0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

ELDE VAR HÜZÜN

ELDE VAR HÜZÜN
Geçen gün televizyonda bir yazarımızla yapılan röportajı seyrediyordum. Röportaj yazarın evinde yapılıyordu.
Ben her zamanki gibi her gün yazısını okuduğum bu yazarın her cümlesine dikkat kesiliyorum. Nasıl yaşıyor, nelerle meşgul oluyor, neleri okuyor, neleri dinliyor…diye öğrenme isteğiyle hem görüntüleri seyrediyor hem de söylenenleri beynimin içinde dolaştırıyorum. Kendi yaşamımla ilgili kodlamalar yapıyorum.
Çocukluğumda filizlerini fark ettiğim öğrenme isteğimin bu güne kadar ne kadar çeşitlendiğini, dal budak saldığını şaşırarak yaşıyorum. Yazarın evine, koltuklarına, odasındaki sinema düzenine, plaklar çaldığı pikabına hem bakıyor hem de kendim için hayaller kuruyordum. Televizyondaki röportaj ve ben sessiz odamın içinde bir başka gezeğendeydik.
 Kamera, duvardaki boydan boya kitaplığı gösterdi, tam o sırada içimde bir şeyler cız etti. Hüzünlendim. İçimdeki sızılardan biri daha uyandı ve kendi mecrasında bir kış ırmağı gibi doludizgin, sağını solunu yıkarak akmaya başladı. Hatırlamak istemediğim birçok anımı tekrar kendi sinemalarımda seyretmeye başladım.
Sebep ne, derseniz, ben de size: “Pek çok.” diye cevap veririm. Ama kâğıtlar yetmez. Birkaçından ve ona yapışık olanlardan söz edeyim size.
Yazarın bir kitaplığı gibi bir kitaplık Karacasu’daki evimizde vardı. Onun bir küçüğü de Aydın’daki eski evimizde vardı. Biliyor musunuz biz o iki evi de sattık. Kitaplarımı topladık koliler hâlinde. Kitapları Aydın’da bodrumda, Karacasu’da da annemin yeni evinin çatısında saklamaya başladık. O gündür bu gündür benim bir kitaplığım yok.
Geçenlerde yeni evimizde mütevazi bir televizyon altlığı yaptırarak kitaplarımın çok azını oraya getirdim. Hemen elimi uzattığımda satırlarından binlerce şey öğrendiğim kitaplarımın bazıları elimin altında olsun diye.
Karacasu’daki evimizin hem salonunda hem de yatak odamızın yatak başlığı üzerinde olmak üzere iki kitaplığımız vardı. Bazen yatak odasında yatağın üzerinde bağdaş kurar ve hemen önümde raflar içinde duran kitaplarıma bakardım. Seyretmekten bile keyif alırdım. Onlar bütün çığırtkanlıklarıyla beni çağırılardı kendilerine. Selamlaşırdık onlarla. Sonra da kavuşmanın keyfiyle sayfalar arasında gezmeye çıkardık. Altını çizdiğim satırlar, kitap kenarlarına düştüğüm notlar beni başka zamanlara başka hayallere taşırdı. Bazen kitap aralarından, kesip sakladığım gazete yazıları, bazen bir fotoğraf ve de bazen bir gülün kurusu çıkardı. Bir zamanların gülü, o an, kuru hâliyle bile beni tekrar gül gibi zamanlara taşırdı.
Elimi uzatsam Atilla İlhan, elimi uzatsam Ataç, Korkmazgil, Nazım, Eyüboğlu, Yunus, Mevlana …hangisini sayayım ki hepsi karşımda durulardı; çok çok ötelerden seslenirlerdi bana.
Abartmayayım-keyfim yerindeyse, beni üzen bir şey yoksa- bütün zamanımı orada geçirebilirdim. Sözün özü zevk alırdım okuduklarımı tekrar incelemekten.

