0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

BİZE BENZESİN

Uyumlu, kendi hâlinde insanları pek severiz genel olarak. Bir insan; geleneklerimize, alışkanlıklarımıza ne kadar uyuyorsa o kadar makbul sayılır. Bazı insanlar, çevresindeki insanların yaşayış biçimlerinin, hatta düşünüş biçimlerinin kendileriyle aynı olmasını ister. Böyle insanlar: “ Bizim gibi olsun, bizim gibi düşünsün, bizim okuduklarımızı okusun…”düşüncesindedirler. Öyle olunca da rahatlarlar bir şekilde. Çünkü BENZEYENLER içinde yaşamak kolaydır. Her kimliğin bir şablonu(kalıbı,hayali) vardır kafalarında. Öğretmen, öğretmen şablonlarına; öğrenci, öğrenci şablonlarına uymak zorundadır. Öğretmen olsun, öğrenci olsun, esnaf olsun- kim olursa olsun- kendi kalıplarına uymuyorsa işte bunu hazmedemezler bir türlü. Mesela bir öğretmen, diğer öğretmenlerden farklı giyiniyorsa, derslerinde farklı davranıyorsa hemen dillere düşüverir: “Derste niçin farklı bir dil kullanıyormuş? Niye kravat değil de papyon takıyormuş, başındaki o beremsi şapka da neymiş? Fikirleri ne kadar da garipmiş!” cümleleriyle hemen yargılarlar o kişiyi. Nesnel(objektif) yargılasalar neyse! Tamamen öznel(subjektif) bir yaklaşımla, sonuçta çizgi dışı insanları suçlamayı, yermeyi, olumsuz sıfatlarla vasıflardırmayı severler. Allame-i cihanmışlar gibi karar verirler kendi kendilerine. Biraz farklı düşünen, hadi hadi biraz daha cesurca söyleyeyim çılgınca fikirler üreten, söyleyen, bize garip gelen; ama bize zarar vermeyen insanlar için: “Ne demek, ne yapmak istiyor?” sorularını sorup da anlamaya çalışmazlar o insanları. İLLE DE KENDİLERİNE BENZESİN isterler. Kendilerinden çok farklı şeyler giymesin, çok farklı yaşamasın, standartları kendilerine benzesin diye çırpınır dururlar. Çok farklı evler, çok farklı araçlar derken lüks şeyleri kastetmedim. Mesela kasabanının en zengin adamı, bir koruda, basit bir ağaç evde yaşasa, MIKIRLIĞINDAN, ANTİ SOSYALLİĞİNDEN tutun her şeyi konuşurlar, her kötü özelliği yakıştırırlar o insan için. Hele hele, bu farklılık bir de fikirsel konularda ise vay hâlimize! Kantarın topu iyice kaçar. Ülke yönetiminden tutun, kasaba, okul yönetimine, çocuk eğitimine kadar herhangi bir konuda söylediğiniz çizgi dışı bir fikir sizin garipsenmenize , dışlanmanıza “şucu veya bucu” diye ünvanlar kazanmanıza(!) sebep olur. Hatta okuduğunuz dergiler, gazeteler bile şöyle bir göz ucuyla kontrol edilir. Getirdiğiniz yeni fikirler: “Öfff bee eski köye yeni âdet getiriyor” diye hafifsenir veya : “Nerden çıktı bu adam, sırası mı yani!” diye rahatsız olunulur. Bütün bunlar DÜŞÜNCENİN VE DÜŞÜNMENİN BÜYÜSÜNÜ FARKEDEMEYENLERİN işidir. Çünkü: Sıkı bir şekilde eğitilmemiş toplumların insanları kendilerinden farklı yaşayan, düşünen, fikir üreten insanları AŞAĞIDAN YUKARIYA DOĞRU