0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Bir Başarı Öyküsü:İRFAN BEZCİ

Bu röportaja bir anımı ve bazı yargılarımı anlatarak başlamak istiyorum.

Karacasu’yu bir üniversite kenti yapmak diye yüce bir ülkümüz vardı bir zamanlar İrfan Bey’le.

O zamanlar Karacasu Meslek Yüksekokulu Müdürü Sayın Aziz Bostan Bey’in  de içinde olduğu ekibimiz sıfırdan yaratılan bir okulu daha da büyütebilmek için şimdiki Yüksekokulun bulunduğu alanı içine alan bir imar adası oluşturmayı, bunun için bir imar planı tadilatının Belediyece yapılmasını düşünüyordu.  Bu imar adasında sanki okullar kurulmuş gibi projeler geliştiriyor ve nihayetinde de Karacasu’da hemen 4 yıl içinde 3000 kişilik bir üniversiteli bulundurmayı kurguluyordu.

Bu cümleden olarak eski Tekel Deposu’nun Yüksekokula dönüştürülmesi için gerekli 250.000 liralık bir projeyi İrfan Bezci’ye teklif ettiğimde beni kırmamıştı ve:  ”Tamam Hüseyin ağabey yapalım” demişti.

İrfan Bezci Bey, o bina için çok çalıştı ve binayı bitirip hiçbir karşılık beklemeden Yüksekokula teslim etti. Karacasu’yu ne kadar çok sevdiğini gösterdi.

Bunlardan başka neler neler olmayacaktı Karacasu’da. Ne güzel hayallerdi o hayaller. Ama tartışmak istemediğim için yazmadığım bazı sebeplerle bu güzel projeler unutuldu gitti. Karacasu’da açması düşünülen çiçekler daha toprağa düşmeden vizyonsuz insanların hoyrat elleriyle o zamanlar  uluorta sağa sola saçıldı.

O günler içinde bu güzel değişimin önünde duran bazı Karacasulular, bir gün gelecek:  “Biz Karacasu’ya bunu neden yaptık?”  diye mutlaka vicdanlarına soracaklardır.

Neyse bunları bir yana bırakalım. Bezci Kolejini gezdiğim zaman da şunları yazmışım:

“Bir bebeğin ak kâğıtlar gibi pırıl pırıl beynine ne güzel programlar yüklenip o programlarla dünün bebeğinin bugün neler yaptığını BEZCİ KOLEJİNDE  gördüm. Gördüm de imrendim, ruhumun derinliklerinde el çırptım, sevincimle en coşkulu halaylar çektim.

Şu insan denilen varlık ne kadar yaratıcı!  Ulaşılmaz gibi görünen hayallerin peşinden koşarak ne güzel eserler meydana getiriyor. Bunun için çalışıyor çalışıyor. Gidiyor, geliyor, uyumuyor, gezmiyor MEHLİKA SULTAN’a âşık yedi gençten biri olup çıkıveriyor karşımıza. Ama başarmış,  ömrünü adadığı hayallerine kavuşmuş bir âşık olarak.

İrfan Bezci, bütün bu yorgunluklardan sonra  herhâlde vuslatın çeşmesinde yorgunluğunu  gidermiş de oturmuş şöyle bir bakmıştır kendi eseri olan okuluna.  “Aferin, koştun, yoruldun, uyumadın; ama başardın”  demiştir kendisine. Bize sorarsan,  gönül rahatlığıyla:  “Başardın, bak bu yazı sana ve senin gibi başarılı olanlara  yazıldı” diyoruz.

Ben işte o okulu, BEZCİ KOLEJİNİ dün bir daha gezdim. İmrendim. Karacasulu olduğum,  sen de Karacasu’nun bir evladı olduğun için gurur duydum. Okul benimmiş gibi bir sevinç yaşadım. Sanki akzambaklar içinde uçar gibi sınıfları, salonları, havuzları gezdim.

Dünün bebeği, dünün ortaokullusu bak bugün neler yapmış diye düşündüm. Allah’ın insana verdiği en büyük hazinede ışıl ışıl duran pırlantaların; azim, çalışkanlık, beceri, yetenek… diye isimleri olduğunu bir daha yineledim. Hepimizde olabilecek olan bu hasletlerin zaman içinde iyi organize edilirse nelere gücü yeteceğini tekrar yaşadım. Senin okuluna bakarken okulun alnında, sınıflarında, sıralarında, tahtalarında hep dünün küçüğü bugünün büyüğü İrfan Bezci’yi gördüm. Bana, aferin demek düşer mi bilmem; ama haddimi bilerek AFERİN, AFERİN dedim.

