0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Karacasu’da Bir Pazartesi Anısı

Karacasu’dayım. Bir pazartesi gününün gecesindeyim. 23.00 sıraları. Yatağın içinde günün yorgunluğundan dolayı huyumun tersine uyku gözkapaklarımı asılıp duruyor. Bugün Karacasu’daki yaşadıklarım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi akıyor. Konuştuklarım, gördüklerim, tokalaştıklarım, eşimle beraber ikimize bir kahvede sunulan sade kahve velhasıl sıcak ilişkiler, sevgiler, sevgiler ve de saygılar. Son yıllarda Aydın’dan Karacasu’ya gelişlerim beni yormaya başlamıştı. Hele hele arabada yanımda kimse olmazsa yol çekilmez oluyordu. Yaşlanmakla igili olmalı. Bu sefer yanımda 41 yıldır aynı yolları beraber yürüdüğümüz ve geride ortak izler bıraktığımız eşim vardı. Radyodaki günlük gazete yorumları keyfimi kaçırır gibi olsa da bir ana kucağına gider gibi Karacasu’ya gitmek bugün çok güzeldi. Hava biraz soğukça ve fakat güneşli idi. Yorumların arasına serpilmiş Türk sanat müziği parçaları ise hayli keyifliydi. Bu duygularla girdik Karacasu’ya. Cıvıl cıvıl bir pazartesi günüydü Karacasu’da. Bütün sokaklar ve çarşı etrafındaki her boş arsa arabalarla doluydu. Bizim çocukluğumuzdaki pazartesi sokaklarından ne kadar farklıydı bu sokaklar. Karacasu’da 7500 kadar kayıtlı araç varmış. Enteresan bir bulgu; Karacasu’nun toplam nüfusu19.000 olduğuna göre, hemen hemen iki kişiye bir araba ha düştü ha düşecek. Evimizin kıyısında nasılsa boş kalmış iki araç aralığına biz de arabamızı park ettik. Yerleşme vesaire tabii ki yaşamın kalbinin attığı pazar yerine, çarşıya gidiş. Nasıl yorumlarsınız bilmem amma çocuksu bir seviç duyarım Karacasu pazarında. Yaykın’ın, Palamutçuk’un, Geyre’nin, Boyası’nın, Ören’in sayın sayabildiğiniz kadar dağların taşların, derelerin, çayların bütün yerlerin insanları gelirler pazarımıza. Geçmişte pek çoğunun çocuğuna öğretmenlik yaptığım için gelenlerden bazılarını her görüşümde öğretmenliğimin işimizden başka hiçbir şey düşündürmeyen tutkusunu, romantizmini yaşarım. Onlarla tokalaşırken, selamlaşırken içimde şırıl şırıl eski günler akar. O ses kulaklarımdan hiç gitsin istemem. Bir de 1970’lerin Karacasu köylerinden okulumuza pek çok mahrumiyetlerle zar zor gelebilmiş öğrencilerimizi hatırlarım. Onların iki üç arkadaş tuttukları bir evde, kış gecelerinde, soğuk odalarda, yorganlarının altında, geleceklerininin hayalleriyle ısınışlarını hatırlarım. Okumanın onlar için ne kadar yaşamsal olduğunu ve her sabah küçük yaşlarının aksine yeni bir hayat kurabilme sorumluluğunun ağırlığını ne kadar kararlı taşıdıklarını düşünürüm. Bu pazartesi benim sinemamın huzur veren filminin konuları daha bitmemişti. Çarşı hareketli, şıkır şıkırdı; gürül gürüldü. Rengarenkti. Ev işi tarhanalar, renk biberleri, Güney’den gelen Nazilli’de ve Aydın’da bulunmayan altın sarısı, ince kabuklu portakallar, sütler, yoğutlar. Dilinmiş zeytinler, çürütme zeytinler, yaylaların oksijenini solumuş kırmızı yanaklı elmalar…Hemen hemen hepsi Karacasu işi. Alışveriş yaparken tanış olmanın rahatlığıyla selamlaşmalar, bir iki şakalaşmalar, takılmalar da işin kreması. Çarşıda