Benzemez kimse sana tavrına hayrân olayım Bakışından süzülen işvene kurbân olayım Lûtfuna ermek için söyle perîşân olayım Bakışından süzülen işvene kurbân olayım Beste: Fehmi Tokay Güfte: Rüştü Şardağ Televizyonda, Müzeyyen Senar ile Tarkan yukarıdaki şarkıyı seslendiriyorlar. Mikrofonların arkasında iki ayrı dönemin sanatçıları büyük bir dikkatle söz, ses ve müzik uyumu için gayret ediyorlar Bense hem bu iki sanatçıya hayranlıkla bakıyor hem de bestenin sözlerinin anlamını, kelimelerin seçilişindeki titizliği, kelimelerin seslendirilişini dikkatle düşünüyorum. “Hayraan, kurbaan, periişaan” sözcüklerindeki uzatmaları, “lûtfuna” derken “ü-u arası” sesi mırıldanıyorum. “Bakışından dökülen” dememiş. “Süzülen” demiş. Belki “akan” da diyebilirdi. Ama “süzülen”i seçmiş. “Ân” sesleriyle, “olayım” redifleriyle,iki nakarat dizesiyle ve ölçüsüyle besteden önce de hemen fark edilebilecek bir ses zenginliği ve ritim tutturulmuş. Söz yazarı ve bestekâr gereğini yapmışlar. Seslendiren iki sanatçı da şimdi karşımda seslendirmenin en güzeliyle hem bestekâra hem de söz yazarına hem de kendilerine en büyük saygıyı gösteriyorlar. Müzeyyen Senar’ı hayranlıkla izliyorum. Allah’ın ona hediye ettiği o güzelim sesini ve beyninin paha biçilemez zenginliğini ne güzel kullanıyor. Tarkan da bu sanat anıtının yanında yeni kuşağın en değerli sanatçılarında olduğunu Türk sanat müziğinin bir eserini mükemmel bir şekilde seslendirerek kanıtlıyor. Şarkı bitiyor. “ Sevgilinin tavrına âşık olmak” ifadesi üzerinde duruyorum. Bir enteresan ifade daha var: Lûtfuna ermek için perîşân olayım.” diye. Âşık sevgilinin kaşından gözünden ziyade “ onun tavrına “ âşıktır ve biraz lûtfetmesi için perîşân olacak kadar da zahmete hazırdır. Konu dağılacak mı bilmem; ama şu anımı tam da bu “perîşân olmak” kavramı için anlatacağım. Bir yüksekokulda dersteyim. Öğrencilerin bir kısmı dersi dikkatle dinlerken bazıları da dikkat etmiyor, başka şeylerle uğraşıyordu. Tabii cep telefonları, malûm. Bir ara cep telefonuyla mesaj yazan bir öğrenciye dönerek: “ Kime yazıyorsun bilmem; ama mesaj yerine telefonu açarak konuşsan, o da senin sesini duysa, sesine sinen duygularını hissetse olmaz mı?” dedim. Bütün sınıf “konturrrrr” diye cevapladı sorumu. Yani kontur daha çok gidecek, daha çok para gerekecek, demek istediler. “Ses, sesin tınısı, tonlamalar, vurgulamalar” önemli değildi onlar için. Bırakın “perîşân olmayı” “konturun fazlasını dahi harcamak “düşüncesinde değillerdi. Zaman- isteseniz de istemeseniz de-anlayışları ve tavırları değiştirir. Sevgili için perişan olmak eski zamanlarda mı kaldı, bilmem. Ancak zaman içinde her zaman değerini koruyan ve kabul gören değerler de vardır. O da güzel sanatların insan ruhu için ne kadar elzem olduğu anlayışıdır. Bir müzik eseri, insanı derin hayallere daldırırken ruhumuzda enteresan dalgalanmalar oluşturur. Bir tablo, bir yontu gözlerimizden içeri akar, kendi ruhumuzun vadilerinde dolaşır. Bir film, bir roman bize insan dediğimiz mucizevî varlığı tanıtır. İnsan tiplerini ve kendimizi o eserlerin içinde bulur ve tanırız. Tiyatro, Muhsin Ertuğrul’un deyişiyle: bir beldenin ocak başı gibidir. İnsanlar orada toplanır, orada dertleşir, orada konuşur. Orada oturmayı, kalkmayı, dinlemeyi öğrenir. Güzel sanatların amacı: “insanı, insana, insanca ve çok estetik biçimde anlatmaktır.” Sanatkâr dediğimiz kişi de toplumu oluşturan büyük kalabalıktan; buluşlarıyla, birleştirmeleriyle, kurgulamalarıyla, her türlü malzemeyle oluşturduğu kompozisyonlarıyla ayrılan sıra dışı insandır. Binlerce çuval içindeki beyaz boncuklar arasına karışmış beş on mavi boncuktan biridir. Farklıdır, bize ters gelen fikirlere, hâttâ davranışlara sahiptir. Bazen, hepten her şeye muhaliftir. Biz ne kadar çalışsak Zeki Müren gibi telaffuz eden, seslendiren olamayız ki! İşte işin püf noktası da burasıdır. Bir insan her şey olabilir. Ama olağanüstü yetenekleri yoksa asla sanatçı olamaz. Bir toplumda ender rastlanan bu üst düzey yeteneklerin yeteneklerinden; ancak akıllı toplumlar yararlanır. Bu yeteneklere imkânlar sağlanır, bu yeteneklerin sanatını özgürce üretebileceği ortamlar yaratır. Onların bazı davranışlarına daha tahammül eder. Onların ters gelen cümlelerini ve davranışlarını reddetmeye değil anlamaya çalışır.” Ne dedi, niçin dedi, ne yapmak istiyor, niçin yapmak istiyor, bu şekli hiç anlamadım hiç yorumlayamadım; ama mutlaka, bir gün anlayacağım” diye düşünür. Bütün bu özellikleriyle sanatçılar aynı zamanda seçkindirler, elittirler. Bir toplum elit insanların varlığıyla üst düzey, evrensel başarılar elde eder. Bu yazıyı sonlarken şarkı çoktan bitmişti. Özellikle Müzeyyan Senar’ın mucize sesi, yorumu kulaklarımdaydı. Bir elit insanın seslendirişini dinlemiştim. Bir başka elit insan Rüştü Şardağ’ın sözleri ise önümdeydi. Benzemez kimse sana tavrına hayrân olayım Bakışından süzülen işvene kurbân olayım Lûtfuna ermek için söyle perîşân olayım Bakışından süzülen işvene kurbân olayım (Rüştü Şardağ) İşaretlere, telaffuza,vurgu ve tonlamalara, ulamalara… dikkat ederek birkaç kez okudum. Sonra da düşe kalka aynı sözleri ezgisiyle okumaya çalıştım. Anlam ve ses zenginliğinin tadına vardım. Romanları yazanları, besteleri yapanları, şairleri, senaristleri, yönetmenleri, yontucuları, ressamları ülkemin ve dünyanın elit insanları olarak tekrar saygıyla hatırladım. Onlara hayranlık duydum. İmrendim. Keşke ben de sanatçı olabilseydim, diye biraz da hayıflandım.