Seni yakamozların pırıltısı içinde gördüm. Denizin her hareketinde başka renklerle başka güzellikler içindeydin.

Sağ ol. Işığın eksilmesin. Biliyorum sen yine binlerce kilometre yol gideceksin, onlarca gece uyumayacaksın; ama yeni yakamozlarda hep yeni ışıklar vereceksin. Ve hiçbir başarının tesadüf olmadığını kanıtlamaya devam edeceksin.”

Yukarıdaki coşkulu, öznel ifadeler bir röportaj yazısına ne kadar uygun düşer, bilmiyorum. Ama bir Mustafa Günday’ın, bir İrfan Bezci’nin ve diğer serilerde anlatacağımız diğer memleket evlatlarının başarıları karşısında bir öğretmen heyecanı, bir öğretmen romantizmi kabul edin isterseniz, fark etmez.

Biz yine memleket evlatlarıyla övünmeye devam edelim. Geçen gün Mustafa Tabak telefon ediyor. “Abi, yanımda Türkiye birincisi olmuş küçük bir kızımız var. Gel onun resmini çek. Sitede yayımlayalım.” diyor. O zaman bir daha düşünüyorum. Bu kızımızın da Karacasu’ya hastane yaptırdığını, okul yaptırdığını keşke görsem umudumu hasretle yeşertiyorum.

Karacasu güzelliklerle, iyiliklerle uğraştığı kadar yücelecek.

Karacasu denince dilim çözülüyor. İsterseniz biz İrfan Bey’e sorular soralım o da cevaplasın, röportajımız başlasın.

 

Nerede, ne zaman doğdunuz? Çocukluk günlerinizin Karacasu’yu ile ilgili neler hatırlıyorsunuz?

— 04.01.1960’ta Karacasu’da Cuma Mahallesi’nde doğmuşum. Çocukluk günlerimden şunları hatırlıyorum:

Karacasu’da o günler iletişim araçlarının kısıtlı olduğu bir dönemdi. Dolayısıyla sevinç ve kederlerinizi paylaşabileceğiniz halka küçük; ancak dolu dolu idi. Hemen hemen her gün bir komşunuz ya size gelir ya siz ona giderdiniz. Dolayısıyla aile dediğimiz kavramın içine anne baba kardeş ve akrabaların yanına tüm Cuma Mahallesi’ni de koyabilirdiniz. Mahallemizdeki bütün çocuklar ayrımsız birbirinin arkadaşıydı.

—İlkokul, ortaokul öğreniminizi nerede yaptınız? Bu yıllarla ilgili ne gibi anılarınız var?

İlkokulu Atatürk İlkokulunda, ortaokulu Karacasu’nun tek okulunda okudum.  O zamanlar bütün öğrenciler standart giyinirdi. Farklı olma çabası yoktu. BİZ kavramı vardı. BEN demeye başlayınca farklı olma çabası, sosyal ve ekonomik patlamalara o da mutsuzluğa sebep oldu. Farklı olmayınca içgüdüsel tepkiler de yoktu. Ders araçlarından var olan ne varsa her okulda birer tane olurdu. Kontrollü kullanılırdı. Ders araçları çok kıymetliydi. Kıyafetler konusunu hâlâ aşamadık.  Tek tıp kıyafet hâlâ devam ediyor. Sadece kalite arttı, renklendi. Şu an hâlâ tasavvur dahi edilemeyecek derecede adapte olamadığım şey öğretmen öğrenci ilişkileridir. O zamanki sistem ast üst sistemi gibi işlerdi. Sorulana cevap verirdik sadece. Genellikle soramazdık. Şu an ise soran değil kaliteli soru soran daha değerli.

 

—Çocukluk döneminde gevrek sattığınızı biliyoruz. Biraz da bundan söz eder misiniz? Hangi saatte kalkardınız, nereden gevrek alırdınız, günde kaç gevrek satardınız, sabit müşterileriniz var mıydı? Bu satma işleri sizin özgüveninizi arttırdı mı? Geleceğinizi kurmanızda size yeni hayaller kazandırdı mı? Bugünün gençlerine üretim ve kazanç bağlamında ne dersiniz?

