8 yıl önce. Kahvederesi Yaylası’nda saat 10 gibiydi. Tek başıma oturuyordum. Kahvecinin daha gelmediği o saatte bir arkadaş girdi kahveye. Sıcak bir duruşu, kendinden emin, güven veren bakışı vardı. Umuyorum, yabancıydı ve Karacasu’ya ilk kez geliyordu. Koca çınarların altında sadece ikimiz vardık.
Doğal olarak hoş geldiniz, buyurun, beraber oturalım, dedim.
Öyle de oldu. Merakımı gidermek için sabırsızdım:
-Nereden geliyorsunuz? Hangi rüzgâr sizi buralara uçurdu?
Cevap vermesiyle birlikte ilginç mi ilginç bir yaşanmışlık çıktı.
Televizyonda Karacasu’nun tanıtımını BİZİM ELLER programında seyretmiş. Sadece Yaylaları ve seramik ocaklarını görebilmiş. Yaylalara bayılmış. Not almış, mutlaka burayı görmeliyim diye. Yaylamızı görmeye gelmiş.
Ta Mersin’den gelen tabiat âşığı bir kardeşimizle aynı tabiata âşık ben yine o muhteşem tabiatın çok özel bir köşesinde buluşmuş olduk o zaman.
Sevgiye kim karşı durabilir ki derler, doğrudur.
Ben kendisine bir şeyler ikram etmek istedim; ama kahveci yoktu. O hemen kalktı arabasından getirdiği ısıtıcıda iki neskafe yaptı ve böylelikle misafir, ev sahibini ağırlamış oldu.
Güzel bir söyleşimiz oldu. Kardeşimiz Zafer, öyle bir Mersin rüzgârı estirdi ki ben mest olmuş bir şekilde onu dinledim. Bir televizyon programında gördüğü yeri seven ve sevgisi için yollara düşen bu arkadaşa hayran olmamak mümkün müydü? Hayranlıkla onu dinledim. Anlatırken söyledikleriyle yaşadıkları arasındaki uyumu izledim. Serde Türçecilik , Karıncalı’ının doruklarında duman var biz de biraz coşmuşuz herhâlde!
Herhâldeyi unutmayın haa! Çünkü sekiz yıl sonra karşımıza çıkacak yine.
Oradan kalktık Belediye başkanına gittik. Televizyon yayınlarının ne kadar etkili olduğunun canlı bir örneğini gösterdim ona. İsteklensin de beldesine hizmetler etmede yorulmasın diye.
Her kavuşmanın ardı ayrılık derler. Vakti zamanı gelince bu Mersinli arkadaşı başka diyarlara uğurladık. Kardeşimizin ardından el salladık. İnşallah görüşürüz, dedik.
Gün ola harman ola:
Bugün ise 21 Haziran 2014. Tam da 8 yıl sonrası. Sabahleyin yayla evimize gelen Kenan Tabak kardeşim kahvede bir beyefendinin benimle görüşmek istediğini söyledi. Telefonla beni arayan arkadaşı yayla evime davet ettim. Gelenin kim olduğunu bilmiyordum.
Arabadan inen ve merhaba hocam, beni hatırladın mı diyen kişi 8 yıl önce bana yaylada neskafe ikram eden Mersinli arkadaştı.
Dağ dağa kavuşmaz; ama insan insana kavuşurmuş. 8 yıl, bir düşünün bakalım. Ortalama bir ömrün onda biri bir zaman. O başka diyarlarda başka oyuncularla dünya sahnesinde oynarken ben de başka oyuncularla başka oyunlarda oynamışım. Zaman da durur mu? Sıfır numara bir zımpara gibi hafif acılarla yumuşak gelgitlerle, çaktırmadan o da kendi oyununu bedenlerimizde ve ruhlarımızda oynamış. Durum bu!
Sekiz yıl sonra karşınıza apansız çıkıveren hem de bu sefer yanında bir hanımefendiyle çıkıp gelen bir kardeşimiz: “ Hatırladın mı?” dediğinde bir bilgisayar hızıyla ve düzeniyle hemencecik: “Hatırladım, hatırladım.” diyecek değildim herhâlde.
Yukarıda ne demiştim? Herhâldeyi, unutmayınnn.
Sekiz sene önce esmiş gürlemişim o Kahvederesi sabahında. Bizim sabah rüzgârımız Mersinli dostumuzu o kadar mutlu etmiş ki –kendilerinin ifadesiyle öyle bir elektrik almış ki bizden ve Karacasu’dan – bugün de Kuyucak altından geçerken, hadi bir daha rüzgârlar estirelim, serinleyelim; Anadolu koyup masamıza paylaşalım demiş.
Ne diyelim, hoş gelişler ola. Böyle gelmeye can feda.
Buyurlar, hoş geldinler, Kahvederesi’nin üstünden Kahvederesi’ne bakışlar… 20 milyon piksellik bir dost kamerasına bütün ayrıntılarımızla koşuşturmalar.
Tabii en güzeli söyleşiler ve de paylaşımlar. Beraberlikler ve sevgiler.
İnanın, telefon edemedim size diyor. Hani biz yaşlandık artık ya başına bir şey gelmemiştir inşallah telaşı gibi bir içtenlikten edememiş. Ama eliyle koymuş gibi bulduğu Kahvederesi Kahvesi’nde Kenan Tabak’ın gülen yüzünde ve tatlı dilinde yaşadığımı fark edince Ballıpınar’a doğru sevinçle koşmuş.
Karacasu eskisine göre biraz daha düzenliymiş, heykellerle daha bir güzelmiş.
Eşine de bu güzel kasabayı ve nasıl insanlar tanıdığını gösterdiği için çok mutluymuş.
An’lar, an’ları canlar canları kovaladı, sarmaş dolaş oldu. Ve bizim yayla evinin terasında Mersin’den gelen iki gül katmerlendi ve elvan elvan açtı.
Onlar erdi muradına. Biz ise doyamadık tadına.
Bugünlerde bu yazı gider gelir Mersin’e. Dost ellerin açtığı sayfalardan portakal çiçeği renkler dökülür. Ve Mersin Güneş’inin gülümsemesi her sabah Karacasulu dostların karşısında durur.
Saygılar Gülser Hanım,
Saygılar Mehmet Zafer Bey.
Teşekkürler ikinize de.
|
|