0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Bunlar Türkiye’de Oluyor

Sayın Feyza Hepçilingirler’in bir dergide okuduğum yazısını sizinle paylaşmak istedim. Yazar bir taraftan üniversite görevini sürdürürken bir taraftan da edebiyatımıza değerli eserler kazandırmaya devam ediyor.
Pek çok ödülün sahibi olan yazara teşekkür eder, saygılar sunarız.
BUNLAR TÜRKİYE’DE OLUR
“Bu kadarı Türkiye’de olur dedirten görüntüler”…internete düşüp duruyor bugünlerde.
Arka koltuğa attığı koyununu kim bilir nereye taşıyanını mı ararsınız, benzini bitmiş arabasını eşekle/atla götürmeye çalışan mı? Karı-koca, onların önüne, arkasına sıkıştırılmış çocuklarla motosiklete binip “ailece” gezmeye giden mi? “Bu kadarı ancak Türkiye’de olur” dedirten şeyler yalnız görüntülerden ibaret değildir. “Bunları dünyada bir tek Türkler yapar” diye madde madde sıralanmış listeler de sık sık gelir mesaj kutunuza.
İşte “Türk olmak” diye başlayıp sıralanmış maddelerden bir demet:  “Çatalın kenarını bıçak niyetine kullanmaktır.” “Telefon çalınca yanına gidip bir kez daha çalmasını beklemektir.”  “Her programda ‘yetmiş milyon bizi izliyor’ diyebilmektir. “Araba camlarına ‘beni yıka’ diye yazarak arabanın duygularına tercüman olmaktır.” “Asgari ücretle bile çalışıyor bile olsa maaşının iki katı fiyatlı cep telefonuna sahip olmaktır.” “ İçtikten sonra ‘N’olacak bu memleketin hâli?’ diye sormaktır.” “ Misafirliğe gidip saatlerce oturduktan sonra giderken kapı önünde koyu bir muhabbete dalmaktır.” “Ağlamamak için, çok gülmekten çekinmektir.” “Düğünlerde ‘dom dom Kurşunu’ ile göbek atarak, ‘Bir avcı vurdu beni, bin avcı beni yedi’ gibi sözlerle kendinden geçen tek millet olmaktır.”
Yapıyoruz bunları; yapmasak bile yapanları görüyoruz, biliyoruz. Başka bir deyişle bunların hepsi de doğru ama bunları “milli” özellik saymak, Türk olmaya bağlamak doğru mu? Türk olduğumuz ya da olmadığımız için değil, aynı toplum içinde yaşadığımızdan dolayı edindiğimiz, kimilerini görenek sayabileceğimiz, çoğu gülünç davranışlar bunlar; kendiliğinden oluşmuş toplumsal alışkanlıklar… Her toplumun yaşama biçimi gibi, yaşamdaki öncelikleri de farklı.
Japonların en kaliteli mallarını yalnızca Japonya’da yalnızca Japonlara satılmak üzere ayırdıklarını, bunları başka ülkelere asla satmadıkları gibi, ülkelerine gelmiş yabancılara da satmadıklarını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Kendine değer vermek ve önem vermek budur işte, diye düşündüğümü anımsıyorum.  Ayaküstü bir karşılaştırma yapmak bile yetiyor aradaki farkı algılamaya. Bizde Rusya’nın ya da Avrupa’nın herhangi bir ülkesinin hormonlu diye ya da başka nedenlerle geri çevirdiği sebze, meyve hemen iç pazara sunulur. Çayın en makbul olan filizleri ihracat için işlenir; Türkiye’de kendi çayınızın en kalitelisini bulup içemezsiniz. “İhracat fazlası” malları satan dükkânlar kimseyi şaşırtmaz. Oysa ihracat fazlası ne demek? “Biz bu malları, istenen kalitede olmadıkları için, dış piyasalara kabul ettiremedik. Ucuz ucuz burada satıyoruz.”  demek değil mi? Hiç alınganlık göstermeyiz buna. Çünkü evin en güzel köşesine oturmamış; onu kim bilir ne zaman gelecek olan konuklar için derli toplu tutmaya çalışırken kendimizi  orada oturma zevkinden bile isteyerek mahrum etmişizdir. En iyi giysilerimizi, en güzel ayakkabılarımızı gezmeğe giderken giymek üzere saklamışızdır. “Büyüyünce de giysin” diye birkaç beden büyük aldığımız giysiler, çocuk tahmin ettiğimizden hızlı büyüdüğü için giyilemeden eskimiştir.
Kusur ya da eksiklik arıyorsak bence en büyük kusurumuz bu:
Kendimizi iyi şeylere layık görmemek…
Not: Ana sayfaya Batı Karadeniz ile ilgili fotoğraflar konmuştur