasu’yu, komşularını, öğretmenlerini sever.
Özkan Can şimdilerde bir inşaat şirketinde. Yazıyor çiziyor. Ben geçmişteki öğretmeni şimdiki arkadaşı olarak en çok yazıp çizmesine hele hele şiirle uğraşmasına çok çokkkk sevindim.
Zahmet etmiş sitemize güzel bir yazı ve de şiir yollamış. Şiirini diğer bölümde okuyabilirsiniz. Gönderdiği fotoğraflarda da o günün Karacasulularını Ali Can’ı, Safiye Atıcı ablamızı, Hulusi Apak’ı, Sancak kardeşimizi, Postacı Süleyman kardeşimizi, H.İbrahim Atıcı… ağabeyimizi bulabilirsiniz.
Emekleri için Özkan Can’a teşekkür ederken ona saygılarımı sunuyorum.
1980 YILINDA KARACASU
1980 yılında orta 1’ de okuyorum. Çanakkale ili Çan ilçesi doğduğum yerde yani. Babam posta hane de şef Ali CAN. Bir cumartesi günü kahvaltı masasındayız. Annem Sevinç, kardeşim Erdener’ le beraber.
Birden babamın anneme: ‘’Hazırlan Hanım, tayinimiz çıktı müdür olarak. Karacasu’ ya gidiyoruz ‘’dediğini dün gibi hatırlıyorum. Müdürlüğü anladık da Karacasu nere onu anlayamadım; ama güzel bir yerdir inşallah diye düşünmüştüm. Amcamla ortak olduğumuz kamyon ilk defa bir işe yaradı. Ne hikmetse hep ya tekerleği patlardı ya da arıza yapardı, her iş dönüşü eve para getirmesi gereken zamanda.
Anacağızımın da toplan yayıl macerası o zaman başladı (takriben 12 kez). Apar topar toplanan eşyalar arabaya yüklendi, annem babam ve kardeşim de arabanın önünde, bir iki el sallama ağladım mı evet galiba ağladım; çünkü hepsinden ilk defa ayrılıyorum aynı anda. Arkalarından su serpmeyi ben akıl ettim ne hikmetse. Ve ortaokul un 2. yarı dönemi bitip okul un kapanması ile birlikte büyükbabam beni paket edip İzmir arabasına bindirdi. Nasıl heyecanlıyım anlatılacak gibi değil. Yeni bir yer yeni bir okul, yeni arkadaşlar biraz da havalıyım yani babam müdür ya …
Babam rahmetli İzmir de karşıladı beni. Karacasu arabasının en ön koltuğuna oturduk o 1 numarada ben 2. Acayip heyecanlıyım içim içime sığmıyor. Aydın, Nazilli, Kuyucak derken yeşillikler içinde Karacasu.
İlk başta yeşilin bu kadar tonu mu varmış diye düşündüğümü dün gibi hatırlıyorum. Mevsimlerden ilkbahar, doğa bütün haşmeti ile bildiği bütün dillerle merhaba diyor. Ağaçlar, çiçekler ve ekilmiş tarlalar, yeni yetme taze bülbül ve köylü kuşları ile birlikte bir türkü tutturmuş, günün en güzel şarkılarını söylüyor. Sanki büyülü bir fırçanın çizdiği sihirli bir resim ağır ağır netleşmekte ve beni içine çekmekte.
Hemen fark etmiştim daha çocuk hislerimle geride kalan dünya ile burası çok farklıydı. Ve zaman beni haklı çıkaracaktı.
Böyle başladı bizim Karacasu maceramız. Hemen posta hanenin arkasındaki lojmanda oturuyorduk. Ve çok güzel bir bahçesi vardı arkada. Bayaaa bir uğraşmıştım güvercin besleyebilmek için hatta, babam rahmetli bir kafes bile yaptırdı ben çok isteyince. Ama bir kez bile kuşları uçurup şöyle zevkini süremedim. Beceremedim işte. Şimdi bile merak ederim ben o kuşları neden alıştıramadım, nerde hata yaptım diye.
