0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Bir İyilik Bin İyiliktir

1935 yılları. Karacasu’nun Çiftlik Köyü’nde Semerci İbrahim Usta , o gün, her zamanki gibi dağa semer ağacı kesmeye gidiyordu. Onun her zaman yaptığı bir işti bu. Koca çınar ağaçlarının semer ağacı olmaya müsait kalınlığa ve eğriliğe sahip dallarından kesip bunları köye getirir; tıraşlar, düzeltilir ve semercilerin kullanabileceği hâle getirir. Ekmek parası işte. Ekmeğini taştan çıkaracaksın derler ya İbrahim Usta’nı işi de öyleydi, zordu. En uygun dalı kesebilmek için yüksek çınar ağacının dalları üstünde bir oradan bir oraya geçer ve istediği dalı bulunca o dalı dikkatle keserdi. Çınar ağaçlarının dallarına da pek güven olmazdı. Pek sağlam gözüken dal birden “çatttt” deyip kırılıveriridi. Velhasıl zorlu bir işti bu: Kesmesi dert, taşıması dert … O gün, İbrahim Usta için her günden farklı bir gün değildi. Sabahın serinliğinde yola çıktı. Çiftliğin üstündeki dereler içinde istediği dalları bulabileceği ağaçları aradı durdu. Nihayet koca bir çınarın altında durdu. Bir kaç dal vardı tam da istediği gibi. İpini attı. Kendini yukarıya çekiverdi. Birinci dalı kesti, ikincisini kesti. Üçüncüsü biraz ötedeydi, uçtaydı. Bir iki vurdu dalın bedenine. Baltanın ağzzından uçup giden yongaların altında bir çürük iç gözüktü; ama olsun dedi, kendi kendine. Tıraşlarsam olur diye düşündü. Bir iki vuruş daha…Son vuruşunda baltası boşluğa doğru savruldu. Dengesini kaybetti. Uçtu gitti aşağıdaki kayaların üstüne. Xxx xxx Köy kahvesinin önü kalabalıktı. Acı haber tez duyulurdu. Karacasu’dan iki jandarma, bir savcı, bir de zabıt katibi atla 4 satte gelebilmişlerdi Çiflik’e. Öyle ya; neden öldü, ne oldu da öldü gibi soruların yanıtı bulunmalıydı ve savcının aklına yatarsa cenazenin kaldırılmasına izin verilmeliydi. Kahvenin duvar dibindeki peykenin ortasına cenazeyi inceleyen savcı, sağına Zabıt Kâtibi Hasan Acet oturmuştu. Zabıt kâtibinin önünde kırık dökük yazı makinesi duruyordu. Ölen semercinin eşi ve yetim kalmış çocukları ayakta savcının, zabıt katibinin karşısındaydılar. Köy halkının çoğu kahvenin içindeydi. Savcı, yaz dedi, Hasan Acet’e. Ölen kişi bu sabah evinden her zamanki gibi semer ağacı kesmeye gitmiş; fakat çınar ağacından düşerek hayatını kaybetmiştir. Üzerinde bir darp, kurşun ve yara izi yoktur. Savcı söylüyor zabıt kâtibi durmadan, hızla yazıyordu.Zabıt Kâtibi Acet, daktilonun tuşlarına vururken savcının bir sözcüğünü dahi kaçırmamaya çalışsa da karşısında duran kocasını yitirmiş kadına, onun yanıbaşında yetim kalan boynu bükülmüş çocuklarına bakamadan edemiyordu. İçinden geçen onca merhamet duygusuna, çocukların boynu bükük kalışlarıyla ilgili ızdırabına rağmen savcının sözcüklerini kaçırmayışına şaşırıyordu. Elleri tuşlara vuruken vicdanı ayrı bir dünyada dolaşıyordu.Kendi çocukları geliyordu aklına. Allah korusun, bana bir şey olsa çocuklarım ne yapar? Peki bu çocuklar, bu ana, bundan sonra ne yapacak? Nasıl doyacaklar, nasıl giyinecekler, nasıl yaşayabilecekler dedikçe acı duyuyordu. Savcının sustuğunu fark etti. Ama bir tutanak yazımı kadar kısa bir zamanda o büyük kararı çoktan vermişti. Savcı ve çocuğun annesinin izni olursa kararını gerçekleştirebilecekti. Savcı Bey’e döndü: -Savcı Bey, siz ve çocuğun annesi uygun görürseniz bu ailenin çocuklarından şu çocuğu kendime evlatlık almak istiyorum. Ben o çocuğa bakabilirm, onu okutabilirim. Bu hâlleriyle buralarda perişan olacaklar. Kalbim ve vicdanım böyle diyor.Bana yardım edin , dedi. Savcı, çocuğun annesi ve kahvedekiler şaşırmışlardı. Ama merhametin dilinden anlayanlar içinde gözyaşlarını tutamayanlar vardı. Merhamet, vicdan, paylaşmak işte tam da böyle bir şeydi işte. Savcı ne yapsın? Çocuğun annesine sordu: Hanım, bak bu bey çocuğunu evlatlık olarak almak istiyor. Ona bakacağını, onu okutacağını adam edeceğini söylüyor. Sen kabul edersen çocuğunu