0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Karacasulu Karınca

Saygıdeğer Hocam,

Edebiyat bölümünde okuyan bir öğrenciyle sohbet ederken konu açıldı, sordum. Bostan’ı, Gülistan’ı(1), Baharistan’ı(2), Kelile ve Dimne’yi(3) Leyla ile Mecnun’u(4) ve dahası Mesnevi’yi(5) bile okumamışlar. “Biz daha o konulara gelmedik” dedi. Kendimi hatırladım, Siyasal Bilgilerde okudum, Ermeni meselesini, Kıbrıs meselesini ve daha neleri… Sonradan kendim öğrendim. Demek ki okul yetmiyor. Bizler; Batılı yazarların, Şark İslam klasiklerinden esinlenip yazdıklarını, onların zannederek okuyoruz. Bu eserlere dikkat çekmek bakımından; Hacc’a gitmeye niyet eden karıncaya bir hikâye yazdım.

Karacasu’dan yola çıkan o kadar çok karınca var ki; Almanya’da, Japonya’da, İstanbul’da, İzmir’de…O yüzden hikâyenin adı “Karacasulu Karınca”. Nasıl ki, bir kurt sürüye saldırınca, hangi kurt demeden bütün kurtların peşine düşülür, hepsi birden suçlanır. Karacasu’dan bir karınca da Hacc’a giderse; Karacasulu bir karınca Hacc’a gitmiş denir. Başarı, hem Karacasu’ya; hem de Karacasu’daki bütün karıncalara mal edilir.

Yapmak istediklerimiz vardı. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir dedik. Kendi kendimizi engelledik. “Hangi hayalimizin peşinden koşabildik? Kanatlarımız vardı, özgürce uçabilirdik. Uçmadık, kanatlarımızı körelttik. Önyargıların çepeçevre kuşattığı düşüncelerimizi, daha doğmadan yitirdik. Yapamam, olmaz, eller ne der?  dedik. Kendimizi ne kadar yaşayabildik. Biz, ne kadar kendimizdik? Kararlarımıza ne kadar sahip çıktık?” sorularını çağrıştıran bir hikâye.

Karınca, kararınca bir şeyler yapmış. Sen insanlar için bugün ne yaptın? Dünden bu güne kendine ne kattın? diye sorgulayan bu hikâyedeki karıncanın niyet ettiği Hac da, sembolik olarak; kimine bir önyargıyı kırmak, kimine kitap yazmak, kimine peşine düştüğü bir hayale ulaşmak, istediği bir şeyi çalışıp başarmak, kendisi olmaktır.

Sitenize uygun görürseniz yayınlayabilirsiniz.

Selam ve saygılarımla…(Mehmet Ali ÇETİN)

 

 

 

KARACASULU KARINCA

Ben dedemden duydum, dedem dedesinden duymuş. Dedesi de kimden duyduğunu unutmuş. Olan bitenin aslı da şuymuş:

Vaktiyle, içinden şırıl şırıl dereler akan; yeşillikler içinde, şirin mi şirin, Karacasu adında bir kasaba vardı. Taş döşeli yollar bahçeli evleri birbirine bağlardı ve evleri birbirinden taş örme duvarlar ayırırdı.  Kırmızı kiremitlerin altında hayat vardı, mutluluklar paylaşılırdı. Kasaba Karıncalıdağ’ın beline yaslanmıştı. Akşam güneşi Karıncalıdağ’ın ardına akardı.

Bu dağın eteklerinde yaylalar; yaylalar içinde zeytinden tutun; elma, armut, erik, üzüm ne istersen vardı. Yer yeşil, gök mavi, bulutlar bembeyazdı.  Rüzgâr bir yandan kekik, bir yandan çam kokusu taşırdı. Bir de bu dağa adını veren karıncalar yaşardı. Yuvalarından yollar yapar, ip gibi dizilir; çalışır, çalışır, çalışırlardı.

Bu karıncalar içinden, sıradan bir karınca; herkes gibi günü güne eklerdi. Zaman su gibi akıp giderken, o da çalışır çabalar, her günü aynı geçerdi.

Derken bir gün, cismi isminden ibaret olan bilge kuş Simurg’un(6) meclisinde karıncadan bahsedildiğini duydu, sonra da kulak misafiri oldu;

Halil İbrahim Peygamber için, O Nemrud’un(7) yaktırdığı ateşi söndürmek için su taşıyan bir karıncadan bahsediliyordu.

