Kamil Koç otobüslerinde yolculara sunulan YOLCULUK dergisinde Sayın Deniz Yalım Kadıoğlu’nun çok güzel bir yazısıyla karşılaştım. Zevkle okudum. Okumam bitince de yazarın sorduğu soruyu kendime sormadan edemedim: EŞEKLER ADINA SORARIM SİZE, ADALET BUNUN NERESİNDE?
Sayın yazara teşekkür ederiz, saygılar sunarız.
EŞEK HOŞAFTAN NE ANLAR
“Eşek hoşaftan ne anlar; suyunu içer, tanesini bırakır.” diyen atalarımız, bununla yetinmeyip altın semer de vurmuşlar; bakmışlar ki eşek, aynı eşek. Cahillik, görgüsüzlük, kıymet bilmezlik… Kendilerinde görüp sevmedikleri hangi özellik varsa bu garip hayvana yüklemişler.
Kıyas ve sınıflandırma insana mahsus. Gördüğümüz her şeyi kategorilere ayırmada, kendi dünyamıza özgü sıfatlarla da bezemede üstümüze yok. İyi-kötü, güzel-çirkin, sevimli-sevimsiz… Bir laf etmeden duramayız, susup da yalnızca bakmayı, izlemeyi çoğu zaman başaramayız. Etrafımızdaki her şey gibi hayvanlar da bu özelliğimizden nasibini almıştır. Hem de fazlasıyla. Karganın sesi çirkin, bülbülünki güzeller güzelidir; köpek sadıkken, kedi nankördür; tavuğu aptal, tilkiyi kurnaz farz ederiz. Farz etmekle de kalmaz, sevmediklerimizi de hayvan isimleriyle niteleriz: “Ahmet Bey mi? O ne kurnaz tilkidir o…”
Hele eşekler, gözleri sürmeli, bakışları hülyalı hayvancıklar… İnsanoğlu tarafından hayvanlar âleminin en alt sınıflarından birine yakıştırılan garibanlar. Üstelik ilk çağlardan beri sırtlarında onca yükle yollarda yoldaş olmuş, gıklarını bile çıkarmadan tarlalarda çalışmışlar. Mısır Kralı Tutankamon’un mezarında eşek avını betimleyen resimlere rastlandığını biliyor muydunuz? Daha o zamanlar avlanarak evcilleştirilen eşekler, yük taşımanın yanı sıra binek hayvanı da olmuşlar.
Tüm dünyadaki eşeklerin atasının Afrika yaban eşeği olduğu biliniyor. M.Ö 2800-2500 civarlarında özellikle Mısır’da avlanarak evcilleştirilmeye başlanmış, MÖ 1000 yıllarında hem Mısır hem Asya hem de Avrupa’nın bazı bölgelerinde yaygın bir ulaşım aracı olarak kullanılmış. 2003 yılında, eski Mısır krallarına ait olan ve 5000 yıllık olduğu saptanan üç mezarda, eşek kemiklerine rastlanmış. Kahire’ye yaklaşık 480 km mesafedeki Abydos’ta kentin ilk firavunlarından birinin mezarında bulunan kemikler, firavunun ölümünden sonraki hayatına yük hayvanlarıyla birlikte gitmek istediğini gösteriyor. Mısır gibi büyük bir medeniyetin meydana gelmesinde, yalnızca tek bir kentin oluşturulmasında bile taşımacılığın ne denli önemli olduğunu tahmin edebilirsiniz. Kentlerin kurulmasında onca emeği geçen ve ter döken bu hayvanlar, en azından bir şekilde onurlandırılmış diyebiliriz. Belki de kral, ölümden sonraki hayatında yeni bir kent kurmayı hayal etmiş ve bu yüzden eşeklerini de yanında götürmek istemiştir, kim bilir? Firavunların hazineleriyle, hizmetlerinde bulunan saray mensupları ya da soylularla birlikte gömülmelerine alışık olan antropologlar, eşek kemikleriyle dolu bir mezara rastlayınca şaşırmış olmalılar. Ancak bu keşfin bilim insanları tarafından bir önemi daha var: Bulunan iskeletler, Afrika yaban eşeğinin evcilleştirilmesine dair ilk kesin delilleri oluşturuyor. Eşek iskeletleri incelendiğinde, kemik özellikleri ve eklemlerindeki yıpranma ve aşınmalar, bu hayvanların günümüzde olduğu gibi binlerce sene öncesinde de çok ağır yüklerin taşınmasında kullanıldığını gösteriyor. Hatta bazı eklemlere yıllar boyu öyle ağır yükler biniyor ki kıkırdak tamamen gitmiş oluyor.
Tarih boyunca insanoğlunun eşyalarını, bağda bahçede yetiştirdiği ürünlerini taşıyıp duran eşekler, Kristof Kolomb ile Amerika topraklarına ayak basmış ve “ altına hücum” döneminde, dağlardaki altın madenlerinin vaz geçilmez işçileri hâline gelmişler. Yıllar boyu dünyanın her yerinde hem insanları hem de sırtına vurulan her türlü yükü taşıyıp durmuşlar. Sonra da en istenmeyen sıfatlara layık bulunmuşlar. EŞEKLER ADINA SORARIM SİZE, ADALET BUNUN NERESİNDE?
