0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Bir Karacasu, İki Şiir

BİR KARACASU, İKİ ŞİİR

 

Şiirin hayallerle dolu sözcükleri insanı başka dünyalara taşır. Oturduğunuz yerde bir şiirin sözcükleriyle yepyeni hayallere dalar sanki başka dünyalara ışınlanmış gibi olursunuz. Şarkıları, türküleri, şiirleri sevişimiz bundandır zaten. Bize ait olan replikler, hayallerle doludur çoğu. O şiiri biz yazmamışızdır, o türkü bizim eserimiz değildir; ama bizden izler taşıdığı için artık bizim olmuştur. Yazanın dünyasını anlatmak için yazılan eser artık bizi de anlatır olduğu için ona dört elle sarılmışızdır. Keskin yöresinin şu türküsü ne güzel anlatır sıla özlemini:

Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle
Gülüm gülüm, kırıldı kolum,
Tutmuyor elim, turnalar hey

Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük, benzi soluk yar söyle

Anadolu’nun hangi yaylasında, hangi bozkırlarındadır bilinmez; ama türkünün ilk söyleyeni, sevgiliye haber götürsün hayaliyle sanki o an oradan geçen allı turnalarla söyleşmekte ve turnalardan,  gurbete düşen kendisinin çaresizliğini, özlemlerini dağlar ardındaki sevgiliye taşısın istemektedir.

Hangimiz gurbetin yalnızlığını yaşamamış, sıla özlemi çekmemişizdir?  İşte bu sebeple güzel türkünün içine sinen buruk acı, derin özleyiş bizi de sarıp sarmalar, kendi içine alır. O türkü bizim olur artık. Renk renk bezer içimizi.

Türkü, şiir, öykü bizim olur da biz kimin oluruz,  dersek onun yanıtı da hazır. Biz de o türkülerin, o şiirlerin, o öykülerin, ninnilerin, masalların insanı oluruz. Bizim ruhumuzdan yazıya duygularımız, düşüncelerimiz ılgıt ılgıt akarken memleketimizden, dağlarımızdan, kasabalarımızdan, yaylalarımızdan da… hiç farkına varamadığımız biçimde bizim ruhumuza, bizim düşüncelerimize ılgıt ılgıt bir şeyler akar durur. Ve biz bu gelgitlerle o beldenin,  o memleketin mührünü ruhumuzda taşırız.  Duygularla, seslerle, görüntülerle ruhumuza işleyen memleketimizi bir sevgili gibi sever, bir bebek gibi koruruz. İstesek de istemesek de ruhumuzun en derinliklerinde duran memleket çizgilerini silemeyiz.  Bu sebepledir ki geçmiş zamanda sitemize bir şiir gönderen Süleyman Yapan ne kadar da çok ses getirmişti o şiiriyle.  Ne diyordu o şiirinde:

 

ÖZLEDİM

Garacasu’nun daşlı yollarından
Seke seke okula gitmek,
Tozlu sokaklarda
Dokuz dokule oynamak vardı şimdi.
Bezci Mehmet’i,Yarencik Ahmet’i,Altınsaray Hüseyin’i .
Özledim be kafamı taşla yarışınızı
Telden araba yapmak vardı şimdi
Akşam anamdan fırça yiyeceğimi bile bile
Ne güzeldi
Tozuta tozuta sokakları arşınlamak

Sultannevruzda ne güzel uçurtma yapardık
Değil mi Yörüklerin Mesut
Koca doktor oldun
Emme sen de benim gibi unutamadın demi o günleri
Hani bi güzel gatlardık gasteleri,
Kenarlarını da incirle yapıştırıveridik
Bi de bubannem ipliğimizi büküveridi bizi yalvarta yalvarta
Yalancı dolmalar hazırlanıdı,sarmalar sarılıdı bi gün öncesinden
Sanki bayram gelyo millet onun telaşında!
Hele bi de güççükken
Harçlıklarımızı Şenol Şenlerin bakkal dükkânında
Maytaplara, gızgaçıranlara yatırıdık
Şimdikile de çocuk mu be
Amet Deresi’nde
Güçcücük balıkların peşinden dutcaz diye sekedik
Yayla yollarını yalınayak depedik
Yaz gelsin de kuran gursunda
Faik Hoca’nın o güzel sesinden

Bii kaç sure öğrenelim diye bakadık
Şimdi bakyom da ne sokaklarda
O ahenkli mekik  sesleri
Ne bayramlada sofralar atılan
O eski hayatlı evle
Ne de eski taş yolla !

İnan ağlayasım gelyo
Hem çocukluğumu
Hem de çocukluğumun Garacasu’yunu
Çoook özledim
Hem valla hemi de billa
Bi kaç bilya vesem
O günlerimi takas eden olumu aceba.
SÜLEYMAN YAPAN

Şiirde anlatılan Karacasu’yu yaşayanlar bu şiirin içinde kendi dünyalarından neler bulmuşlardır neler! Şiirin böyle bir gücü var işte.

