“Hafıza-i Beşer Nisyan ile Maluldür”
Başlık için kısaca: “insan dediğimiz varlık unutkandır” şeklinde bir açıklama yapabiliriz. Zaten insan hafızasını bir elbise dolabına benzetip dolduğunda eski elbiselerin atıldığını söyleyen eğitimciler vardır. Yani yeni bilgilerle dolan hafızamız zaman içinde eski bilgilerinden bazılarını unutur. Yazı, unutkanlık hastalığının en etkili ilacıdır. Onun için: “Tarih yazı ile başlar.” derler.
Bireyin hafızası gibi toplumların da hafızası vardır. Bir ailenin, bir mahallenin, bir ilin ve bir ülkenin unutmadıkları, unutmaması gerekenleri vardır. Geleneklerimiz, örflerimiz, dinsel bilgilerimiz, tarihimiz bize geçmişi unutturmaz. Çünkü millet dediğimiz büyük topluluğun bireyleri o ortak değerlerle birbirlerine bağlanırlar. Unutmamamız gerekenler o milletin bireylerini bir arada tutan en sağlam çimento gibidir.
Bu durum mesela, Karacasu için de geçerlidir. Bir taraftan ait olduğumuz milletin bizi bir arada tutan değerlerini yaşarken sadece kendi kasabamıza ait olan yaşanmışlıkları, kişileri, olayları da unutmayız. Yaşam içinde yeni başarılar için o unutmadığımız kişilerin yaşam mücadelelerinden, üzücü veya sevindirici olaylardan, geçmişimizin pırıltılı sayfalarında güç alırız. Bir Karacasulu olarak ne gibi özelliklerimiz olduğunu bilip kendimizle ilgili güven duyarız. Yani denilebilir ki Karacasulu olanların özellikleri istesek de istemesek de farkında olmadan bize sinmiştir. Biz her işimizde hem tek başımıza kendimiz gibi hem de Karacasulu gibi hareket ederiz. Çünkü aynı coğrafyada yaşarız. Havanın sıcağını, soğuğunu; yağmurun zayıfını sağanağını; toprağın işlenmesindeki zorluğu…hep beraber yaşarız. Tabiatı biz değiştirirken tabiat da bize damgasını vurur. Nitekim Nazilli Lisesi’nin 4/A sınıfında okuyan 15 Karacasulu öğrenciye coğrafya öğretmenimiz- kırmızı yanaklarımızdan ötürü- DOMATESLERİM BENİM derdi. Coğrafya kendi mührünü yanaklarımıza vurmuştu. Biz; keçi peynirinin, yoğurdunun lezzetini, testiden su içmenin toprak kokusunu, ölümleri, kazaları… daha sayamayacağımız onlarca karmaşık yaşam özelliklerini beraber yaşadığımız için Karacasulu oluruz.
Onun içindir ki hepimize diğer yerlerde yaşayanlar BUÇUKÇU demişlerdir. Onun için bütün Karacasulular için ELİ SIKI denmiştir.
SÖZÜN ÖZÜ ŞU KARICALIDAĞ İLE BABADAĞ ARASINDAKİ VADİNİN SIRTLARINDA KENDİMİZCE YÜZ YILLARDIR YAŞAYIP GİDİYORUZ.
YUKARIDA YAZDIM OLANI BİTENİ UNUTMAMAMIZ GEREKİYOR DİYE. YAŞAYIŞIMIZIN ÖZELLİKLERİNİ, İNSANLARIMIZI, BAŞARILARIMIZI, BAŞARISIZLIKLARIMIZI… UNUTMAMALIYIZ . BİRBİRİMİZE MASALLAR GİBİ, TARİHLER GİBİ, ŞARKILAR GİBİ KASABAMIZI VE KASABAMIZIN İNSANLARINI ANLATMALIYIZ.
HELE İNSAN KARACASU GİBİ BİR KÜLTÜR HAZİNESİNDE YAŞAMIŞSA HİÇ UNUTMAMALI DİYORUM SİZLERE. ABARTILI GELİYOR MU BİLMEM SİZLERE; AMA BENİM İÇİN HİÇ DE ABARTILI DEĞİL .