Bitişiğimizde komşu Nezahat teyzeler. Kızları Aysun ve Fisun. Annemle çoktan kanki olmuşlar. Ya onlardayız ya bizdeler. Nezahat teyze felaket aşçı. Bir bumbar dolması yapıyor akıllara sakat. Sorgu sual ‘’ müsaitseniz gelebilir miyiz filan yok’’‘’huuuuu komşu dedin mi ‘’ iş bitiyor. Sihirli bir kelime sanki. Nezahat teyzenin az yemeğini yemedik .Bilmem hayatta mı ? Dilerim Allah uzun ömür verir. Allah ondan razı olsun. Fisun daha küçük Aysun’dan. Zannedersem hiçbir şey den çekmemiştir kardeşim den çektiği kadar. Kardeşim o zamanlar kendini mohikan kızıl derilerinden sanıyor ve Fisun ya esiri oluyor ya nişan tahtası.
‘’Fisuuuuunnnnnnn sakın kıpırdama şimdi kafandaki elmayı vuracağım okla’’ diye kardeşimin bağırması ‘’azcık deli olduğunu düşündürdüm kardeşimin o zamanları’’.
Ve Fisun’un uzun adımlar la evlerine doğru tabanları yağlaması, sarı uuuppp uzun saçları beline kadar da belik yapardı. Ve iyi bir koşucu olacağı belli idi kim bilir şimdi nerelerdedir Fisun kardeşimiz.
Ve hemen yolun karşısında gene postahane de çalışan Abdullah amcalar. Ramazan ayında beni karşı mahalleye camiye teravih namazına götürüşünü dün gibi hatırlıyorum. ‘’40 rekat demi Abdullah amca ‘’ diye 10 defa sorardım. Her seferinden belki azalır diye, çocukluk işte. İlk günlerin şaşkınlığı geçince bazen kendimi doğma büyüme Karacasulu zannederdim. Normaldi; çünkü herkes o kadar içten ve samimiydi ki. Oraların da âdeti; ama bir defa beraber yemek yenecek ,beraber oturulacak, kahve içilecek büyükler muhabbet edecek küçükler fazla yaramazlık yapmadan oynayacak. Abdullah amcanın karısı da felaket aşçı. Herkes kafaya koymuş bizi semirtecek. Kurban Bayramı’nda yediğimiz güveç in tadı damağımda hâlâ. Ne insanlardı ama…
Postahane de bir tane bisiklet vardı. Bisan marka. Bakıyorum etrafta kimse yok. 2 saniyeyi alıyor bisiklete binmemle kaybolmam. Memurlardan Süleyman abi ile odacı Hulusi abi biraz bozuluyorlar bana; ama fazlada belli etmiyorlar, ama ben anlıyorum. Daha sonra bisiklet mobiletle değişiyor ve işin keyfi biraz daha artıyor.
Offffffffffff bee özgürlük gibisi var mı ? O zaman başlamış herhalde bende motosiklet tutkusu, hâlâ da devam ediyor…
Ve Karacasu’nun simgesi bardakları yapan Hamdi Kirişçi amcam. Onun hakkında ben söyleyecek çok söz bulamıyorum. Anadolu zanaatkârı ağır başlı ve mağrur. Hanımı ile öle çok konuşmuyor bile. G özleri ile anlaşıyorlar. Babamın en iyi arkadaşlarından biri. Beni oturtuyor bardakları yaptığı sehpaya. Ayaklarım yetişmiyor tekerleği döndürmeye. Koca adam eğilip kendi döndürüyor, ben şekil vereyim çamura biraz hoşnut olayım diye. Onlarla da sorgu sual yok bir parça ekmek varsa bölüşüyoruz. Bu arada Hamdi amca arkaya kuyu yapmış kuzuyu kuyuda pişiriyor. Yani fazla söze gerek yok.