Şimdi bir başka Karacasulu dostumuzun Eczacı Güven Alpbaz Bey’in şiirinden, bu şiirle birlikte bende oluşan duygu ve düşüncelerden söz etmek itiyorum.  Çünkü Güven Bey’le birlikte geçti masal çocukluğumuz. Nasıl masal demeyeyim ki…

Boyları 5-6 metreyi geçmeyen kırmızı kiremitli, hayatlı evler diyarıydı Karacasu. Arnavut kaldırımlı yolları kışın karlarla örtülü olurdu. Saçaklardan 50 cm’yi bulan kırçlar sarkardı. Bizim mahallede, şimdiki Hükümet önünden Yayla’ya çıkan yolda, karlar üzerinde bütün çocuklar kayarlardı. Akşam saatlerine doğru bir koyun sürüsü, öndeki kepenekli çobanının ardından çanlarının çıkardığı seslerle birlikte melemelerle geçerdi. Akşam ezanı  ALLahü Ekber  diye duyuldu mu bütün çocuklar   “evli evine evi olmayan saman deliğine” diyerek evlerine giderlerdi. Masal perisi, her çocuğun evine gidip gitmediğini kontrol ederdi. Bu sebeple de ezan sonrası sokakta hiç kalmazdı çocuklar. Nisan yağmurlarının en güzel eğlencesini bir mahalle şenliğinde yaşardık.  Mahallenin bütün çocukları hep beraber toplanırlar, ellerine küçük sepetler, evde yapılmış keseler alırlar ve yağmur şenliğine çıkarlardı. Mahallenin ilk evinden başlayarak o evin önünde hep beraber:

 

 

Yağmur yağ yağ yağ

Ambar dol dol dol

Ver Allah’ım şapır şupur

Yaylalıları (yalelileri)köye göçür

 

şeklindeki sözleri ezgili bir şekilde söylemeye başlarlardı. Ev sahibi içeriden getirdiği şekeri, yumurtayı, küplerden çıkardığı ballı yemişleri, can veren pekmezli köfteleri yani bunlardan hangisini verecekse onları çocukların keselerine veya sepetlerine koyunca üzerlerine bir kova da su atardı. Sırılsıklam olan çocuklar hiç umursamazlardı bir kova suyun üstlerine atılmasına. Onlar yine bir masal dünyasının mahallesinde bir başka eve yine yeni yumurtalar, yeni köfteler, yeni şekerler edinmek hevesiyle sallana sallana  “yağmur yağ yağ yağ; ambar dol dol dol”  sözlerini söyleyerek şen şakrak bir düğün alayı sevinciyle giderlerdi.

Bu masal dünyasının içinde akşam yemeğinden sonra Güven’in annesi Pakize Teyze’nin çaldığı ud’un sesi bütün sokağımıza bir huzur bereketi olup serpilirdi. Sokağımız,   Beker Osman amcamızın Phliıps marka pilli radyosunun her evden duyulan türküleriyle güne merhaba derdi.

Anlatmakla bitmez ki…

Güven ise, bizim mahallenin akıllı ağabeyi idi. Yeni yeni bilinen futbolun çalım ustalıklarını öğretirdi bizlere. Her çocuk diğer bütün çocukların kardeşiydi. Bu bile yetmezdi de parmaklarımızı minicik keser minicik kanlarımızı karşılıklı yalayarak KAN KARDEŞİ olurduk.

İşte böyle bir mahallenin ve ortak yaşantının kardeşi Güven Bey’in şiiri var aşağıda. Karacasu’ya özlemini anlatmış sözcüklerle. Karacasulu olmanın kıvancıyla mazinin küllerini karıştırmış. Küçük kıvılcımlarla harlı ateşler yakmış içimizde.

ÖZLEM

Yemyeşil dağların eteğinde ,
Şirin mi şirin bir ilçe…
Asırlık çınarların gölgesinde ,
Duygu yüklü dinlenirken ,
Pınarlardan gelmiş bir bardak su ,
Yudum yudum içilirken ;
Bir haz kaplar içimi ;
İşte gönlümdeki Karacasu…

Orada doğanda iz bırakır ,
Hele çocukluğunu yaşamışsa ;
Dere, bahçe ve yaylalarında ,
Gurbete taşır ruhunda hepsini…
Düşündükçe özler her anını ,
Bir sevgili gibi yaşatır zihninde;
Yoğun bir hasret kaplar her yanını…

Dönünce aylar, yıllar sonra bile olsa ,
Her yeri görmek, hızla gezmek ister ;
Geçmişi yaşayacağına olan inançla.
Coşar, şevkle nefes alır, haykırır ,
Ben burada doğdum, Karacasuluyum!
Sanki beni tanıdınız mı, der tabiata kıvançla   Güven ALPBAZ

                                          Ne demiştim yukarıda? Bizim ruhumuzdan yazıya duygularımız, düşüncelerimiz ılgıt ılgıt akarken memleketimizden, dağlarımızdan, kasabalarımızdan, yaylalarımızdan da hiç farkına varamadığımız biçimde bizim ruhumuza, bizim düşüncelerimize de ılgıt ılgıt bir şeyler akar durur. Ve biz bu gelgitlerle o beldenin, o memleketin mührünü ruhumuzda taşırız.  Duygularla, seslerle, görüntülerle ruhumuza işleyen memleketimizi bir sevgili gibi sever, bir bebek gibi koruruz. İstesek de istemesek de ruhumuzun en derinliklerinde duran memleket çizgilerini silemeyiz.

Bu şiirler için hepinize teşekkürler ve hepinize ekmek kadar sıcak, ekmek kadar  aziz kardeşlikler.

Saygılarımla.