Bazı mevsimleri daha çok sevdiğimiz gibi hayatın bazı dönemlerini de çok seviyoruz. Hayatın bazı dönemlerini yaşamaktan ise kaçıyoruz. Şarkıdaki gibi: “ Hayat bayram olsa “ deyip çocukluk, gençlik, orta yaşlılık zamanlarını yaşamayı çok isterken “yaşlılık” dönemini ahlarla, vahlarla karşılıyoruz. Hayat dediğimiz bu ince uzun yol hep genç kalarak yaşansın istiyoruz. Hepimiz, cıvıl cıvıl oynaşan çocukları gördüğümüzde: “ Ah çocukluk zamanları, ah” diye başlayan “Nerde o günler?” sorusuyla devam eden bir özlemle geçmiş yılları arıyoruz. Birilerinin mamamızı hazırladığı, birilerinin öpüp kokladığı; istediğimiz zaman ağladığımız, istediğimiz zaman güldüğümüz, çocuk dünyamızda bir padişah olduğumuz bir masal ülkesi istiyoruz. Amma bu dönem nasıl geçtiği belirsiz bir sabah yeli gibi bir yerlerde kalıveriyor. Sonra okullar,kurallar, kurallar geliyor. Bir taraftan hızla değişen vücudumuz bizi şaşkına çevirirken “Geleceğim nasıl kurulmalı?” sorusunun ilk kıvılcımları düşüyor içimize. Oralarda başlayan; karın doyurmakla, ana baba olmakla ilgili mücadeleler bilinmez ki bir ömür boyu sürüp gidecektir artık. Hele hele, ana baba olmanın sorumlulukları bizi hayatın hangi kıvançlarına- Allah korusun- hangi mutsuzluklarına götürecektir hiç bilinmez. İstesek de istemesek de içinde boğulmamak için çırpınıp durduğumuz bu fırtınalı denizde sakin, huzurlu bir kıyı bulabilmek için mücadele ederiz hep. Bütün bunlara karşın vucudumuz o yaşlarda kayalar gibi sağlamdır. Ayaklarımız bizi karlı dağlara çıkaracak kadar güçlü, kızgın çöllerde dolaştıracak kadar dirençlidir. Allah’ın bize var olmamız için lutfettiği bedenimiz güçlü olduğu için bütün yorgunlukları çabuk geçiştirir, bütün gece sihirli bir nektar içmişçesine yeni günlere sapasağlam, dipdiri başlarız. Capcanlı fidanlar, güüzel endamlı serviler gibiyizdir. Sosyal şekillendirmeler; meslek sahibi olma, evlenme, mal mülk edinme arzuları… o kadar güçlüdür ki zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmayız bile. Caddelerdeki yaşlıları, üç kuruş kazanmak için hayata direnen o insanların titrek ellerini hayatın telaşı içinde görmeyiz.. Koşar da koşarız; çünkü dizginlenemeyen hayallerimiz ve enerjimiz vardır. Başka insanların dramlarını farkedemeyiz bile. O zamanlar buna zamanımız da yoktur zaten. Bir gün gelip arkadaşlarınıza: “Bugün ne kadar yorulmuşum, sen nasılsın?” demeye başladığımızda yazımızın başında belirttiğim o sevilmeyen yaşlılık döneminin ilk işaretlerini almaya başlamızdır. Gözümüz aydın mı desem, ne desem bilemiyorum. İşte; ev derken, çoluk çocuk derken gelip durduğumuz, oflaya poflaya önünde çöktüğümüz bu kapı açıldığında bizi yeni bir dünyaya taşıyacaktır artık: bol kolesterollü, şekerli, diyetli… bir dünyadır bu! Caddelerin uzamaya başladığını, merdivenlerin çıkılmaz oluşunu, pazar sepetinin ağırlığını ilk defa daha derinden hissedersiniz. Geceler dinlendirmez hepimizi. Şarkılara her zaman eski coşkumuzla katılamayız. Ne oldu, deyip şaşırırız. Oysa şaşıracak ne var? Ne sular sararmıştır, ne tunca benziyordur mermer! Sararıp solanın kendimiz olduğunu, buna “yaşlılık” dendiğini ister istemez anlarız. Hayat bu işte! Pırıl pırıl sabahlardan sonra; gök güürültülü, bol sağanaklı, selli melli günler de var işte. Sonbahara, en son bahar mı yoksa baharın sonu mu demeliyiz, bilmiyorum. Onun için siz bakmayın sonbaharın güzelliğinden bahsedenlere. Vücut denilen en zengin hazinenin her geçen gün yok olduğunu görmekten duyulan eleme çare olacak bir merhem sayabiliiriz o sözleri. Dünün kahramanlarının bugün nasıl sus pus olldukları gerçeğini hiçbir şey değiştirmez ki! Dünyalar hissetmese de, insan, kendi içindeki bu macerayı pek iyi bilir. Bunu çok iyi bilen ruhumuz- dil başka şeyler söylese bile- onun yalancılığına katılmaz ve “yaşlılığı” sevmez. Bu yazılanlardan sonra yaşlılık için güzel şeyler de söylenebileceğine dair bir şeyler anlatmayın ne olur! Nasıl olsa o yaşlara geldiğinizde en doğruyu yine ruhunuz söyleyecek. Şair gibi: … Şakaklarıma kar mı yağdı ne var Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz Ya gözler altındaki mor halkalar … Demek durumunda olacaksınız mutlaka! Gözünüzü açın, dalmayın dünyanın telaşına. Gençliğin kıymetini bilin, hepsi bu.