KARACASULULARA SU BİLE VERİLMEZMİŞ(!)
Karacasu’nun geçmiş zamanı ile ilgili merak hepimizde vardır. “Karacasu ne zaman kurulmuştur? Kurulduğu zaman nasıl bir yerdi? Kimler, niçin bu coğrafyayı seçmişlerdi? Atalarımız kimdi?” gibi sorulardan sonra belki kendi aileniz için de aynı soruların benzerlerini sorabilirdiniz. Mesela: “Benim sülalem kimlerdendi? Nereden gelmiştik? Gerçekten Karacasulu mu idik, yoksa yüzyıl önce atalarımız Karacasu’ya gelmişler de benim ailem onların devamı mı? Bizim aileden başarılı kimler varmış?”
Gerek kasabamızla ilgili gerek kendi ailemizle ilgili olan bu ve buna benzer sorular bütün insanların ortak sorularıdır. Nitekim insanoğlu: “ Ben kimim sorusuyla birlikte ben kimlerdenim, nereliyim, kimlerle yaşamışım ?” gibi sorularla kendini, ait olduğu aileyi, ait olduğu memleketi belirginleştirmek ister. Aidiyetini sorgular. Bu sorgulama, onu mutlu eder. Var eder. Akıp giden insanlık seli, sonsuz zaman ve uçsuz bucaksız mekân içinde sanki bir işaret noktası oluşturur insanoğlu kendisine. İnsan, kendini büyük bir boşluktan, yalnızlıktan böylelikle kurtarır.
Arşivler, etnografik unsurlar, müzeler, kitabeler… hep geçmişin bilinmesi için vardır. Bir bakıma bu unsurların hepsi, unutmak dediğimiz insansı zaafımıza karşı geçmişle bugünü birbirine bağlayan ve sonsuza akıp giden insanoğlunun kendi geçmişiyle bugün arasında devamlılık sağlayan unsurlardır.
Viyana’yı gezerken rehberimiz bu kentte 100 tane müze ve bir o kadar da kütüphane vardır demişti de rehberin etrafında kümeleşmiş bizler şaşırıp kalmıştık. Zaten Avrupa’nın hangi kentine giderseniz gidin bırakın müzeleri 300, 500 yıllık sokakların, mahallelerin hatta eski kentlerin komple korunduğunu, yanlarına yeni kentler yapıldığını görürsünüz. Mesele Floransa Belediyesinin bulunduğu bina 700 yıllık bir binadır ve Floransa Belediyesi kurulduğundan beri o binada hizmet vermektedir. Geçmişte yaşanan ve ortak değerleri besleyen pek çok olay heykellerle, kabartmalarla hatta olayın geçtiği tam o yerde, caddenin üzerine, anlamlı işaretlerle , anlamlı küçük yapılarla işaretlenmiş.
Sözüm bunlar için değil biliyorsunuz. Sözü Karacasu’ya getireceğim.
Karacasu’da geçmişi yansıtan, atalarımızın yaptıklarını, yaşayışlarını hatırlatan öğeler var mıdır? Varsa ne kadar vardır ? Var olanlar ne olmuştur? Belediyeler arşivler oluşturabilmiş midir? Sivil örgütler; dernekler, mesleki kuruluşlar toplum hafızasının canlı tutulabilmesi için ne yapmışlardır? Mesela 50 yıl öncesinin bayramlarını gösteren fotoğraflar, 100 yıl öncesinin bir gelin takunyası, 150 yıl öncesinin kadın kıyafeti, 80 yıl öncesinin belediye meclis zabıtları, yazma eserleri, Dokumacılar Kooperatifinde işlenen bir ipek peştamalı, bir havlusu, 50 yıl öncesinin bir dokuma tezgâhı örneği… var mıdır?
Cevabı siz de biliyorsunuz. Bunların büyük çoğunluğu yoktur.