Ve iki güzel insan Mehmet Acet amcam la Sevgi teyzemiz ve çocukları Koray ne yakışıklı kerataydı , Bu günün Behlül’ ü solda sıfır kalır. Sevgi teyzemiz Samsunlu son derece temiz ve her zaman bakımlı. Mehmet amcamızda esmer upuzun boylu ve her zaman neşeli. Hep beraber gidilen yayla maceraları, deniz maceraları ve sonu gelmeyen içi kahkaha dolu muhabbetler. Her kesin evde yaptığı Allah ne verdi ise ortaya koyup çoluk çombak saldırışımız.
Bu bize has Anadolu’ya has paylaşma kültürünü ben Karacasu da gördüm. Senelerin ilmik ilmik ördüğü dokuduğu bu canım yapıyı.
Sonra okul zamanı babam beni okula yazdırdı orta 2’ den devam edeceğim. İlk dersimiz de edebiyat öğretmenimiz sınıfa girdi, o kendini Hüseyin Kuruüzüm diye tanıttı. İlk günden, tertemiz giyinişi bakımlı hâli bir de mavi gözleri çekmişti dikkatimi. Sıra bana gelince: ‘’Çanakkale Çan’ dan, Özkan Can ‘’ dememle sınıf koyuverdi kahkahayı . Ne diyebilirim ki hepsi kafiyeli işte. Kulaklarıma kadar kızardığımı biliyorum. Değil mi Şenol aynen böölee olmuştu…
2 sene kaldım aranızda; ama çok şeyi unutmadım. Sınıf arkadaşlarımı hep merak ettim. Ayfer ‘i, Üzeyir ‘i , Ayla ‘yı, Fatma Dere ‘yi , İsmail Büyükgümüş’ü, Ali Akyol ‘u , Şenol Şen ‘i ve diğerlerini . Beni resimden bırakıp polis kolejline gitmeme engel olan Hatice Düzağaç öğretmeni, İngilizce öğretmenim Rahşan Hanım’ı ve onu masa tenisinde hep yenişimizi, onlarla beraber kuzukulağı toplayışımızı, bizim kulaklarımızı çekip duran tarih öğretmenimizi, ve tabii ki Beyefendi Tamer öğretmeni hiç unutmadım.
Voleybol turnuvalarını ,Ali Aytaç abimizi bana smaç nasıl yapılır o öğretmişti. Elini yumruk yap ne tarafa döndürürsen elini top o tarafa gider. Hakikaten de öyle idi.
Şimdi Hüseyin öğretmenimizin sitesi sayesinde tekrar görüşmeye başladık onunla. Değişik bir duygu bu. Yıllardır kaybettiğin senin için değerli bir şeyi aniden bulunca,insanın bir yüreği kalkar ya öyle bir şey işte…
Aslında öğretmenimiz Hüseyin Kuruüzüm kendine yakışanı yapmış ve kurduğu site aracılığı ile içerdeki ve dışarıdaki Karacasuluları birleştirmiş. Görebildiğim kadarı ile hem iş adamlarımız var hem de akademisyenlerimiz.
Bu tüm Karacasululara ve kendini Karacasulu sayanlara çağrımdır.
Gelin bu güzelliğe, bu kültüre sahip çıkalım. Karacasu’yu marka yapalım. Yapabilir miyiz diye düşünmeyin, gereken sadece biraz gayret. Merak etmeyin un da var şeker de, geriye kalan azıcık istek . Bizim tepeden yuvarlayacağımız bir parça çakıl taşı aşağıda kocaman bir çığ olacaktır. Buna ben inanıyorum sizde inanın. Karacasu’da bunu yapacak her türlü alt yapı mevcut.
.
Ben sözlerime şimdilik son veriyorum. Tüm Karacasuluları sevgi ile muhabbetle selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.
ÖZKAN CAN