Karacasu’da Bunlar Niçin Olmuyor?
1990’larda Belediye Başkanımız Halil İbrahim Ekinciler Almanya’da bir kenti ziyaret edecek ve oranın belediye başkanlığına da uğrayacaktı. Başkanımız, Alman belediyesine gittiğimde Karacasu’yu nasıl tanıtabilirim, diye düşünmüş.
O zaman ben Karacasu Lisesinde çalışıyorum. Müdür beyin çağırdığını söylediler. Gittiğimde müdürümüz ve belediye başkanımız oradaydılar. Konuyu Halil İbrahim Ekinciler Bey açtı. Almanya’ya gideceğini, bir belediyeye uğrayacağını, o belediyeye gittiğinde Karacasu’yu bir video ile tanıtmak istediğini ve bu video filmini benim ve arkadaşlarımın hazırlamasını düşündüğünü anlattı. “Yoo, olmaz. Bu bizim işimiz değil!” dediysek de olmadı. Belediye başkanımız her zamanki içtenliğiyle: “Ben sizlere güveniyorum. Yaparsınız .” deyip işi bize bıraktı. Biz de onu kırmadık. Olur, dedik.
Bir kamera ile kasabada çekimler yaptık. Tabii her planı çekerken ne anlatacağımızı düşünüyorduk. Süleyman Rüşdî Türbesi’nin çekimini yaptık. Ama ne anlatacağımızı bilmiyorduk. Bizim bildiğimiz halkın bildiğinden farklı değildi. Rüştü Dede’nin türbesi idi burası.
Türbe’deki mezar taşlarını okuyabilir miyiz diyerek o zamanın müftüsü Ziya Koçak Bey’e gittik. Mezar taşlarını okuyuvermesini ondan rica ettik. Sağ olsun hemen geldi ve mezar taşlarını okumaya başladı. Hayretler içindeydim. Fâ i lâ tün/fâ i lâ tün/fâ i lâ tün/fâ i lün kalıbıyla yazılmış şiirler duruyordu mezar taşlarının üstünde.
İş bir video filmi hazırlamak işi olmaktan birden çıktı. İçimden geçen şu idi. Kendime : “Hüseyin, 19 senedir bu kasabada çalışmışsın; ama buradaki aruz kalıplı bir şiiri görememişsin. Burada, bu türbede halkın algıladığından öte bir yüce insan yatıyor ve sen bunu fark edememişsin. Hem de Türkçe öğretmenisin. Nasıl oldu bu? Bu dikkatsizliğe nasıl düştün?” dedim. Bu gecikmeyi kapatabilmek için konu üzerinde çalışmaya başlamam gerektiğine orada, o türbe içinde karar verdim.
Biz video çalışmalarını bitirdik ve belediye başkanımıza teslim ettik.
Ama benim için yeni bir çalışma başlamıştı. Önce türbe içindeki mezar taşları Latin harflerine çevrildi. Bu metinleri anlaşılır Türkçeye çevirdim. Gördüm ki burada bir tasavvuf şeyhi, bir insanı kâmil (olgun insan)yatmaktadır. Nazilli’de, Aydın’da, İstanbul’da çeşitli kütüphanelerde yaptığım çalışmalarla, çeşitli görüşmelerle elde ettiğim her bilgiyi not ettim. Kayseri’ye kadar gittim. Rüşdî’nin izlerini orada da aradım. Bu arada Rüşdî’nin yıllardır bulunamayan Divan’ını, Menafı un Nâs isimli eserini, ayrıca iki el yazması eserini bu araştırmalarım sayesinde buldum. Bunları Karacasu’ya getirdim.
Biliyorsunuz, sitemizde de tanıtılan Yemezzade Süleyman Rüşdî isimli eseri yayınladım. Bu eser bugüne kadar 3 baskı yaptı ve yaklaşık 4000 kişiye ulaştı.
Bütün bunlar benim gayretlerim ve bazı Karacasulular sayesinde oldu. Her üç baskıyı da Karacasulu 10 kişinin destekleriyle gerçekleştirdik. 2. Baskıyı Nimet yemez, 3. baskıyı da Erdinç Gümüş tek başlarına finanse ettiler.
Bu desteklerin dışında, bu kitapların yayılması ile Süleyman Rüşdî konusunda bilimsel araştırmalar yapılmasıyla, konferanslar verilmesiyle ilgili olarak Karacasu içinden mesela sivil toplum örgütlerinden, kültür konularını temsil eden kişilerden, belediye başkanlarından, kasabanın entelektüel insanlarından hiçbir destek görülemedi.
Oysa kasabamızın 1700, 1834 yılları arasındaki kültürel yapıyı açıklayabilecek çeşmelerin, camilerin yanında divanlar, tıp kitapları, yazma eserleri vardı elimizde. Bunların biri –Vakıf’taki Menafı un Nâs hariç- yazma eserlerin hepsi bendeydi.