Bizler şanslıydık. Akraba gezmesi için olsa da Karacasu dışına sıkça çıkabiliyorduk. İnsan gördüğünü ister. Sahip olabilmek için proje üretir. Bu projeleri de genellikle aile terbiyesi ile şekillenir. Bize de ailemizde çalışarak sahip olunacağı anlatılmıştı. Öyle öğrenmiştik. O dönemde yapılabilecek olan iş ya gevrek satmak ya da düğünlerde çekirdek satmaktı. Yalnız, hâlâ hayıflandığım şey renk renk macun şekeri yapamayışımdır. Hâlbuki kumaş boyaları ile ne de çok şekerli limon kaynatmıştım!

 

 

—Çocukluk döneminizdeki Karacasu’yu biraz tasvir eder misiniz?

O dönemden bir de askerî üniformaları unutmuyorum.  Büyük bir askerî birlik olmalıydı ki komutanlar olurdu bayramlarda. Geceleri Karşıyaka Köprüsü’nden geçmekten korkardım. Karanlık olurdu ve baykuş sesleri duyulurdu. Sosyal yaşantı erkeklerin kahveye, hanımların komşuya gezmeye gitmesinden ibaretti. Hafta sonları Kahvederesı’nde olduğu gibi Sürmeşe Yaylası’nda ve kasabanın hemen üstündeki havuzda kebap yenirdi.  O zaman çoğunluk bunu yapardı. Ayrıcalık değildi kebap yemek.  Global olmamış ekonomiler ürettiklerini kendileri tüketiyorlardı. Dışarıdan gelen daima pahalı olmuştur. Pazartesi günü bütün lokantalar dolu olurdu. Sahip olduklarının kıymetini bilmeyen insanların dışarıda olana itibarı vardı. Bu da savaşta yenilmiş olan imparatorluktan kalan bir psikolojinin sonucu herhâlde.

 


—Liseyi nerede okudunuz? Branş seçiminde etkili olan ne idi? Niye mimar olmayı istediniz? Sizi yönlendiren birisi veya bir olay var mı?

Liseyi Aydın Lisesinde parasız yatılı okudum. Aynı dönem Mersin Öğretmen Okulunu da kazandığım hâlde serbest çalışma idealimden dolayı en uygunu ve popüleri inşaat mühendisliği olduğundan tercihlerimi bir tanesi tıp olmak üzere diğer tercihlerimin tamamını inşaat mühendisliği ve mimarlık olarak sıraladım. O dönem Almancıların temelden daire aldığı İzmir’de daire yapıp satmak kârlı bir işti.Bu kârlı işe mühendislikle başlayabilirdim.

—Üniversiteyi bitirdikten sonra iş aramanız nasıl oldu? İş ararken umutsuzluğa düştüğünüz anlar oldu mu? İlk işi nasıl buldunuz? Sizi hangi koşullarla işe aldılar?

Son sınıftan itibaren çalışmaya başladım. Deniz Harp Okulu Tuzla tesislerinde şantiye şefi yardımcısı idim. Okul bitirmiştim. İstanbul’da işe başlamıştım. Amcam Dr Hakkı Bezci yıllardır İstanbul’da çalışıyordu. Annem ise, benim, amcam gibi İstanbul’da kalmamı istemedi. Bunu ısrarla belirtti. Bu sebeple İstanbul’daki işimi bırakmak zorunda kaldım. Oysa çalıştığım şantiye Türkiye’nin en büyük şantiyesi idi. 550 işçim vardı. Darbe Dönemi olduğu için okuma yazma bilmeyenler için sınıflar oluşturulmuştu. 200 kişinin akşamları derse katıldığını, hatta matematik dersi verdiğimi hatırlıyorum. İstanbul günlerinden sonra İzmir’de iş bulmam epey sürdü. İlkin asgari ücretle çizim yaptım. 4 ay sonra Çeşme’de inşaat yapan bir firmanın şantiye şefi olmuştum. Ancak emrimde çalışan kalfa benim iki katımdan daha fazla maaş alıyordu. İş koşullarına gelince hayatta şunu öğrendim. İşverenin sağladığı koşullar onun dünya görüşü ile orantılıdır. Siz farklı pencere açmayı başardığınız oranda hem çalıştığınız yerin hem kendinizin çalışma koşullarını iyileştirebilirsiniz.