Şimdi bu uzun girişten sonra yazıyı yazmama sebep olan konuyu anlatmaya başlayayım:
Karacasu mezarlıklarının tümünü gezdim. Hemen hemen bütün taşları okudum. Genelde klasik mezar taşı ifadeleriydi bunlar. Ama bazıları vardı ki mezar kitabeleri olarak çok özel bilgiler sunuyordu. Tabiî bunlar ayrı bir yazının konusu. Ben bir mezar taşından söz edeceğim sizlere: HACI ALİ BEY OĞLU MUSTAFA BEY’İN mezar taşı kitabesinden.
HAYATINI MEMLEKET İÇİN
HASREDEN
HACI ALİ BEY OĞLU MUSTAFA BEY
BURADA YATIYOR
BİR FATİHA VER (1860-1929)
On beş kelimelik bir kitabe olsa da pek çok yorumlara açık bir zenginlikte. Hacı Ali Bey Oğlu Mustafa 69 sene yaşamış. Genç denilebilecek bir yaşta da ölmüş. Ölümünden sonra kendisi için hazırlanan mezar taşına ne yazalım diye düşünmüşler. En tanıtıcı özellikleri aramışlar ve yaşadığı zamanlar içinde Karacasu için yaptıklarını, gecelerini gündüzlerini Karacasu için verişini bulmuşlar ve onu da mezar taşına HAYATINI KARACASU İÇİN HASRETMEK ifadesiyle yazmışlar. HASRETMEK sözcüğü Osmanlıcada: “sadece bir şeye mahsus kılmak, bir şey için vakfetmek” , Türkçe sözlükte ise: “bir şeyin bütününü bir şeye ayırmak, vermek” diye açıklanıyor.
Anlaşılıyor ki Hacı Ali Bey Oğlu Mustafa Bey ömrünü memleket için (Karacasu’ya) vermiş. Karacasu ve insanları için çok hem de çok çalışmış. Ne kadar ilginç değil mi? Bir insan düşünün: tarlayla, bahçeyle, dükkânla uğraşmaktan ziyade Karacasu insanlarının mutluluğu için çalışmış. Keşke mezar taşındaki on beş kelime yerine insanlarımız bir yerlere bu seçkin Karacasulunun yaptıklarını, ailesini, işini, eğitimini yazsalardı. Yukarıda da dedim yazmadan olmuyorrrrrrrr, unutuluyorrrrrrr.
O zamanın Karacasu hayatına egemen olan anlayışlar içinde düşünürsek manevî bir dünyadan ve belki de Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının heyecanından etkilenen bir insan çıkar karşımıza. Hangi kaynaktan beslenen bir ruh olsa da sonuçta HASRETMEK kelimesinin Osmanlıca manası gibi düşünürsek, Hacı Ali Bey Oğlu Mustafa Bey: KARACASU ÖMRÜM SENİN OLSUN demiştir kısacası.
Bu anlayış Karacasulunun kültüründe vardır. 1724 yılının Çarşı Camisi minare kitabesini okursanız aynı anlayışın 289 sene önce de Karacasu’da olduğunu görürsünüz. O kitabede Karacasulular “memleketini sevme bilincinde olan insanlar” olarak nitelenir. Hacı Ali Bey Oğlu Mustafa Bey’den 20 sene sonra aynı anlayış Karacasu Ortaokulu kitabesinde “Karacasu’yu sevmek sözle değil eserledir.” diye devam eder. Bu anlayış durmuş mudur?
Tabiî ki hayır. Karacasu Vakfının, Vakıf binası girişine konulmuş kitabeyi okursanız orada da aynı anlayışla “… Bu eser, Karacasu’nun temiz evlatlarının eseridir…” diye yazılmıştır.
Karacasu’da daha onlarca kitabe var. İncelenmek için bekliyor. Yediğim ekmek gibi biliyorum ki Karacasulu olmanın özelliklerinden biri olan “hamiyetmendlik/ kasabasını sevme bilincinde olmak” özelliği o taşlarda da görülecektir.
Yukarıda: İNSAN KARACASU GİBİ BİR KÜLTÜR HAZİNESİNDE yaşamışsa/yaşıyorsa diye yazdım ya işte bunun için yazdım. Daha incelenecek onlarca ne mutlu ki kaybolmamış eserler var ortalıkta duran.
