HAVVA ÇETİNTÜRK KARACASU’DA… Bu kasabada aradığım herşeyi bulmuştum. Tarihi , doğası, havası, suyu, insanı yaşadığımı hissettirdi. Farklı deneyimlerim oldu. Doğal taşları gümüş işçiliği ile birleştiren meslek yüksek okul öğrencileriyle atölye çalışmalarım, onlarla Ankara’nın bir köyüne taş toplamaya gitmem ,80 öncesi okullardaki yoğun çatışmalardan dolayı yaşayamadığım öğrencilik günlerime geri götürmüştü. Belediye pasajının üst katındaki kursta yönetici olarak işe başladım. Dersliklerimizin karşısında ADÜ Takı tasarımı ve İşletmeciliği bölümünün atölyesi vardı. Meslek yüksek okulu, derslik ve öğretmen sıkıntısı yaşıyordu. Eğitim öğretim yılı başlangıcında müdürümüz Aziz Bey ve bölüm başkanı Hakkı Babalık bizim kursun sınıflarını teorik dersler için kullanma isteğinde bulundular. Sabah saatlerinde onlar öğleden sonra kurs olmak üzere prosedürler tamamlandı. Ben de böylece meslek yüksek okuluna adımımı atmış oldum. Meydanda, pansiyon haline getirilen üç katlı bir evin odasında , Emine (pazarlama) ve Selin ile(Takı tasarımcı) kalmaya başladım .Selin, İzmirden gelmişti. Kızım gibi cok da iyi anlaşmıştık. Atölyeye ilk uygulama dersime girişim onunla oldu. Bir çift sokman uzattı bana. ”Havva Teyzecim bu günlük bu çizmeleri giy ama sana da alalım “dedi. Ayağıma büyük gelen lastik çizmeleri kalın çorabımın üstüne giydim. Sonra verdiği su geçirmez sarı önlükle, giysilerimi örttüm… Üzerimde hiç bir şey bilmemenin sıkıntısı vardı. Atölyeye girdiğimde herkes, “hocam hoşgeldiniz” diyerek karşıladı beni. Sıcak karşılama beni biraz olsun rahatlattı. Bir taş kesme makinasının önünde durdum. Selin, üstü çamurdan sertleşmiş bir taşı, makinaya gelen suda yıkadı. Taşın nasıl kesileceğini anlattı ve de kesti. Birlikte taş odasına gidip yeni bir taş seçtik. Geri döndük.Mermer kesme makinaları ve bıçaklarının çıkarttığı sesler kulağımızın zarını patlatır derecesindeydi. Makinanın bir yanında musluğa bağlı hortumdan su akıyordu. Taş ile bıçak arasındaki sürtünmeden kaynaklı ısınmayı önlemek için su önemliydi. Uzun uğraşım sonucu ikiye böldüğüm taştan bir desen çıktı, dalga dalga ve de renkli… “İşte bu sensin” dedi. Selin. “Bu taşa şimdi bir şekil çizeceğiz ve yeniden keseceksin. Ne yapmak istiyorsun önce onu belirle.” “Yüzük” dedim. Bir yüzük taşı için aylarca uğraştım… Parmağımıza taktığımız taşlı bir yüzüğün nasıl emekle ortaya çıktığına şahit olmuştum… Onun da ötesinde o taşların aslında toprak içinden, yüzüne bakılmayacak kadar çamurdan sertleşmiş olarak toplanmasında bulunmuştum. Aylardan Kasımdı. Hakkı bey “ taş toplamaya gideceğiz” dedi . 46 kişiden cüzzi mazot parası alındı ,kumanyamızı da Karacasu Eğitim ve Öğretim vakfı karşıladı . Kumanyalarla birlikte kazmalar, kürekler, çuvallar kondu otobüsün bagajına. Yolculuğumuz gençlerin şarkı,türkü, konuşma , hocalarına takılmalarıyla akşam saatlerinde başladı.Zaman ilerledikçe yavaş yavaş uyku moduna geçildi.. Sabah uyandığımda Ankara Çubuk Barajından geçiyorduk. Bir süre sonra adını unuttuğum köyün girişinde ana yoldan çıkıp, tepeye bakan bir ağacın altında durduk. Kumanyalarımızı ağacın altında çocuklar gibi keyifle yedik. Öğrenci olmak çok güzeldi. Hakkı hocam”toplanın “dedi. Bir taşı aldı ve yaptığımız çemberin içinde elini havaya kaldırarak , hepimize bir taş gösterdi. “bunun gibi taşlar bulacaksınız! Burada opak taşı var. Elimdeki opak. ” dedi. Gördüğüm taş, tozlu, topraklı, yumruk büyüklüğündeydi. Ağaçların altından tepeye doğru hepimiz çekirge gibi sırtımızda çuval elimizde küçük çapalarla dağıldık. Bulduğum taşı çuvala koyuyordum. Bir süre sonra çuvalı taşıyamaz hale gelmiştim. Sürüklüyordum. Çuvalım parçalanmıştı. Arkadaşlarımın yardımıyla hocamın yanına kadar getirdim. Bagaja koymadan önce Hakkı hocam kontrol etti ve “ Bunların çoğu çakıl taşı. Bunlar makinaya girince bıçak parçalar ve etrafa dağılır. Damarlı olanları seçelim “dedi. portakal büyüklüğünde iki üç taşla bir kavun büyüklüğündeki taşı seçti. Gercekten zamanla taşı kestiğimde ortaya çıkan hareleri, dalgaları renkleri gördükçe hocamın ne demek istediğini anladım. Makinaya gelen suda taşı yıkadığımda su parlatıyordu.… Arkadaşlarımdan kimi “hocam” diyor kimiyle yurtta beraber kaldığımızdan teyze diyordu. Umurumda değildi. Ben farklı bir deneyimi yaşıyordum. Öğrenciliğimde yapamadığım tatmadığım her eğlenceye katılıyordum. Onlardan biri de Hıdırellezdi. Karacasuyun yaylası meşhurdur. Her türlü ağaçların arasında yürürken bol oksijenden başınız döner. Yayla’ya çıkan yolun sağında ve solundaki evlerin bahçelerinde sebzeler meyveler boldur… beyaz badanalı tipik köy evlerinin yanı sıra çok güzel villalarla yayla hayatını yaşayan Karacasulululara özenmemek mümkün değil. Hıdır reisin, İlyasla buluşmasının kutlamasını Kahvederesi yaylasında yapmıştık. Sınıf arkadaşlarımla minibüslere dolmuş koca çınarların boy ölçüştüğü Kahvederesine gitmiştik. Yazın bile oldukça serin olan yaylada gecenin serinliği de eklendiğinden ateş yakmış ne güzel şarkılar türküler söylemiş sonra da ateşin üzerinden atlamıştık. Dilekler yazmış Kahvederesinin çağıl çağıl akan coşkun sularına bırakmıştık. . Uzun uzun cümlelerim kısa yazıma sığmıyor ne yazık ki… Zaman geldi ve Dışarıda delice yağan yağmurlu bir günde Mezuniyet törenimizi düğün salonunda yapmıştık. O gün güzel Türkçesi ve sunumuyla Karacasu Sevdalısı Hüseyin Kuruüzüm hocam bizlerleydi. Fotoğraflar nerelerde bilmiyorum. Geçen gün elime geçen beyaz gömleğimde arkadaşlarımın iyi dilek ve imzalarını gördüm. Belki birgün yine karşılaşırım onlarla… Karşılaşmazsam da hepsine başarılar ve mutluluklar dilerim.