—Anneniz İstanbul’da çalışmanızı doktor amcanızı örnek gösterip istememiş. Çünkü doktor amcanız bütün ömrünü İstanbul’da geçirdi. Biliyorum ki iki çocuğunuzu da Amerika’da okutuyorsunuz. Yani annenizden farklı düşünüyorsunuz. Karacasulu annelerin ortak bir davranışıdır annenizin davranışı. Evlatlar hep yakın olsun istenir. Bu hâli nasıl yorumluyorsunuz?

Bugün bizler daha yakınız çocuklarımıza. İletişim ve ulaşım araçları bunu sağlıyor. Çocuklarımızın Amerika’da okumakta oluşu ailemizin gelecekle ilgili bir projesinin sonucudur. Bu proje aile bireylerimizin ortak kararıyla oluştuğu için sonuçlarına da hep beraber katlanıyoruz.  İş hayatı da öyledir. Hedefler birlikte saptanırsa başarı daha kolay gelir.

 

—Kendi işinizi nasıl kurdunuz? Bu konuda ne gibi zorluklarla karşılaştınız, biraz anlatır mısınız?

Evimde bir odayı ofis yaparak ve bir çağrı cihazı alarak işe basladım. O zamanlar cep telefonu yoktu. Uzun süreden beri çalıştığım firmaya yazlık yaptırmak için bir elektronik fabrikasının çalışanları gelmişler; ancak fiyatta anlaşamamışlar. Benim çoktan beri çalıştığım firma yetkilileri biz anlaşamadık iş başkasına gitmesin deyip iş için beni düşünmüşler. “Bizim yerimize şantiye şefimiz yapsın. Dürüstlüğü konusunda kefiliz.” demişler. İlk iş görüşmem böyle başladı. Dolayısıyla ilk işimi kurmuş oldum. İlk arabamı onlardan geçici olarak almış, ilk defa bir arabam olmuştu. Zorluklarım olmadı. Çünkü bana kefil olacak insanlar daima vardı. Benim çalışma disiplinimi zaten biliyorlardı. Mesela, hiçbir zaman ücretimin miktarı konusunu gündeme getirmemiştim. Beni biliyorlardı, bana güveniyorlardı. Ve yine onlar biliyorlardı ki ben kalıcı değilim; sadece durakta otobüs bekliyorum. Bu ilk iş ortamımın benim için güvenli bir durak olması yeterliydi.

—İşinizi kaç yıl sonra kurumlaştırdınız? Hangi sektörlerde, nerelerde iş ürettiniz?

 

Hâlâ kurumlaştığımız söylenemez. Bu bir süreç. İnsanın kendi elleriyle sıfırdan kurduğu şirketlerini profesyonellere devretmesi pek mümkün olmuyor. Derler ya bir yer alırken satıcı kendisi mi çocukları mı? Bu söz olayı herhâlde iyi açıklıyor.

1-İlk profesyonel proje işimi yaptıktan sonra bitmiş olan binayı tanıyamadım. O günden beridir kendi yapmadığım bir binanın projesini çizmiyorum

2-Popüler döneminde alüminyum doğrama işine girdim. Bu işimiz ahşap ve metal işleriyle devam etti.

3-Kimyasal işine mecburen girdik. Daha sonra zemin ve havuz kimyasalları üreterek DONA-DOMAPOOL markalarıyla hizmet verdik.

4—Benzinlik inşaatları yaptık

5-Daha sonra yurt dışında iki yıl inşaat yaparak  sermaye birikimimizi sağlayabildik.

6- Yurt dışından zemin iyileştirme makineleri ithalatımız başladı.

7-İş-Bul’u kurduk. Özel istihdam bürosu idi. Tamamlayıcı meslek edindirme kursu açıp ihtiyaç duyduğumuz sektörlerde sertifikalı personel yetiştirdik. Yaklaşık 5000 kişiyi hiçbir ücret almadan meslek ve iş sahibi yaptık.

8-Bezci Eğitim Kurumlarını kurarak eğitim sektörüne girdik. Planlamamızda Ege Bölgesi’nde çoğalmaktı.  Bunu gerçekleştirmemiz biraz zaman aldı.

9-Donanım İçecek’i kurarak okyonuslara yeni bir yelken açmış gibiyiz. Şu an Pirsu markalı suyu kendi adımıza Pürsu markasıyla enerji sektöründen bir kuruluşa dolum yapıyoruz.