Yine mezar taşındaki yazılara dönersek HACI ALİ BEY OĞLU MUSTAFA BEY kimdir? Günümüz için bazı ipuçları veriyor mu? Soyadı Kanunu 1934’te çıktığı için kitabede soyadı yok. Bu sebeple günümüzde yaşayan ailelerle bir irtibat kuramıyoruz. Belki sizin belki benim veya başka bir Karacasulunun atası olabilir diyebiliriz. (Bir de bu taşın bulunduğu yerde yakınlarının mezarı olanlar bu bilinmezliği belki açıklayabilirler)
Enteresan olanı Harf Devrimi’ni izleyen hemen sekiz ay sonraki bir tarihte olan ölüm için yeni harflerle bir kitabe yazılmasıdır. Harf Devrimi Kasım 1928’de gerçekleşiyor. Ölüm de Temmuz 1929’da oluyor. Bu kadar kısa bir zaman sonra Latin harflerinin kullanılmış olması hem ailenin ileri görüşlülüğünden hem de Harf Devrimi’ne uymak zorunluluğundan olabilir. Zaten Karacasu Mezarlığı’nda aynı ustanın elinden çıkmış belli bir dönemde yapılmış intibaı veren 10 kadar taş var.
Ben bu mezar taşındaki ifadeyi okuduğum zaman hayli şaşırdım. Mezar taşlarında daha çok ölüm sebepleri, ölüm acısı, Allah’a teslimiyet… gibi konular varken bu taşta sosyal bir saptama vardı. (Öğretmen Muharrem Sarp’ın mezar kitabesi de bu açıdan incelemeye değerdir.) Düşünmemek elde değildi. 1920’lerde Karacasu’da bir insan yaşamış ve Karacasu için dikkati çekecek kadar değerli ve önemli işler yapmış. Kaydı var mı? Yok. Bir gün bir toplantıda konuşulmuş mu? Yok. Aradan geçen seksen sene içinde bir eserde ismi geçer mi? Yok.
Bu YOK’lar karşısında üzüldüm inanın. Siz bir ömür bir kasabanın insanları için çalışacaksınız o insanlar sizi bugün mezarlığın bir köşesinde unutup gidecekler. İşte onun için hafıza-i beşer nisyan ile maluldür demişler. Bunun bilincinde olan toplumlar yazının ne kadar değerli olduğunu kavramışlar. Unutmamak için yazmak gerekir her zaman.
Karacasu’nun bir dönem için en büyük kusuru yazmamak veya yazdıklarını koruyamamak olmuştur. Bir dönem için diyorum çünkü 1590’lardan başlayarak bir dönem için hiç olmazsa Tekke kitabesi, çeşme, köprü kitabeleri yazılar bırakmışlar bize. Ama 1945’lerin KARACASU’YU SEVENLER DERNEĞİ hakkında hiçbir yazılı belgemiz yok. İyi ki yaptıkları iki okulun duvarına tutturdukları iki kitabe kalmış. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönem eserlerinden olan ve Karacasu sosyal hayatında çok derin izleri olan KARACASU DOKUMACILAR KOOPERATİFİ hakkında, mesela GECE OTURMALARI, DEVE YAPMA hakkında hiçbir belge yok. CUMHURİYET’İN 10.YIL KUTLAMALARI’NDA KARŞIYAKA’DAN CUMHURİYUET ALANI’NA(BUGÜNKÜ HASTANENİN ÖNÜ) ELLERİNDE ÇIRA MEŞALELERLE YÜRÜYEN BÜYÜK KALABALIKLARIN ÖYKÜSÜ yok.
Geçmişteki Karacasulular kitabelerden her gün bize sesleniyorlar. Biz yaşadık, bizim hayata bakışımız şuydu, şunları şunun için yaptık diye haykırıyorlar. Ben her kitabenin önünden geçerken anlamlarını bildiğim için zaman tünelinde onlarla konuşuyorum. Nasıl yaşamam neler yapmam gerektiğine dair ipuçları buluyorum.
O zaman şu soruyu soralım:
Bizden sonra gelecek olan Karacasulular bugün bizim neleri niçin yaptığımızı, yaşam felsefemizi, sosyal olaylarımızı, toplumsal sevinçlerimizi, toplumsal kederlerimizi bilmesinler mi?
Karacasu’nun bugünkü yaşadıkları zamanın mezarlıklarında mı unutulsun?
Not: Bu cümleden olarak sizlere şu müjdeyi verebilirim. Kütahya Üniversitesi’nde hazırlanan 591 sayfalık Süleyman Rüşdî isimli eser artık elimizdedir. Karacasu kültür dünyasına hayırlı olsun.
01.05.2013, Aydın
|