Bu eserler -bir doktor dostumun anlatımıyla hayatını şiir gibi yaşamış- bir Süleyman Rüşdî öyküsü başka kentlerin elinde olsaydı o kentler, kasabalar neler yapmazlardı ki…
Geçen zaman içinde kasabamızda bu konuya gereken ilginin gösterilmemesinin sebeplerini çok düşünmüşümdür. Bulduğum sonuçlardan en önemlisi Süleyman Rüşdî’nin bir tarikat şeyhi olması ve tarikat kavramına günün koşulları içinde sıcak bakılmaması mı olabilir mi acaba diye düşünmüşümdür. Karacasu’daki kişiler bu konularla uğraşmak istemiyorlardı belki.
Bu kişilerin yanıldıkları en önemli husus Süleyman Rüşdî olayında kasabanın işsizliğine, susuzluğuna, hastalıklarına, bilgisizliklerine karşı savaşan bir insan varlığının gözden kaçırılmasıydı. Din başımızın üstüne. Bu kişilerin kendi dünyalarının konusudur. Biz zaten Süleyman Rüşdî olayını anlatırken sadece bu konuyu değil o günün sosyal olaylarını, tarihî olaylarını, hayata bakış biçimlerini, kasaba içi çekişmeleri… anlatmaya çalıştık. Düşünebiliyor musunuz, 2. Mahmut tahta çıkıyor ve reformlar yapıyor. Karacasu’dan bu yenilikçi değişimi destekleyen bir şair çıkıyor ve yazdığı şiirde padişaha:
Küşâd oldu şehâ haym halefle bahtu mesdûdun
Büküldü kaddi âdânın irişdi lutfu mâbudun.( Ey padişah karanlıklar seninle açıldı, rakiplerinin beli büküldü, Allah’ın lutfu erişti.)
diye sesleniyor ve ardından “Sen, yaptığın yeniliklerle bu memleketin saadet kevkebisin(yıldızısın)” diye devam ediyordu.
Platon’dan, 1813 yıllarındaki Mısırdaki olaylardan söz eden bir şair var Karacasu’da. Bunlar bile yetmez mi?
Rüşdî’den söz ederken biraz önce dediğimiz gibi, kişileri etkilemek gibi bir gayret içinde hiçbir zaman olmadık. Kişilerin akıllarına ve vicdanlarına saygılı idik. Ama kasabamızın geçmişini aydınlatabilecek yazılı belgeleri de göz ardı edemezdik. Kasabamızın düşünce tarihi içinde 1768-1834 yılları arasını Rüşdî’nın eserleriyle, çeşmelere yazdığı kitabelerle daha iyi açıklayabiliyorduk. “Bak, o zaman bu kasabada şunlar şunlar olmuş, şunlar şunlar konuşulmuş, şu kişilerle şu kişi şu gerekçelerle mücadele etmiş, şöyle şiirler yazılmış, o şiirlerde şöyle hayaller yaşatılmış, bir yaşam öyküsü şu şekilde sürüp gitmiş.” diyebiliyorduk. Sadece biz demiyorduk:
Mesela Rüşdî; İslam Alimleri Ansiklopediisi’nde, Sefine tül Evliya’da, Son Asır Türk Şairleri’nde,(MEB),Evrad-ı Saadet-i Ebediye’de, Abdullah Salahaddin-i Uşşakî ‘de(MEB), Aydın İl Yıllığı’nda, Aydın Şairleri ve Müellifleri’nde, Karacasu İmar Komisyonu Raporu’nda, Nazilli Tarih ve Coğrafyası isimli eserde, Aydın Aydın Tarih Bülteni’nde… de çeşitli vesilelerle anlatılıyordu.
Karacasu eski çeşmeleriyle ve Süleyman Rüşdî öyküsü ve eserleriyle , ve onun yazdığı çeşme kitabeleri ile Aydın içinde en zengin kültür varlıklarına sahiptir.
Rüşdî araştırmaları yoğunlaştırılsa Atçalı Kel İsyanı ile ilişkilendirilebilecek kişiler ve olaylar belki de çıkacaktır. Süleyman Rüşdî’nin sürülüş sebepleri Osmanlı kayıtlarından tam olarak çıkarılırsa Karacasu için belki de ne kadar ilginç bilgilere ulaşılacaktır!
Yine mesela 1890/1915’li yılların Şer’i Sicilleri’nin (mahkeme kararlarının) örnekleri var elimizde. Bu kararlar bugünün diline çevrilse ve basılan eser bir başka üniversite hocasına bu yıllardaki Karacasu hayatı yorumlatılsa bu da bir eser hâline getirilse Karacasu kültür hayatı neler kazanmaz!
Restorasyon geleneğinin başladığı kasabamızda kuruluşlar kültür olaylarına bir de bu pencereden bakarlarsa ne kadar mutlu olacağım bilemezsiniz.
Bu arada yine Karacasu tarihi ile ilgili elimde bulunan 1921 tarihli iki kaymakamlık belgeden yazı uzun olacak diye bahsetmiyorum. Sadece şu kadar ipucu veriyorum:
O dönemin kaymakamı müftüye yazdığı dilekçede Millî Mücadele’ye karşı duran bazı tıyneti bozuk insanlardan söz ediyor.
Gerisini gelecek yazılarımda anlatırım.
Karacasu’nun kültür varlıklarına bilinçle sahip çıkılması dileklerimle.