—Sözü eğitim yatırımlarınıza getirmek istiyorum. Yepyeni, çağdaş bir bina yaparak bir koleji çok kısa bir zamanda (8 ayda) hem bina inşaatını bitirdiniz hem de bu binada bir okulu çalışır hâle getirdiniz. Neden İsabeyli, neden eğitim? 

Sorunuzun cevabını sorunuzun son bölümünden başlayarak vereyim. Küçük oğlum Robert Kolej’e başladığında veli toplantısına gittim. Bu toplantıda veliler bir önceki yıl üniversite yerleşiminde popüler okul azlığını dile getirdiler. Kaygılı olduklarını anlattılar.  Okul müdürü bunun üzerine velilere şöyle seslendi: “ Biz, çocuklarınızı sizin istediğiniz okullara kazandıramaya çalışmayacağız. Bu çocukların hepsi fen lisesinde okuyabilecek öğrenciler. Bu öğrencileri fen lisesine verdiğinizde bu mümkün olabilir; ancak bizim okulumuzdan mezun olan çocuk istediği mesleği kendi seçecektir, bizim öğrencimiz kendine yetecek bir öğrenci olarak yetiştirilecektir.” dedi. Burada okul müdürü başka bir anlayıştan, öğretimin yanında eğitimin öneminden, değiştirmeden söz ediyordu.

İkinci anım da şöyle: iki oğlumu daha önce İngiltere’ye eğitime gönderdiğimde sınıfta büyük oğluma ve aynı sınıftaki Yunanlı örgenciye Ege ve 5 mil konusu sorulmuş. Oğlum bu konuyu ilk defa duyduğu hâlde Yunanlı örgenci 5 mil konusunda uzun bir konuşma yapmış. Duyduğumda çok üzülmüştüm. Eğitim işinin daha iyi yapılabileceği fikri bende o zaman oluşmuştu. Bizim gibi toplum önüne çıkmış insanların bazı sorumlulukları da vardır. İyi örnek olma gibi… Potansiyel olarak yöremiz çocukları zekidir. Bu çocuklar ülkemiz için yarınlara daha güzel nasıl yetiştirilebilir, diye düşünmemiz eğitim sektörüne girmemize sebep olmuştur. Kolej eğitiminin çok özel üstünlükleri var. Velilerimiz eğitimin hızla değiştiğinin bilincine varmaktadırlar. Kolejlerin zengin etkinliklerinin çocuklarına sağladığı üstünlükleri gözlemektedirler.

Gerek Robert Kolej’de bizzat yaşadığım olay, gerek İngiltere’de oğlumun karşılaştığı hâl ve toplumsal sorumluluğum yukarıda açıkladığım gibi bizi kolej açma fikrine götürmüştür

—Bu okulu çok kısa bir zamanda inşa ettiniz. Ders araçlarını almak için ta Çin’e kadar gittiniz. Bezci Koleji’nin mimari özelliklerinden başlayarak eğitim anlayışındaki farklılıktan söz eder misiniz?

—Bezci Koleji mimarisiyle ve başarılarıyla özgün bir okuldur. Mimari proje oluşturulurken Karacasulu olduğum ve bir antik kentin kıyısında büyüdüğüm için mimaride Afrodisias antik kentinden, yaşadığım kasabamdan izler vardır. Mimar olarak ticari pek çok proje çizmişimdir. Piyasaya çizdiğim projelerde ticari kaygılar, müşteri istekleri ağır basmışken okulumuzun projesinde ise özgür kaldım. Bir mimar olarak çizdiğim ve kendimden izler bulduğum, sevdiğim bir projemdir. Projemizde klasik okul yapılanmalarına ilaveten çağdaş yorumlar da eklenmiştir. 400 kişilik konferans salonu, kapalı ve ısıtmalı yüzme havuzu, kapalı spor salonu, kütüphaneler, bale, plates, fitnes… salonları eklenirken açık alanda da manej alanları, basket ve futbol sahaları düşünülmüştür.