Görenler ona demişler ki: “Aklını mı yitirdin sen. Bu kadarcık su yangını söndürmez. Yaklaşamaz, sen de yanarsın. Senin bu taşıdığın su olsa ne olur, olmasa ne olur.Boşuna uğraşıyorsun.”

Karınca demiş ki: “Yanarsam da bu mübarek yolda yanar, şehit olurum. Sen ne yaptın diye soran olursa, elimden geleni yaptım derim. En azından tarafım belli olur.”

Nitekim o, ateşe: “Ey ateş, İbrahim’e serin ve zararsız ol!” buyurulduğunu işitti.

Sonra da o: “ Din direği İbrahim için su taşıyan karınca ben olsaydım” diye iç geçirdi.

Bu duyduklarından sonra; epey bir zaman bu meclise devam etti.  Yine bir sohbette:

Süleyman Peygamberin cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları, Karınca Vadisi’ne vardıklarında bir karıncanın: “Ey karıncalar! Haydi, yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu fark etmeyerek sizi kırıp geçirmesin.” diye bağırıp, hem karıncaları ezilmemesi için uyardığını, hem de Süleyman Peygamber’in ordusunu karıncaları ezmek günahından kurtardığını duydu.

Sonra da Peygamberin duasına vesile olduğunu ve bu olayın geçtiği sûrenin adına da Karınca Sûresi dendiğini duydu. Keşke dedi yine; o kutlu karınca ben olsaydım.

Karıncalara ait daha birçok hikâye dinledi. Duydukları kafasında yer etti.

Derken bir gün, Yedi Uyurların(8) yoldaşı Kıtmir’in(9) hikâyesini dinledi. Köpeğin de; o iyilerden sayıldığını ve onlarla birlikte Cennet’e gideceğini işitti. Gönlüne bir ateştir düştü. Köpek dahi, sevgiliyi sevdi, iyilerin yanında “kişi sevdiğiyle beraberdir” kutsal sözünün sırrına erdi. Karınca Kıtmir gibi olmak, bir gönle girmek diledi.

Bir daha o meclise uğramadı. Bilgiden nasibini almıştı. Çok değişti, eskisi gibi değildi. Günler geçmez, çalışmak çabalamak yetmez oldu. Yokluk nasılsa gelip çatacak bize. Bu yerde kimsecikler varlığımızdan haberdar olmadı. Yokluğumuzdan da olmaz. Kuru kuru yaşamak akıl işi değil dedi. Buralar bana haram oldu, bir şeyler yapmam lazım dedi. Bildikleri duyup öğrendikleri boş yere değildi. Bir zaman düşündü taşındı, sebepsiz yaprak kımıldamaz diyerek; yaşadıklarında bir hikmet aradı.

Çokluktan el çekti. Sonunda, daha önce hiçbir karıncanın girmediği yola baş koydu.

Ben de âlemin sevgilisinin toprağına yüz süreyim. Elden ayaktan düşmeden, kutlu, mübarek bir iş tutayım deyip. Hacc’a gitmeye niyet etti.

Karıncalar arasında haber tez yayıldı. Duyup görenler ne demedi, ne demedi! Olan dili döktüler. “Gel dediler, etme eyleme, sen karıncasın. Hepimiz gibi karıncalık yapmalısın. Aklını başına al, senin bu yaptığın ne duyulmuş ne de görülmüş bir şeydir. Eski köye yeni âdet getirme, âdeti ibâdete çevirme. Bizim kaderimiz bu, biz çalışıp çabalayıp ibret oluyoruz zaten. Karıncalığını bil, daha önce hiç girilmemiş bir yola koşuyorsun. Gittiğin bu yol yol değil, kötü yolda önden giden olma.”

Önce iyi söylediler, tatlı dil döktüler. Çaresiz kalınca kötü söylemekte çare aradılar.

Gelgelelim, Karınca Nuh dedi, peygamber demedi; hiçbir söz kâr etmedi. Hiç kimse onu yolundan edemedi.

