Hey gidi günler heyy!
Zaman ne kadar insafsız. Kimler göçüp gitmedi ki aramızdan ve de kimler göçüp gitmeyecek ! Bir edebiyat öğretmenimiz vardı, bize: “Çocuklar, mezarlıklar en mükemmel okullardır.” derdi. Derdi de o zamanları manayı anlar; ancak sözün derinliğini fark edemezdik. Bunun için hem bilgi, hem yaşamak gerekirmiş. Her gün beraber olduğumuz insanların aramızdan nasıl kopup gittiklerini görmek gerekirmiş. “Yaşam nedir, niçin yaşanır, niye terk edilir?” soruları hâlâ yanıtı aranan sorular. Çeşitli felsefelerde, çeşitli inanışlarda yanıtları olsa da sorulmaya binlerce yıldır devam edilen sorular bunlar. Geçen gün Karacasu’daydım. Bir kardeşimizi gördüm. Eli yüzü bozulmuştu. Ürktüm. Esnaf arkadaşla arkadaşın iyi görünmediğini konuşurken 20 m ötemizde yere düşüverdi. Yerde yatarken hemen koştuk. O, orada yatarken çaresizliğin girdabına insanoğlunun, benim, senin hepimizin nasıl düşeceğini yaşadım. Ruhum derin sarsıntılarla içimdeki umut kalelerimi sarstı. İnsanlığın değişmez kaderi, gerçeği karşısında acizliğimi bir tipi yalnızlığında yaşadım. İnsanoğlunun değişmeyecek kaderiyle ilgili bu ifadeleri niye yazdım? Yanıtı sitemizin haberler bölümünde var. İsmail Dönertaş ağabeyimizi kaybettik. 1971’lerde tanışmıştık onunla. Karacasu Ortaokulu bahçesinde düzenlediğimiz bir halk gecesinde Cahit Atay’ın PUSUDA oyununu oynamıştık ve İsmail ağabeyimiz o oyunda oynamıştı Kasap Zihni ağabeyimizin dükkânında çalıştığı yıllarda, Efeler Derneği çalışmalarında, festivallerde beraberliğimiz hep sürmüştü. Sonraları onun şair yanını tanıdım. Şiirlerini okudum. Şiirlerini okudukça ona olan saygım daha da arttı. Şiirlerinde yaşanılanlardan süzülüp gelmiş bir felsefe saklıydı. İsmail ağabey yaşamı ta ötelerden seyredip de dersler üretebilen insanlardan biriydi. Halk Şiiri tarzında yazıyor, Karacasu ağzının özelliklerini şiirine yansıtıyordu. Zekiydi, keyfi yerindeyse şakacıydı. Kılığıyla kıyafetiyle , hiç vazgeçmediği pos bıyığıyla özgündü. Yeni bir şiiri varsa : “Hoca, bir dur bakalım. Sana yeni şiirimi okuyayım.” derdi. Ben onun okuduğu şiiri keyifle dinlerdim. Sonra da: “Bak bakalım hoca, Türkçe bir kusur var mı?” derdi. Böyle sürüp giderken ilişkilerimiz bu şiirlerin kaybolacağı korkusu sardı içimi. Kendisine: “İsmail ağabey bu şiirler kaybolup gitmesin. Gel izin ver de bunların bir kısmını biz Vakıf olarak şiir kitabı hâline getirelim.” dedim. Ne kadar da iyi olmuş! 2000 yılında Karacasu Vakfı yayınlarının ilki olarak İsmail ağabeyin 30 şiirini SİLMİŞ GİBİSİN ismiyle bir kitap hâline getirdik. Sonraki yıllarda dostluğumuz şiir üstünden devam edip gitti. Daha elinde onlarca şiiri vardı ve bunları da kitap hâline getirmek istiyordu; ama maddi koşullardan ötürü bunu başaramıyordu. Bense ona ağabey şiirlerinin hepsini bir CD’ye aktaralım, ondan sonra bir daha düşünelim, dedim durdum. Benim Aydın Karacasu arasındaki gidip gelişlerim, İsmail ağabeyin sağlık sorunları buna engel oldu. Oğlu Akın’a: “Baban yaşlı, gel bir video çekim yapalım, ona şiirler okutarak onun hem görüntüsünü hem de kendi sesiyle şiirlerini seslendirişini zamana bırakalım.” dedimse de bunu da başaramadık. Korktuğum oldu. İsmail ağabeyi kaybettik. Karacasu kültür varlıklarına görsel ve işitsel bir zenginlik ekleyemedik. Çokkkk üzgünüm. Hem onu hem de onun kayıtlarını kaybedişimize. Son zamanlarda