Kolejimiz bilgili, özgüveni olan, çevreyle barışık, lider karakterli öğrenciler yetiştirmeyi amaçlar. Kurulduğu günden bu ana ilköğretim okulları grubunda 1 Türkiye üçüncülüğü, bir Türkiye onunculuğu, bir kerede de Türkiye on beşinciliği elde etmiştir. Bu başarılarıyla Bezci Koleji Eğe Bölgesi’nin en başarılı okulu olabilmiştir. Yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz arasından bir Türkiye liderinin çıkması en büyük dileğimizdir.

—Bezci Koleji için çalışırken Nazilli’deki PİRSU’yu da aldınız. Sonra İzmir’den uzaklaştınız. İş potansiyeli ve koşulları açısından çevremizi nasıl değerlendirirsiniz?

İzmir’den bir süre uzaklaşmam daha sağlıklı değerlendirme yapmamı sağladı. Bulunduğunuz bölge ve hizmet alanınız potansiyelle doğru orantılıdır.  Hizmet alanı su için geniş olduğunda sorun sizin pazarlama yeteneğinizde. Okul ise farklı. Tamamen bulunduğunuz bölgede var olacağınız için başarınıza farklı etmenler de giriyor. Bölgeniz büyüdükçe çevre faktörleri azalıyor. Benim çevreyi iyi kullandığım söylenemez; çünkü ben İsabeyli’de yabancıyım.

—Neden İsabeyli?

— Yer olarak Karacasu küçük gelirdi. Nazilli’de okul yapacak kadar büyük ve ekonomik bir alan bulunamadığı için İsabeyli seçildi. Bu arada İsabeyli’nin İktisat Fakültesi Kampusu’yla, Nazilli’ye yakınlığı ile kısa zamanda çok büyüyeceği düşünülmüştür.

-Pirsu için ne dersiniz?

-Pirsu Eğe Bölgesi’nin lideridir. En hijyenik suyu en hijyenik usullerle halkımıza sunmaktadır. Ürün gamı eksiksizdir.

—Bu girişimci yanınızdan Karacasu’da yararlanmıştı. Karacasu’da bir dönem Yüksekokulla ilgili çok değerli katkılarınız olmuştu. Tekel Tütün Deposu’nu okul hâline getirdiniz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Yüksekokulun büyüyerek devam etmesi temennisi vardı o zamanlar. Kasabamızın bütün kaynakları Yüksekokul için seferber edilmişti. Ancak o şevk ve heyecanı bugün göremiyorum. O günkü heyecan devam ettirilse, kesintiye uğramasa bugün Karacasu’da 3000 yüksekokul öğrencisi olacaktı. Bu potansiyel de Karacasu’yu çok çokkk geliştirecekti. Zaman geçti mi bilmiyorum; ilçemizde akil adamlarının oluşturduğu yeni bir meclis kurulmalı ki proje üretilebilsin. Çağımızda sivil toplum kuruluşlarının desteği olmadan kalıcı hiçbir şey yapılamaz. Karacasulu hemşehrilerimiz yüksekokul konusunda hep bilinçli ve uyanık olmak zorundadırlar.

 

 

—Bu anlayışlar içinde Karacasu’yu nereye koyalım?

Küçük yerleşimlerin sorunları hep aynıdır. Bir kasaba halkı mal üretip dışarıya satıyorsa o kasabadaki herkesin zamanı yoktur. Ürettiklerini sadece kendi kasabasında tüketenlerin ise zamanları çok boldur. Aynı zamanda konuşacakları da.

Öngörüm yeni kurulacak işletmelerin üretimlerini dışarıya pazarlayabilecek şekilde hayal edilmesi ve kurulmasıdır. İşte o zaman Karacasu’nun potansiyeli pozitif olacaktır.

Vaktim olursa örnek bir işletmeyi Karacasu’da açmak istiyorum.

—Karacasu’ya sık sık geliyorsunuz? Düğünlere, törenlere katılıyorsunuz. Bunun sebebi sadece anneniz babanız mı, aynı zamanda KARACASU AİDİYETİ mi?

Adını koyamadığınız bir şey. Hepsi de var. Siz büyüdükçe çevrenizin küçüldüğünü görüyorsunuz.  Bu belki sizi itiyor veya sizdeki bu potansiyeli doğduğunuz yer ve aileniz verdiğine göre oraya bakmanızı sağlıyor

 —Bugün Karacasu okullarında okuyan ve hayata hazırlanan gençlerimize neleri önerirsiniz?

