0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Karacasu Yaylaları S.O.S Veriyor

Aydın’daki evimizin oturma odasında 60x80cm ölçülerinde bir duvar fotoğrafı var. Karacasu’da Yayla’da çektiğim bir fotoğraf. Karıncalıdağ’ın yeşillikleri içine dağılmış evleriyle bir yayla manzarası.

Evimize gelen herkes : “Aaa, Karadeniz manzarası değil mi bu?” diye söze başlıyor ve Karadeniz’e gitmişlerse uzun uzun Karadeniz’i, yaylalarını anlatıp fotoğrafa bir daha bakıyor. Biz de gülümsüyoruz sadece. Sözleri bittiğinde: “Orası Karadeniz değil, Karacasu !” deyince de şaşırıp kalıyorlar. Yoo olamaz, deyip fotoğrafa bir daha bakıyorlar.

Sözün özü , görmeyenler için Karacasu yaylalarının bir fotoğrafı, yeşil dokusu Karadeniz’le eş tutuluyor.

Yine bir anımı anlatacağım. Bir zamanlar Vakıf çalışmaları için Karacasu’daki Vakıf binasında toplantı hâlindeyiz. Ali Bey hocamız Karacasu’ya gelirken 9 Eylül Üniversitesi’nden bir profesörü de misafir getirmiş Karacasu’ya. Profesörün ilgi alanlarından biri de klimatoloji (iklim) imiş. Sabahın erken saatlerinde ayak bileğine, kollarına geçirdiği pek çok ölçüm aletiyle Karıncalı’nın tepesine yürümeye başlamış. Ta Karlık Tepesi’ne kadar varmış.

Yanımıza gelip toplantıya katıldığında öğrendik bunları. Neyse toplantı öncesinde Ali Bey hocamız bu profesöre söz verdi. Karacasu Yaylalarında gördüğü iklim koşullarının bir insanın yaşamasına elverişli  en uygun koşullar olduğunu anlattı ve: “Ben dünyanın pek çok yerini dolaştım. İnsan sağlığı açısından dünyadaki üç beş yerden biri Karacasu yaylaları.”  dedi. Bu bir kanaat değildi. Ölçüm aletlerinin somut verisiydi.

Bunları anlatan profesör sonra bizlere döndü. Mustafa Dilek’e, Erdinç Büyükgümüş’e, bana ve diğerlerine: “Yayla’da bir yeriniz var mı?” diye sordu. O zamanlar hepimiz yok, yok, yok diye cevap verince hocamız şaşırdı: “Ya kardeşim Yayla’da yeriniz olmasa bile bir çadırınız da mı yok? Alın bir çadır, gidin bir yeşilliğin altına. Böyle doğal ve sağlıklı bir ortamı nasıl olur da değerlendirmezsiniz?” diye devam etti.

İşte böyle bir servet var elimizde.

Yıllar önce Karacasu halkının %80’i yaz geldi mi yaylaya göçerdi. Bağları olanlar bağ evlerine  göçerlerdi. Bağ evleri olmayanlar da dört sırık diker üstünü de erguvan (aligovan)yapraklarıyla örter, zemini de kaydırak taşlarla döşerdi. Bu alan onun yayla bağı evi olurdu. Şimdilerde Söğütlü’yü, Dedebağı ile Kahvederesi arasındaki yerleri gezersek kaydırma dediğimiz evleri, bir de bu kaydırak taşlı terk edilmiş yerleri görebiliriz. Bunlar ve metruk mescitler, bu yaylaya göçüşün yoğunluğunu anlatır bizlere.

Sonraları teldolaplar kalktı buzdolapları geldi, sivrisinekler kalmadı, klimalar çıktı yaylalar da unutuldu. Bugün her mevsim yaylalarımızda yaklaşık 100 aile yaşıyor. Toplam 500 kişi. Karacasu nüfusunun 12’de biri.

Şu soru sorulabilir: Acaba sadece sıcaktan kurtulmak, sadece sinekten kurtulmak için mi Karacasu halkının çoğunluğu Yayla’ya göçerdi?

Can alıcı soru ise şudur: Acaba eski Karacasulular yukarıdaki profesörümüzün bilimsel saptamasını bir içgüdü ile hissetmiş olmasınlar?