bir kahve önünden geçerken selamlaştığım dostum bana ve eşime oturmaz mısınız, dedi. Hiç aldırmadık, oturuverdik oraya. Sade kahve ikram etti dostumuz. Yan tarafta Ali İlgili, Niyazi Altınçöp, Mehmet Ekli kardeşim ve diğerleri bir halka olmuş söyleşiyorlardı. Hoşgeldin hocam cümlesinin bir seslenmeden çok bir sıcaklığı sunan hâlinden cesaret alarak ben de onların söyleşisine söyle biraz yanaşarak katıldım. Hep böyle toplanalım, yüz yüze bakarak söyleşelim, yakışır Karacasululara dedim. Devamında da takıldım. “Hani bize buçukçu, biraz eli sıkı filan deseler de aldırmayın siz onlara.” dedim. “Karacasulular güzel insanlardır. Bi r adım geride dururlar; ama dikkatlidirler. Ölçmeden tartmadan hemen atlamazlar her şeye. Ağırdırlar. Evlerini,işlerini, aşlarını severler. Yakışır hepimize böyle oturmalar söyleşmeler.” dedim. Kahveci kahveyi yeni almış. Mis gibi kokuyordu. Güneş tepemizde bizi ısıtıyordu. Şubattı, soğuk olması gerekiyordu. Ama biz çoktann ısınmıştık hepberaber. Kaltık ve her seferinde organik yer elmaları aldığımız teyzeye uğradık. Bak , ta Aydın’da karar verdik yer elmalarını senden almaya. Bize 1,5 kilo yer elması ver, dedik. Gülümsedi. Bir hafta öncesinden biriktirdiği naylon poşetlerinin içinden birini çıkardı ve alın, bildiğiniz gibi seçin, dedi. Seçtik. Tartı için teraziye koyduk. Yer elması kefesi aşağıda kaldı. Aldı ve yer elmalarını vermek istedi. Olmaz bu biraz ağır oldu desek de artık tekrar tartmadı, bize öylece verdi . Ondan yıllardır yer elması alırdım. Bir hanımın yaşlanışını onda izledim. Biraz hırpaniydi. Nasıl olmasın dı? Zaten yer elmasının kilosu sadece 1 liraydı. Amma o bütün bu zorluklara karşın liraların arkasına takılmayacak , terazinin kefesini müşteri lehine sarkıtacak kadar zengindi, olgundu. Kendi felsefesini hayatın bütün gerçeklerine karşın inatla sürdürüyordu. Acet Eczanesi’nin önünden geçerken her zamanki yerinde oturan sevgili Memduh’a el salladım. Gülümsüyordu. Aldıkllarımızı eve götürdük. Kapının önünde eski öğrencilerimden şimdilerin emekli subayı Nidayim Demirci ile karşılaştık. O da iki ihtiyarın pazar eşyalarını taşıyormuş, evlerine getiriveriyormuş. Elindeki ağır torbalar o yaşlılarınmış. Nidayim’in yanaklarını okşadım. Ona hayranlıkla baktım. Söyleşimize eski velimiz hem de komşumuz bir hanım katıldı. İki üç çocuğunun derslerine girmiştim. Anne olarak şimdi yalnızdı. Çocuklar yuvadan uçup gitmişlerdi. Beyi de vefat etmişti. Dedim ya yalnızdı. Bakışlarına sinen sapsarı hüznü gördüm. Çocuklarını sordum. Onları-yaptığım işe bakın- analarına anlattım. Bilir misin senin oğlun ne kadar güzel defter tutardı, kızın ne kadar tiitizdi gibisine işte. Meselem annenin gözlerindeki hüzün ve sokaktaki yalnızlığı idi. “Sen başarılı bir annesin, bilir misin? Bu hayatta N… ağabeyimle ne güzel işler başardınız.” Gülümsedi ve hayatın yorgunluğunu çeken omuzları biraz doğruldu. Vedalaşırken ona tekrar: “Sen başarılı evlatları olan, başarılı bir annesin.” Bunu hep hatırlarsan ben çok sevinirim” diye sesleniyordum. Bu Karacasu’da yaşamak çok güzeldi. Yazımı okuyan Karacasulu olmayan dostlarım da: “Ne yani bizim