Başarılı olmak dünden daha kolay. Herkesin tersini düşünüyorum. Doğru, dürüst ve çalışkan olmak yeterli. Bu özelliklerinizi karşınızdakilere hissettirin yeter. Eskiden herkes de bu özellikler var denip bilgi birikimi sorgulanırken günümüzde artık donanımlı insan bulmak kolay. Bahsettiğimiz vasıflar yani bir kişinin çalışkan, dürüst, vefalı… oluşu aranır oldu. Günümüzde üretmek kolay; çünkü denetimli alanda yapıyorsunuz.  Onu pazarlayacak kişi bulmak çok zor.

 —İsterseniz son sorularımıza geçelim: Karacasu’nun daha zengin ve daha mutlu bir ilçe olması için ne yapabileceği konusunda temel bazı önerileriniz olabilir mi?

Karacasu’nun potansiyeli nedir, bu ortaya konmalı. Yani Karacasu’nun değişim sağlayabilecek kaynakları, üstünlükleri nedir? Önce bunlar saptanmalı. Karacasu’daki esnaf örgütleri, dernekler, vakıflar…bu konular üzerinde çalışmaya istekli veya samimi destekçi olmalı. Toplumsal değişim toplumun ve onun örgütlerinin konsensüsüyle daha kolay oluyor.

—Karacasu’da saptadığınız en dikkat çekici eksiklik nedir?

Birlik olamamak birinci ve en temel sorunumuz. Birbirimizin ardında durabilmek gerek. Ortak hayallerimiz ve toplum olarak ortak hedeflerimiz olmalı. Beraber üretmeyi ve beraber paylaşmayı zevk hâline getirmeliyiz. Her başarılı insan, her dikkati çeken iş negatif eleştiriye tutulmamalı. Nasıl başarmış, ben nasıl başarabilirim temel sorulardır.

—Karacasu’da saptadığınız en dikkat çekici üstünlük nedir?

—Olaylara çabuk adaptasyon sağlanabilmesidir. Aydın’da aynı anda tüm ilçelerinde yüksek okullar açıldı. Ancak hemen hemen tümünde sorunlar yaşandı. Rektör beyle görüşmemizde Karacasu’ya iş sağlığı ve güvenliği y. O. açma isteğimi belirttiğimde küçük yerleşim yerlerinde ani nüfus artışlarının sorunlar getirdiğini anlattı. Karacasu’da böyle bir şeyin olmayacağını dile getirdim. Evet, haklısınız ama ileride olabilir diyerek sözünü ettiğim bu yeni bölümü Aydın’da açalım, demişti Sayın rektör. Bense bu bölüm açılırsa sözleşmeyi imzalayacağımı söylemiş ve bu bölümün Karacasu’da açılmasını kabul ettirmiştim. Zaman bizi haklı çıkardı. Karacasu halkı Meslek Yüksekokulunu benimsemiş bu okulu kendinin bir parçası saymıştır. Ayrıca dışarıdan göç almış yeni gelenlerle de kaynaşmayı becerebilmiştir.

—Yaşam, Karacasu ve kendiniz için söyleyebileceğiniz son sözleriniz ne olabilir?

Karacasu sıradan bir ilçe değil.  Alp erenleri, çeşmeleri, sivil mimarisi, halk tarafından yapılmış bunca okulu, Afrodisias’ı, seramik ocakları, dericiliği, geçmişi, yıllardır kesintisiz devam ettirilen hayırları var. Cumhuriyet tarihinin ilk kooperatiflerinden biri Karacasu’da kurulmuş. 6000 nüfuslu kasabamızda 1200 kişilik yüksekokul var. Osmanlı ordusu Kanuni zamanında burada konaklamış. Böyle bir birikim 6000 nüfuslu bir yerleşimi tarif etmiyor. Coğrafi konumu sonucu hep yavruları yuvadan uçmuş. Onların pek çoğu iş hayatında veya akademik alanda uç noktalara varmışlar. Ama Karacasuluların hepsi başarılı ailelerin kurucuları olmuş.

Karacasu denince sadece ilçe merkezi değil Türkiye’ye, dünyaya yayılmış bütün evlatları düşünülmelidir.

Şu sözü söylemeyi çok seviyorum: Almadan veren tükettiğinden çok üreten insanların yeridir Karacasu.

Röportaj için teşekkür ederim. Röportajınızda işaret ettiğiniz biçimde Karacasu’da bir tesis kurmanızı sabırsızlıkla bekliyoruz.