Karınca öğüt verenlere, söz söyleyenlere: “Ben öğüt dinlemiyor, ibret almıyor değilim. Aksine dinlediğim öğütlerden ötürü bu hâldeyim. Bunları beni düşündüğünüzden söylüyorsanız, bilin ki ben zaten kendimi düşünmüyorum. Mademki dedi, hepiniz için bu tuttuğum yol kötüdür. Kötüden misal olmaz, olsa da emsal olmaz. Gidemezsin diyorsunuz, öyleyse gitme demeniz boşuna.”

Niyetle başlar ibâdet deyip, kararını vermişti. Nihayet vakit geldi. Karınca hacıların kervanına koştu.

Karınca bildiğinden bir adım geri atmayınca, diğer karıncalar toplanıp yeni çareler düşündüler.

İçlerinden biri dedi ki: bu iş yılanın işi, yılan onu ikna edecek tek kişi.

Hemfikir olunca; gittiler, yılana yalvarıp yakardılar. Sen dediler Âdem’i bile Cennet’ten çıkardın. Biz ne dediysek olmadı. Şu karıncaya bir akıl ver. Onu da bizi de bu maceradan kurtar.

Yılanın arayıp da bulamadığı bu idi. Hemen kendine iş edindi. Çıplak ayak, yayan yapıldak, elsiz ayaksız koştu; karıncanın yoluna çıktı.

Karıncaya dedi ki: yolun uzun meşakkatli, izin ver bu zahmetli yolda sana yoldaş olayım, bir müddet yanında geleyim.

Tabi dedi karınca, neden olmasın.

Hemen işe koyuldu. Önce samimi davrandı. Övgü dolu güzel sözler söyledi. Lâfı lâfa ekledi, vesvese verdi. Akıl tuzaklarını kurdu, bildiği bütün hilelere başvurdu.

Aklın aşka galip geldiği görülmüş mü? Gönül yolundaki eri, akılla çevirmek mümkün mü? Aşk ateşine bu öğütler rüzgâr oldu; gitme dedikçe daha çok gitmek istedi. Yolundan bir adım bile dönmedi.

Sonunda yılan da aciz kaldı, acı söze sıra geldi. Behey deyip: “Sen ki karıncasın, insanlığa özenirsin. Sana farz değilken, bu sevda da nereden çıktı. Sen kiim hac kim? Şu bacaklarına bak, senin Hacc’a gitmeye ömrün yetmez. Babadağ’ını dahi aşamazsın, yol bilmez iz bilmezsin, Hacc’a gitmeye kalkışırsın. Sonra ne İsa’ya yaranırsın ne Musa’ya demiş. ‘Karga, keklik gibi yürüyeyim derken kendi yürüyüşünden de olmuş’         türünden kıssalar” anlatmaya koyuldu.

Mantıku’t-tayr(10) kitabından okumuştum; tam da senlik bir hikâyedir, dinlemen gerekir dedi ve başladı anlatmaya:

“Kör bir yarasanın can gözü açılmış ve güneşe doğru yola koyulmuş, nihayet onu görmeyi ummuştu. Maksadı güneşe kavuşmaktı.

Gözü açık kim varsa uyardı. Kimseyi dinlemedi. Ona göre yol yakındı, uça uça varırdı. Yıllarca sarhoş ve habersiz bir halde uçtu. Gözleri de görmediğinden; olduğu yerde döndü durdu.

Çoktan ulaşmış olmalıydı. Cana yorgunluk çöktü, kanadında takat kalmadı, gidecek yolu bitti. Güneşten hiçbir haber alamadığı için “Yoksa güneşi geçtim mi?” dedi.

Bu hâlini gören bir akıllı duyup dedi ki: “Sen uyumuş, dalmışsın. Yolu görmüyorsun ki! Gide gide ancak bir adımlık yol gittin sen!”

Yarasa bu sözü duyunca pek bozuldu. Sonunda canı yandı teni eridi. Kendisinde ne kaldıysa ondan da oldu.

Acizliğe düşüp hâl diliyle güneşe dedi ki: “Can gözü açık bir kuş bulmuştun; ama ne fayda. Artık dedi güneşe benden uzak ol, hatta eskisinden de uzak.

Sen de güneşe giden yarasa misali, Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmayasın.” dedi sonra.

Başka bir şey demeye kalmadan, karınca lâfı yılandan aldı. Lâfın düğümü çözüldü, söz ağzından döküldü. Ben dedi karınca, gönül yoluna girmişim, akıldan el çekmişim. Gülü seven dikenine katlanmaz mı? Kör gözünü budaktan sakınır mı? Belki dedi, biri beni de koyar heybesine, ayaklarıma ayak olur. Bir kuş kanadına konarım, yolun sonuna varırım.