Manisa’ya tedavi için gidip geliyordu. Sağlığı müsaade ettiği kadar gülümsüyordu. Son konuşmamızdan bir önceydi. Bir pazartesi günü Yağcı Eczanesi’nin yanındaki kahvede oturmuştuk. O gün gülümsüyordu. Hatta rahatsızlığını ti’ye alıyordu. Söz nereden döndü dolaştı geldi bilmiyorum, ölümünden söz etti bana. Gözleri dolu dolu oldu. “Bırak bunları İsmail ağabey. Hem sen ölsen de ben ardında senin şairliğini yazarım. Ben senin şiirinin değerini biliyorum.” dediğimde şimdi dahi kulaklarımda olan sesiyle: “Sağ ol hoca.”dedi. Ben ona verdiğim sözü tuttum bu yazıyla. Ama o kadar değil. İsmail ağabey de sizin okuyuşunuza benim yazışıma şiirleriyle katılacak bugün taaa uzak, bilinmeyen diyarlardan. Ölüm haberini aldığımda SİLMİŞ GİBİSİN isimli şiir kitabını telaşla buldum. Onun şiirlerinden bazılarını eşime ve oğluma okudum. Oğluma: “Ölüm var. Ama eserin varsa ayrılık yok.” dedim, rahatladım. İsmail ağabeyime -onu her gördüğümde- bir kısmını ezbere bildiğim SAATLER YEDİ BİTİRDİ şiirini okurdum, gülerdi. Teşekkür ederdi. Şimdi o şiiri sunsun bakalım bize İsmail ağabeyimiz. YEDİ BİTİRDİ Bir sağa bir sola gitti durmadan Belirli zamanda çalardı din dan Duyanı astılar hayli bir zaman Dakika saati yedi bitirdi.
Haftada bir karşısında durdular Mecnun mu kaçık mı diye sordular Kulağını demir ile burdular Saatler günleri yedi bitirdi.
Yedi gün içinde neler denişti Meyveler kemale erdi erişdi Sevgiliye giden âşık yetişti Günler haftaları yedi bitirdi.
Çok çalıştı hizmet etti âleme Onun hakkı asla gelmez kaleme Canım kurban olsun kıymet bilene Haftalar ayları yedi bitirdi
Mevsimler geçirdi hiç de durmadan Su bile içmedi çaydan kurnadan Hatırını bir gün olsun sormadan Aylar da yılları yedi bitirdi.
Hevesle koşturduk her şey boşuna Zamansız kar yağdı dağlar başına Felek düşmüş Dönertaş’ın peşine İsmail’i yıllar yedi bitirdi.(İ. Dönertaş)
İsmail’in bedenini yıllar yedi bitirdi. Ama şiirleri yaşıyor. Bakın şimdi de sizin dilinizde. Yarın, öbür gün, öbür yıllar ve daha öte yıllarda bu şiirlerle hep yaşayacak. Yazımın başında söz ettiğim sorular devam edecek.
Şu dünyanın ilmini Bilenlere helâl olsun Ağlayıp da gözyaşını Silenlere helâl olsun Gaf’larına kef’lerine Duyulmayan laflarına Üçler beşler saflarına Girenlere selam olsun(İ Dönertaş) … “Üçler beşler”saflarına girebilmek konusu ayrı bir sır. İsmail ağabey hangi safta binmez; ama şiir yazanlar safında olduğu kesin. Ona : “Seni yazarım, ağabey.” demiştim. Sözümü tuttum. “Anlatırım.” da demiştim. Bakalım. Benden eyvallah. “Anlat” diyen olursa da anlatırım. Yazımı senin bir şiirinle bitirmek istiyorum.
TOZ OLDUM BUGÜN … Ufak palaz gibi beni yoldular Şu garip başımı derde saldılar Eşim dostum en son garip kaldılar Kesmeden yolunmuş kaz oldum bugün.
Evvelce kırılmaz taşlar gibiydim Ağrısız sızısız başlar gibiydim Sürmeler çekilmiş kaşlar gibiydim Çiğnene çiğnene toz oldum bugün.
Dertlere düşmüşüm kıymet bilmeze Şansı salıverdim gayrı gelmeze Bağladı ki dertler beni salmaza Düzeni bozulmuş saz oldum bugün
İnce bahar geldi heves almadım Malî hülya kurup zevke dalmadım Ömür gelip geçdi bir zevk almadım Nisanda mayısda güz oldum bugün
Çıkdım karşıdaki vadi dağlara Bakdım garipsedim yeşil bağlara İsmail ölürse selam sağlara Tipide borada düz oldum bugün.
Karacasu kültür varlıklarına katkın için teşekkürler sana İsmail ağabey. |