MİDAS’IN KULAKLARI
“Midas’ın kulakları eşek kulakları” Bu cümleyi çocukluğumuzdan beri duyar, biliriz. Peki, ünlü Frigya Kralı’nın kulaklarının nasıl olup da bir anda eşek kulağına döndüğünü biliyor musunuz?
Frigya Kralı Midas zamanında, ülkenin Kelenai kentinde Marsyas isimli biri yaşarmış. Müziğe tutkun olan Marsyas Frigya’nın Doğa ve Kırlar Tanrısı Pan’a adanmış besteler yapar, bununla da kalmaz düdük ve kamışları kullanarak türlü müzik aletleri yaratırmış. Hatta söylendiğine göre bir kamışa yedi delik açarak bugünkü ney, flüt ve kavalların temelini de atmış.( Bir başka efsaneye göre bunları yapan Tanrı Pan’ın kendisidir.) Günün birinde elinde flütü Frigya’nın ormanlarında dolaşırken Tanrı Apollon’a rastlamış. Apollon’nun gümüşten üç telli bir lir’i varmış ve çalışı dillere destanmış. Tanrısına meydan okumuş, Marsyas, müziğinin onunkinden daha güzel olduğunu iddia etmiş. Bunun üzerine Kral Midas’a gitmişler ve en güzel çalanı seçmesini istemişler. Midas birinciliği Marsyas’a verince Apollon öfkesinden çılgına dönmüş. “Senin kulakların pek iyi işitmiyor galiba” diyerek Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirmiş.
Bu utançla insan içine nasıl çıkacağını bilemeyen kral başına koca bir külah geçirmiş. Fakat zamanla saçları iyice uzayınca çaresiz, berberin yolunu tutmuş. Orada mecbur çıkarmış külahını ama sıkı sıkı da tembihlemiş berbere: “Bundan tek bir kimseye bahsedersen alırım canını” berber ne yapsın, bu sırla ömür boyu nasıl dayansın, tutamamış kendini, gitmiş bir kuyunun başına. Bakmış etrafa, kimsecikler yok, eğilmiş ve var gücüyle bağırmış kuyunun karanlık sularına: “Midas’ın kulakları eşek kulakları, Midas’ın kulakları eşek kulakları” Meğer kuyunun suları sazlığa ulaşırmış. Berberin sesi de sazlıktaki sazlar rüzgârla dalgalandıkça bütün şehre yayılmış. Sokaklarda ber
berin gür sesi yankılanmaya başlamış. Sonunda tüm Frigya halkı Midas’ın sırrını öğrenmiş.
Hayvanlardan bahsedip de Hayvan Çiftliği’ne uğramamak olmuyor tabii. Ortak yaşam köşesinde daha önce de bahsettiğimiz kitabın yazarı George Orwel, çiftlikteki her hayvana belli özellikler vermişti hatırlarsanız.
Dayanıklılığı, iyi bedeni ve çalışkanlığıyla diğerlerinin hayranlığını kazanan beygir Boxer, tüm çiftlik hayvanlarının ağzından çıkan her türlü sözü can kulağıyla dinlediği ve büyük saygı gösterdiği tek bir konuşmasıyla büyük ayaklanmayı başlatan domuz Koca Reis, ve zekasını hainlik ve sinsilik ile birleştiren diğer domuz Napoleon… Peki ya yaşlı eşek Benjamin? Kitap boyunca huysuzluğundan girilir somurtkanlığından çıkılır. En keyifli anlarda bile bir tek o gülmez, soranlara ise “Gülecek ne var ki?” diye yanıt verir. Belki de huysuzluğundan değil, eninde sonunda olacakları ta en başından görmesinden kaynaklanır bu tavrı. Başka bir açıdan bakınca gördünüz mü her şey ne kadar farklı?
Nasrettin Hoca’nın eşeği Karakaçan’ı saymamak olur mu hiç? Sahi neden ters binmiştir Hoca eşeğine? Çocukluktan bu güne bilgi üzerine bilgi eklediğiniz beyninizin kuytu köşelerine, hafızanızın şenlikli bölgelerine bir bakın bakalım, hatırlayanınız var mı? DENİZ YALIM KADIOĞLU
İsterseniz bilebildiğim kadarıyla yazarın sorusunun yanıtını vereyim: İnsanı yanlışlara iten ve iç huzursuzluğunun kaynağı olan nefs(nefis) eşek ile sembolize edilir. Ve Nasrettin Hoca, Karakaçan’a ters binerken bize: “Nefsinizin gittiği yere gitmeyin.” demek ister. Bu anlatımda da eşek, olumsuz sıfatla anlatılır.
Deniz Yalım Kadıoğlu
1979 doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi’nde işletme okudu. Çeşitli internet sitesi, dergi ve kitapların editörlüğünü yaptı. Bir süredir serbest metin yazarlığı yapıyor, kısa öyküler yazıyor ve süreli yayınlar için gezi yazıları, kültür-sanat haberleri ve söyleşiler hazırlıyor.