Devam edip yılana dedi ki: “Sen bu işle memursun, bu nedenle kovulmuşsun, dediğimi yap der durursun. Akıl çeler yaptırırsın, sonra da yalnız bırakır, işe ortak olmazsın.Sen ki yılan suretindesin. Sözlerin ustasısın. Âdem’i bile Cennet’ten ettin. Senin iyiliğin benim kötülüğümü gerektirir.”

Nasıl ki Miraç yolunda Peygamber; bir yere kadar Burak’la vardı, Cebrail’in izni de Sidret ül Müntehâ’ya kadardı.  Sonra da Miraç yolunda kendisi kaldı. Akıl bineği de bir yere kadar, bir yerden sonra gönül kanatlanır. Akıldan geçtim, ben de gönlümle bu yoldayım.

Senin beni yoldan çevirmeye çalışman bile benim doğru yolda olduğumu gösterir.

Olacak olan olur elbet. Yolun sonu değil maksadım. Bu yolda yürümek bile yeter bana nihayet, dedi. Ve yürüdü gitti…

Bir daha o gönül eri karıncadan haber alan, onu gören olmadı.

İşte bu hikâye kaldı ondan geriye: ibret olsun diye âleme. Akıl sahiplerine düşünsünler diye…

 

Mehmet Ali ÇETİN

 

1-Bostan/Gülistan                   : Sadi ‘nin eserleridir. Sadi Şiraz’da 13. Yüzyılda yaşamıştır. İşte size ondan bir örnek: “Cennet’te olanlara Araf(Cennet ile Cehennem’in arası) cehennem; Cehennem’de olanlara Araf Cennet  görünür.”

2-Baharistan                             : 15. Yüzyılda Horasan’da yaşamış Molla Cami’nin  eseridir. Horasanlıdır. Bu eserden bir bölüm: Karanlık bir gecede kör bir kişi elinde kandil ve omzunda testi yolda yürüyordu. Bir densiz kişi ona yaklaştı ve: “Ey cahil! Sana göre gece gündüz aynıdır. Aydınlık ve karanlık senin gözünde beraberdir. Bu kandilin sana ne faydası var?” dedi. Kör kişi güldü ve: “Bu kandil kendim için değildir. Bana çarpıp testimi kırmasınlar diye senin gibi akılsız ve gönül gözü körler içindir.”  dedi. Yine Molla Cami yoplulukta üç şey çirkin görünür der: Padişahlarda sertlik, bilginlerde mal hırsı, zenginlerde cimrilik.

3-Kelile ve Dimne                          : M.Ö. 1. Yüzyılda Beydaba tarafından yazılmış fabllar.

4-Leyla vü Mecnun                        : Fuzulî’nin eseri.

5-Mesnevi                                       : Mevlânâ’nın eseri.

6-Simurg                                         : İran mitolojisinde efsanevî kuş.

7-Nemrut                            :Babil ülkesinin kurucusu sayılan ve Babil Kulesi’ni yaptıran kral olup Hz. İbrahim’i ateşe attırmasıyla ünlüdür. M.Ö 2600 yılları.

8-Yedi Uyurlar                       :Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf sûresinde söz edilirler. Puta tapmaları istenen 7 genç bu emre uymazlar ve bir mağaraya çekilerek Allah’a ibadet ederler. Vali bunları çağırtıp durumlarını değiştirmezlerse öldürüleceklerini söyler. Gençler oradan ayrılırlar Neclüs Dağ’ında bir magaraya sığınırlar. Orada uyuyakalırlar. Bu uyku 309 yıl sürer…

9-Kıtmîr                                           :Yedi Uyurlar’dan ayrılamyan köpektir. Cennet’e girecek 5 hayvandan biridir.

10- MantıkuT Tayr                    : Ferudidin-i Attar’ın eseridir. Tasavvuf eseridir. Allegoriktir. “Kuşlar bir araya gelip her ülkenin padişahı olduğu kendi ülkelerinin de bir padişahı olması gerektiğini tartışırlar. Daha sonra içlerinde en bilge görünen Hüdhüd onlara padişahlarının ancak ve ancakSimurg kuşu olduğunu aktarır.