büyütecek, okutacak, kendi çocuklarıyla kardeş edecek dedi. Xxx xxxx 10 yaşlarındaki Hüseyin şaşırmış bir hâlde Zabıt Kâtibinin atının terkisine, ne olduğunu bile anlayamadan bindi. Tıkır tıkır, uzun bir hayat yolculuğuna çıktı. Çiftlik, anası ve kardeşleri artık çok ötelerde kalmıştı. Önce Karacasu Hükümet Konağı’na geldiler. Küçük Hüseyin, Hasan Acet’in ardına takıldı. Ondan başka artık kimsesi yoktu bu Karacasu denilen yerde. Hasan Acet dairedeki işlerini bitirdi. Mesai bitiminde yanında Hüseyin’le birlikte eve doğru yöneldi. Köprüyü geçtiler. İki yanı çam ağaçlarıyla kaplı, sıra sıra yüksek evlerin önünden geçip çarşı içine girdiler. Hüseyin, ilk kez böyle büyük bir yer görüyordu. Ayakkabıcı, helvacı, kebapçı dükkânlarını geçip Cabi Mahallesi’ne doğru şimdiki Dua Meydanı’ndan yukarıya yöneldiler. Xxx xxxx Hasan Acet, avlu kapısının kolunu çevirdi.Açılan kapının kanadını ittirdi. Kapının üstündeki küçük çan, geleni, evin hanımına duyurdu. Hayatttan aşağıya indi geldi Hasan’ın hanımı. Kocasına: “Hoş geldin.” dedi. Beyinin ayakkabılarını aldı şöyle kenara, düzgünce koydu. Daha tanımadığı bu küçük oğlanın ayakkabılarını da onun yanına düzgünce koydu. Yukarı çıktılar. Çocuklar babalarını sevinçle karşıladılar. Hasan Bey onları tek tek öptü. Hanımı merak içindeydi. Bu çocuk da neyin nesiydi. Hani beyi adliyede çalışıyordu ya belki emanet edilmiş bir çocuk diye düşündü. Çocuklar ise Hüseyin’i merakla izliyorlardı. Hüseyin ise yuvasını kaybetmiş bir kuş gibiydi. Ürkek ve çekingen… Xxxx xxx Hasan Acet, karısını misafir odasına çağırdı. Yanlarında kimse yoktu, karısına: -Bak hanım başımdan bugün şunlar şunlar geçti, diye anlatmaya başladı. O gördüğün çocuk bir yetimdi, fakirdi, acılıydı. Karşımda boynu bükük duruyordu. Onu oralarda bırakmak içimden geçmedi. Acaba biz onu büyütebilir miyiz, okutabili miyiz, diye düşündüm. Akıllı bir çocuğa benziyor. Sana sormadan karar verdim. Merhametim ve duyduğum acı her şeyin önüne geçti. Kusura kalma. Eğer sen de bu çocuğa merhamet edersen, yardım elini uzatırsan bu çocuk büyüyecek, okuyacak adam olacak. Biz de Allah için bir iş yapmış olacağız. Hasan Acet’in kalbi küt küt atıyordu: Ya, karısı olmaz deyiverirse ne olacaktı? Korkarak : -Ha, ne dersin dedi karısına. Karısı gülümsüyordu: Beyim, Allah’ın dediği olur. Niyetin iyi, yolun doğru. İnşallah Allah biz yardım eder. Allah onun da nasibini verir. Evimiz evi, aşımız aşı , çocuklarımız kardeşi olacak inşaallah dedi. Hasan Bey ağlıyordu. Karısı onun gözyaşlarını sildi, başını okşadı. Hadi yemek yiyelim de kendimize gelelim, dedi. Xxxx xxxx Hüseyin ilk kez başka bir sofraya oturuyordu. Ürkekti.İki dizinin üstüne çökmüştü. Baba daha ilk lokmayı almamıştı. Çocuklarım, Hüseyin bundan sonra bir ömür boyu bizimle beraber olacak. O benim oğlum oldu, sizin de kardeşiniz. Onu seveceksiniz, koruyacaksınız ve onunla paylaşacaksınız, dedi. Çocuklar hiç ses çıkarmadılaar. Kaşlarının altından yeni kardeşleri Hüseyin’i süzdüler. Baba, Bismillahirrahmanirrahim dedi ve ilk lokmayı aldı, ardından annesi, ardından çocuklar ve çekine çekine Hüseyin. Yıllarca o sofra, Halilibrahim Sofrası oldu. Hüseyin ve diğer kardeşleri o sofradan doydular hep. Her şeyi paylaştılar.O zamanın zor koşullarına rağmen Zabıt Kâtibi Hasan Acet, gönül rahatlığıyla Hüseyin için her türlü fedakârlığı yaptı. Hüseyin ortaokulu Nazilli’de, Liseyi Denizli’de okudu. Ve Karacasu çarşısında YORGANCI HÜSEYİN diye anılan bir esnaf oldu. Semerci Arastası bugün dahi şen şakrak ve ılımlıdır.Komşuluk ilişkileri fevkelade iyidir. İmece anlayışı hâlâ hakimdir. Umuyorum Hüseyi Acet Amcanın akılcılığı, içtenliği, paylaşımcılığı yetiştirdiği ustalarla bu arastada hâlâ sürmektedir. Hüseyi Amca’nın dükkânı ilk yapıldığı gibidir. İğnesinden ipliğine her şey eskisi gibi durmaktadır. Olmayan sadece dünün o yetim çocuğu bir zamanın da değerli esnafı Hüseyin Acet’tir.