 


Mesela söyleşilerini bir su azizliğinde özümsediğimiz, şiirlerinde farklı bir söyleyişi zevkle gözlediğimiz Atilla İlhan-bakın neler diyor o kitap sayfaları arasından:

söyleşir
evvelce biz bu tenhalarda
ziyade gülüşürdük
pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
zamanlar değişti
ayrılık girdi araya
hicrana düştük bugün
ah nerde gençliğimiz
sahilde savruluşları başıboş dalgaların
yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
elde var hüzün

o şehrâyin fakat çıkar mı akıldan
çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
sırılsıklam âşık incesaz
kadehlerin mehtaba kaldırılması
adeta düğün
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün…

Şair bir başka şiirde şunları söyler:
Görünmez bir mezarlıktır zaman
Şairler dolaşır saf saf
Tenhalarında şiir söyleyerek
Bir kitap, zamanın görünmez sokağından seslenen bir şair, o kitaplığın önündedir tam da o şiiri okuduğunuz zaman. Tam karşınızdadır. Resmini hiç görmeseniz, kendisini hiç tanımamış olsanız da sözleriyle, hayalleriyle, düşünceleriyle ete kemiğe bürünür hemen orada size insan beyninin akıl almaz yaratıcılıklarını, insan azminin ve çalışkanlığının yıllarca biriktirdiği bilgileri sunar.
Bugünlerdeki üzüntülerimden biri bu. Artık kitaplıklarım yok. Önünde bağdaş kurup hemen oracıktan alıverdiğim basit kitap raflarım yok. Yukarıda da dedim ya o röportaj esnasında içimi cız ettiren konulardan biri buydu.
Biri de anılara niye bu kadar tutunduğumuzu anlamam idi.
Anılar koptuğumuz, ayrıldığımız yaşantılardan oluşurdu. Bir daha dönemezsiniz gerilere doğru. Tek yönü gösteren bir yol işaretine uymak zorundasınızdır. Ve yolun her iki tarafı da her santimetrede geriye dönülmez levhalarıyla doludur. Levhalar, sanki siz onları görmüyormuşsunuz gibi bazen eğilirler gözünüze girmek isterler.
Ev’i severim. Evde zaman geçirmekten sıkılmam çoğu kez. Kitaplar, yazı yazmalar vesaire derken kendi kozamı örerim o zamanlarda. İzole olurum yaşamaktan ve yaşamın bütün olumsuzluklarından.
Çocukluğumda da vardı bu seçim. Nazilli’ye gittiğimde tuğla duvarlı küçük evleri gördüğümde- taş evlerde yaşanan bir yerden gelmiş biri olarak- o evler gibi küçücük bir evim olsun isterdim.
1971’de Karacasu’da böyle bir evim oldu. O evde 25 sene yaşadık. Bütün zamanlar içinde neler neler yaşamadık ki o evde!
Evlenip girdiğim o evde çocuklarımı büyüttüm, okuttum. O evden her sabah 8.40’ta çıkar 7 dakika sonra okulumuza varırdım. Orada öğrencilerimle pek güzel günler geçirdim. O öğrencilerimle evimizde oturduk, bayramlarda bayramlaştık,
Geceleri üniversite tercih formlarını öğrencilerimizle doldurduk.
Kurbanlar kestik, sünnet törenleri yaptık… dedim ya 25 yıl o evde yaşadık.
Ne yazık ki bu evi sattık. 25 yılın bütün anıları da sanki bu evle satıldı.
Sattığımda aklımın gereğini yaptım duygularımın gereğini ise yapamadım.
Kitaplarımı toplamak, paketlemek; kitaplığımı sökmek çok acıydı.
Bütün dostlarımı paketlemiş, bir de koli bandıyla iyice sarmış gibi hissettim kendimi, biraz suçlu çokça hüzünlü olarak.
Evin değişik yerlerine astığımız aile resimlerini topladım. Bu arada albümleri karıştırdım o karmakarışık evin içinde. Bir of çekip onları da koydum koli içlerine.
Her şeyi topladıktan sonra evi sattığımız kişiye temiz teslim edelim diye ortalığı eşimle beraber süpürdük.
1971’deki gibiydi süpürüşümüz. Ancak birinci süpürüş bir yeni başlangıçtaydı diğeri ise bu evden ayrılıştaydı, bitişteydi.
Kapıyı son kez kilitledim. Dış kapıdan çıktım. Karşıya geçtim ve bizim ailemizin evine baktım. Hızla döndüm ve buruk bir şekilde yeni bir dünyaya doğru yürüdüm.
Bir televizyon programında seyrettiklerim kalemimi buralara kadar getirdi işte.
Program bitince evimizde(Aydın’da) salona geçtim. Koltuğa oturdum. Gözlerimi yumdum. GÖRÜNMEZ BİR MEZARLIKTIR ZAMAN dizesinin loşluğunda yeni hayaller kurdum; ama elde yine bir hüzün vardı.