memleketlerimizde yaşamak kötü mü ?” diyebilirler. Sözüm memleketlere değil! Koca şehirlerin çokluklar içindeki tekliklerine, yavanlıklarına küçük yerlerin tanıdık,dost yüzlerine dair. Merhamete, sevgiye, anlayışa, paylaşmaya dair sözlerim. Her zamanki gibi tekrar çarşının insanlarına, tezgâhlrına, güzelim ürünlerine döndük, almadığımız bir kaç şeyi de almak için. Antalya’dan gelen portakallardan aldık. Ama biraz geç kalmıştık. “Arabadan yeni bir kasa açıverin de ince kabuklularından seçelim” dedim. Satıcıdan yıllardır portakal alırdım. Tanırdı, tanışırdık. Seslendi: “ Sözü mü olur hocam bir kasa portakalın. Sen yazıp çizersin bu memleket için. Bizden de bu kadar olsun” Duygulandım. Karacasu Karacasu diye yıllardır sürdürdüğüm içten gayretlere sıcacık bir jest yapılmıştı. Hem de sade bir vatandaştan. “Senin söylemen, bizim için daha değerli.” diyebildim sadece. Hanım bu arada beni uyardı. Zehra ablamız hemen arkanda. Sakın unutma dedi. Döndüm Zehra Dülger ablam ve iki yakışıklı oğlu yan yanaydı. Ben takılırım Zehra ablama. Hatırı büyüktür yanımda. Her Öğretmenler Günü’nde beni ilk arayan ve günümü kutlayan odur. 1958’lerde Nazilli’de Kız enstitüsünde okumuştur. İncedir. Zevliidir. Bu yazıyı mutlaka ona okuyacaklardır, öyleyse dinlesin bakalım: Hanım Ağa’dır hani. Karar alır, uygular, uygulatır, yönetmesini bilir, hatır gönül bilir vesselam. Oğlu Kenan Almanya’dayken www.üzümünkurusu.com sitesinde okuduğu son yazımdan söz etti. O yazı üzerine konuştuk. Zehra ablamın hayata kırılmış kalbine dokunacak bir söz etmemek için hep dikkat ettik. İki yakışıklı oğlu yanındaydı ve annelerini Almanya’ya götürmek için Karacasu’ya gelmişlerdi. Söylemediğimiz pek çok kelimeye rağmen birbirimizi gayet iiyi anlıyorduk. Bakışlar, duruşlar , gözler pek çokkk şeyler anlatır. Daha sonra Kenan’la, Tayfun’la, Mehmet’le, Sezai ile konuştuk. Dikmen muharıyla tanıştık.Hâl hatır sorduk.Servet elimi sıktı. Hayatın bir fiske tuzuydu bu hâller. Hele hele Kenan’nın inşaat mühendisi adayı kızı Melike ile: “Mühendis olmak yetmez bir de entellektüel olmak gerekir” üzerine olan söyleşimiz ne kadar güzeldi. Yukarıda ne demiştim? Karacasu’da yaşamak çok güzeldi. Sözüm memleketlere değil! Koca şehirlerin çokluklar içindeki tekliklerine, yavanlıklarına; küçük yerlerin sıcaklığına, tanıdık yüzlerine dair. Merhamete, sevgiye, anlayışa, paylaşmaya dair sözlerim. Gecenin 23’ünde yatağın içinde beynimin sinemasında bunları seyrediyordum. Yapamadım kalktım, bilgisayarımı açtım yaşadıklarımı yazdım sizlere. Şimdi saat 01. Yeni bir gün başladı. Enteresandır. Uzaktan bir horoz sesi duydum. Bu saatte uykuya yatmış bir Karacasu’nun sessizliğini yaşıyorum. Yazabildim ve bu vesileyle beni bu ay da okuyacak olan 20.000 kişiyle iletişim kurabildim, paylaşabildim diye seviniyorum. Karacasu’daki, Türkiye’deki, Fransa’daki,Hollanda’daki, Endonozya’daki, Almanya’daki, Japonya’daki hatta Rusya’daki www.uzumunkurusu.com okuyucularına yeni günün ilk saatlerinden selam olsun. Saygıyla, sevgiyle ve özlemle. Not: Mayıs ayında KARACASU’DA OSMANLI VE CUMHURİYET DÖNEMİ KİTABELERİ isimli kitabım baskıya verilecek.