BAKTIKLARI; YENİ DÜŞÜNCELERİ, BİLGİLERİ ÖĞRENMENİN ZAHMETİNE KATLANMADIKLARI için, kendi hâllerini, yetersizliklerini ve bilgisizliklerini hemen fark ederler.Ama bunu kimselere söyleyemezler. İçlerini, bir türlü yanmayan bir ocağın dumanı kaplar. Bu, kimseye söyleyemedikleri iç huzursuzluğundan ötürü farklı düşüncede , farklı fikirde olan insanları çekemezler; ONLARI KENDİLERİNE BENZETMEYE çalışırlar; ancak o zaman huzur bulurlar. Kendi içlerinde yetişmiş; ama hepsinden daha serpilmiş, uzamış birkaç başağı kesmek isterler. O gelişmiş, olgunlaşmış başaklara baktıkça rahatsız olurlar. Ve bütün tarlanın aynı boydaki başakları o upuzun, dopdolu birkaç başağı kesince rahatlarlar. Artık hepsi birbirinin aynısıdır. BU HÂL GELİŞMEMİŞ TOPLUMLUMLARDA YILLARCA HATTA YÜZYILLARCA SÜRÜP GİDER. BU EKSİKLİK DUYGUSU onlara o kadar eğemen olur ki bu duygu onları hep yanlış düşünmeye, hep yerinde saymaya zorlar. Onun içindir ki BU TÜR İNSANLAR VE TOPLUMLAR HİÇ DEĞİŞMEZLER. YERLER İÇERLER DOL….RURLAR. Zavallılıklarını ne yazık ki hiçbir zaman anlayamazlar. Allah’ın kendilerine verdiği en değerli hazineyi yani aklı kullanamadan bir ömrü, etrafındaki olup bitenleri anlayamadan bitiriler. Dünya onların gözüne kaçmaz. Okumazlar, yazmazlar, görmezler. SADECE BİLDİKLERİNİ ZANNEDERLER.GELİŞMENİN VE DEĞİŞMENİN ANCAK ÖNCÜ İNSANLARLA, FARKLI DÜŞÜNCELERLE OLACAĞINI BİR ÖMÜR BOYU BİR TÜRLÜ ANLAYAMAZLAR. Oysa çağdaş insan farklılıkları, zıtlıkları sever. Çağdaş toplum; bu farklı fikirler, davranışlar ne kadar farklı olsa da bu yeni fikirlere, çarpıcı sanat eserlerine, farklı sanatçılara, şaşırtıcı anlayışlara önyargılı davranmaz. Onları anlamaya ve kendi hayatı içinde yararlı kılmaya çalışır. Hoşgörülü olur. “ACABA YENİ BİR AKIM, YENİ BİR YAKLAŞIM VAR DA BİZ Mİ ANLAYAMIYORUZ, BİZ Mİ GERİDE KALDIK” telâşını duyar içinde. Uygarlık; farklı fikirlerle, karşı fikirlerle, eski olana karşı duruşla var olmuştur. Değişim sağlayan fikirlerin tümü ilk söylendiklerinde insanları şaşırtmıştır. Ama bazı toplumlar bu fikirleri ilk başta anlamasa da reddetmemiş akılla, bilimle anlamaya çalışmıştır. Bu toplumlar orijinal, ters fikirleri sevmiş, bu orijinaliteyi sağlayan insanların özel olduğuna kalben inanmış, onlara değer vermiştir. İşte, daima gelişecek olan da bu toplumlar olmuştur. Bir fert olarak, bir köy olarak, bir kasaba olarak, bir ülke olarak değişmek ve gelişmek istiyorsak bize benzemeyen her şeyi akıl ile anlamak zorundayız. Anlayabilmek için de kendimizi çok sıkı eğitmek zorundayız. Mesela şiir okumak, mesela yüzlerce kitap okumak, panellere katılmak, kaliteli tiyatro eserleri seyretmek… say sayabildiğin kadar bitmez ki ! DEĞİŞMEK ZORUNDAYIZ. SEÇİMİ YAPACAK OLAN BİZİZ BAŞKASI DEĞİL! NOT: yazımızda teknik sebeplerden “paragraf düzeni” oluşturamıyoruz.