Bunlar olmadığı için de biz kimiz sorusunun cevabını sadece: “1900 bilmem kaç doğumlu, bilmem şunun oğlu Ali’yim,Veli’yim.” diye cevaplıyoruz. Doğrudur da , bu cevap bizim; gelenekleri, mücadeleleri, sevgileri, türküleri, masalları, becerileri, başarıları,yaratıları tanımlanmış hangi toplumun devamı olduğumuzu anlatmaz. Sadece, Karacasuluyum, deriz.
Karacasuluyum derken; tutumlu oluşumuzun, bazılarının yermek için söylediği buçukçuluğumuzun, bilindiğinin tam aksine büyük yardımseverliğimizin köklerini açıklayabilmemiz, bu özelliklerimizin; tarihî, sosyal, kültürel gerekçelerini bilmemiz gerekir. Mesela: “Ben; yardımsever, toplum bilinci olan bir toplumda büyüdüm. Bunun köklerini sana 1728 tarihli Çarşı Minaresi Kitabesi’nde, 1949 tarihli Karacasu Ortaokulu Kitabesi’nde, 2000 tarihli Vakıf Kitabesi’nde gösterebilirim diyebilmeli insan. Ve de son yıllarda Karacasu’da daha da belirginleşen sosyal dayanışmanın ve bireysel yardım duygularının ve eylemlerinin; Anadolu Lisesinin, Vakıfın kuruluşlarının ve Yüksekokula katkıların aslında Karacasu tarihinin içinden süzülüp gelen bir yüce davranış olduğunu bilmeli insan. Yine tutumlu oluşumuz ile coğrafya arasındaki ilişkiyi açıklayabilmeli. Hiçbir zaman tutucu olmayan karakterimiz ile antik Afrodisias arasındaki ilişkileri açıklayabilmeli. Çarşı Camisi’nin içindeki ve dışındaki duvar resimleri ile antik kültür arasında geçiş olup olmadığını bilebilmeli. Bilebilmeli de Karacasu kitabelerinin pek çoğunda bulunan BU YAPININ BİR BENZERİ YOK iddiasının bugünkü Karacasululara nasıl bir rota çizdiğini tartışabilmeli.
Bütün bunlar için kültür çalışmaları gerekir. Bu çalışmalar, arşiv, müze çalışmalarından tutunuz da konferanslara, sempozyumlara kadar uzar gider. Anlatması uzun, emeği çok, uzun soluklu işlerdir bunlar. Ülkemiz ve Karacasu , kültür çalışmalarına gereken önemi verdi mi sorusunun cevabını bugünkü toplumsal ve siyasal ilişkilerdeki, ekonomik göstergelerdeki başarılarımızla veya başarısızlıklarımızla yanıtlamak gerekir.
Karacasuluyum demek, bilinç ve bilgi ister. Bu sadece Karacasu için geçerli değildir. Kuyucaklıyım, Çineliyim… demek de aynı bilgiyi ve bilinci gerektirir.
Arşivlerinizden, müzelerinizden, kitabelerinizden, yazma eserlerinizden, yapılarınızdan yaratılarınızdan, şairlerinizden, sanatçılarınızdan, konferanslardan, sempozyumlardan beslenen bir bilinçle şuralıyım, buralıyım derken kendi hamurumuzu da kendimiz şekillendiririz.
Ve yine bu sayede:
www.uzumunkurusu.com isimli sitemize gerçek ismini saklamak gibi özgüvensiz ve kişiliksiz bir davranışla ,yazdığımız yazıyı bile anlayamayarak, Karacasulular hakkında: “Karacasulu olmak;buçukçu olmak,komşusunda var olan ürünü yabandan almak,yahudilerden daha çok paraya düşkün olmak,birlik ve beraberlik olamamak, Karacasuluya yağmurlu havada su vermemek lazım aslında.” diye yazıp da cahilliğini, karakter zaafını ortaya koyan o kişinin yetiştiği ortamın kalitesini değerlendirmiş oluruz ve nereli olduğunu da gayet iyi bilebiliriz.
Not: Kırmızı ile yazılan bölüm yazım olarak hiç değiştirilmeden alınmıştır.