ZAMAN VE KOŞULLAR DEĞİŞTİ. Şimdi Yaylalara bir de başka açılardan bakmak gerekir. Zamanımızda giderek yaygınlaşan bir YAYLA TURİZMİ OLGUSU varsa bugünün Karacasuluları yaylalardan para kazanmanın da yollarını bulmalıdır. Yüzyıldır Yayla’da ne değişmiştir, sorusunun cevabı: sadece yollar ve evler diye verilebilir. Hatta öyle ki genel dokuya zarar verişleriyle olumsuzluklarla dolmuştur yaylalar diyebiliriz. Yani yüzyıldır bu yaylalar zarar görmekte; fakat çağdaş değişimini gerçekleştirememektedir. Allah’ın bu coğrafya insanlarına sunduğu eşi bulunmaz serveti biz iş makineleriyle, betonla, yüksek katlı yapılarla… yok olması için durmadan zorlamaktayız.

Yaylalarımız hem insan sağlığına sunduğu nimetler için hem de turistik verimliliği için her geçen gün şansını yitirmektedir.

“Ne yapabiliriz?”, sorusu da can alıcı bir sorudur.

Subaşı’ndan başlayan ve Gürlek Yaylası sonlarına kadar giden geniş alanın tümü bir yaylaymış gibi düşünülerek bir master plan hazırlanmalıdır. Yüzme havuzlarıyla, spor alanlarıyla, yerleşim yerlerinin tespitiyle, yapı şekillerinin kararlaştırılmasıyla, yeşil alanların,  yapılaşma alanlarının ayrılmasıyla, ekolojik yaşam şartlarının gerçekleştirilmesiyle birlikte düşünülen bir master plan olmalı bu plan. Bu plandan beklediklerimiz açıklanarak tüm ülke çapında –ekolojik yaşam ve turizm girdilerinin arttırılması içerikli- bir plan yarışması açılmalı. Ulusal bazda seçkin bir jüri oluşturulmalıdır.

Yıllar önce bir belediye başkanımıza Yalçın Bezci evinden başlayan ve söğütlü sonunda biten şimdiki kahveler mıntıkası için böyle bir plan hazırlanmasını, bunun için bir yarışma açılmasını önermiştim. Yarışma sonunda kazanan projenin 10- 15 sene süreyle devamlı uygulanarak bu vadinin çok özel bir vadi haline geleceğini anlatmıştım. O zamanı ne yazık ki kaybettik.

Yine Karacasu Vakfı olarak Doç Mimar Mehmet İnceoğlu’nu Yayla’da gezdirmiş, eski Karacasu bağ evlerini göstermiş ve ondan 3 tip yayla bağı evi projesi istemiştik. O zamanın yöneticilerine: “ Biz bu planları size verelim, Yayla’daki yapılaşma bu evlerin yapımı şeklinde olsun. Yayla’da görsel bir kirlenmenin önüne geçelim.” demiştik.

Heyhat, çok afakî şeyler söylediğimizden olacak bu konu o belediye başkanımızla hiçbir zaman bir daha gündeme gelmedi, hatta bu öneri tartışmaya bile açılmadı.

El yordamı usuller çağı geçti artık.

Bir yöneticiden beklenen şey sadece vizyondur. O yönetici, olayların içinde mi sürükleniyor yoksa olaylara çok yukarılardan ve hiç kimsenin görmediği açılardan mı bakıyor,  konusudur beklediğimiz. Bilim mi, uzman mı kullanılıyor yoksa kararlar alındıktan sonra, yapılacağın ne olduğu saptandıktan sonra gerçekleştiriciler mi aranıyor?

ANA SORU BUDUR.

Biz Yaylalarda binlerce kişinin yaşadığı, yüzdüğü, spor yaptığı, yediği, içtiği ve Karacasu’ya akıl almaz paralar bıraktığı bir dünya düşünüyoruz. Yaylaları bir elmas gibi korumamız gerektiğini anlatıyoruz. Eğer doğru işler yaparsak Karacasu’da yeni pek çok sektör doğar diyoruz. Gözlerinizi yumun bir iki dakika hayal edin.

BAKIN SİZE BİR DÜŞÜNCEMİ DAHA YAZAYIM:

Aydın’daki evimize gelenlerin: “ Aa, Karadeniz yaylaları” dediği ormanlarımız çok kısa zamanlarda yok olmakla da karşı karşıya kalabilir. Yazın orman içlerine taksilerle giren ve bira içen insandan geçilmiyor. Onlar bir de sigara içiyorlarsa vay halimize! Bizim işimiz Allah’a kalmış demek olmuyor mu bu?

Demem o ki Yaylalarımız her açıdan SOS veriyor.

Bu değerli tabiat varlığı bizim ona elimizi, bilgimizi ve en önemlisi samimiyetimizi sunmamızı bekliyor.

Karacasu’nun temsilcilerinin, sivil toplum örgütlerinin çok çabuk bir şeyler yapması gerekiyor.

07.01.2012,Aydın