BAYINDIR TİRE İZLENİMLERİM Mevsim ilkbahar olunca tabiattaki o muhteşem, sessiz değişim insan ruhunu etkiliyor. Tabiatın bir diğer unsuru olarak insan bir kış mevsiminin durgunluğunu üzerinden atıyor. Tarlaları kaplayan kır laleleri kırmızı kırmızı el salllarken sarı/beyaz papatyalar da sevgimizle ilgili bize hep göz kırpıyor. Tabiat anaya gelinlik giydiren meyve ağaçları; sarı, olgun kayısıları, şişman erikleri, çocukluğumuzda kulaklarımıza taktığımız can kırmızısı kirazları bütün cömertliğiyle bize sunuyor. Her canlı kıpır kıpır, cıvıl cıvıl bir bahar şenliğini yaşıyor. Arabamızla güzelim Menderes Ovası’nda Bayındır’a doğru giderken yol boyu işlenen tarlaları, geometrik dizili meyve bahçelerini görüyoruz. Her yer kıpır kıpır, cıvıl cıvıl. Ağaçlar, insanlar, otlar, kır çiçekleri, tarlalara giden traktörler dolusu işçiler, bizler , sizler velhasıl her canlı bir bahar şenliğini yaşıyor. Bayındır’a ÇİÇEK FESTİVALİ’ne gidiyorduk. Ovanın kıyısına yaslanmış Bayındır’a vardığımızda bir festival görmenin heyecanı içindeydik. Nitekim öyle de oldu. Güzel bir ilçe ve çok etkili bir etkinlik karşıladı bizi. Büyük bir caddenin hemen başından başlayan ve sonuna kadar devam eden çiçekçi stantları iki yanı kaplamıştı. Meyve fideleri, yetiştirilmiş çiçekler, bazı kültür bitkileri… bu stantlarda hem sergileniyor hem de durmadan satılıyordu. İzmir’den, Tire’den, Ödemiş’ten, Aydın’dan, Manisa’dan, Muğla’dan gelmiş yüzlerce yerli turist alış veriş ediyordu. Festival hem çiçek yetiştiricilği i konusunda yeni bilgileri, yeni deneyimleri üreticilere taşırken hem de Bayındır halkı bu faaliyetlerden ekonomik girdiler sağlıyordu. Bu stantlardan ayrı kurulmuş diğer stantlarda Manisa, Muğla gibi çevre illerin bazı yerel ürünlerini görürken Trabzon gibi uzak illerden gelmiş insanlarımızın kendi yörelerinin ürünlerini sattıkları stantlara da rastlıyorduk. Oyun ekipleri gibi etkinliklerden söz etmeyeceğim. Yemyeşil ve zengin bir Ege kasabasında olmanın keyfini çıkarıyorduk. Cumhuriyet Dönemi’nden kalmış şimdiki Belediye Binası çok görkemliydi. Bu muhteşem yapı Cumhuriyet ‘in ilk döneminde halk aydınlanması için açılan Halkevi idi. Binanın girişi, üst kata çıkan merdivenin bina içiyle uyumlu azameti, yan odalar velhasıl hepsi Cumhuriyet’i kuranların halkın eğitimine ne kadar önem verdiklerinin somut, ayakta, dipdiri örneğiydi. Festival caddesinin hemen girişinde bulunan Belediye irtibat bürosu çok güzel bir hizmet sunuyordu. Konuştuğum Belediye görevlisi festival alanını nasıl gezeceğimden tutun etkinlik yerlerini, etkinliklerin saatlerini anlatmaktan hiç yorulmadı. Elime broşürler tutuşturdu, gülümsedi ve gülümseyerek beni uğurladı. Oh be dedim işte çağdaş bir uygulama. Bayındır’a özgü kocaman,çıtır çıtır simitten yiyerek ve bir kaç simit daha satın alarak istemeye istemeye Bayındır’dan ayrıldık. Çünkü Tire’yi ve ayrıca daha önce görmek istediğim; fakat göremediğim SELÇUK KENT BELLEĞİ MERKEZİNİ de görecektik. Tire’ye giridiğimde Tire’nin son senelerde Tire’nin nekadar değiştiğini hemen anladım. Geniş caddeler ve onların etrafına dizilmiş onlarca apartman, bu apartmanların yemyeşil çimlerle kaplı bahçeleri farklı, rahat bir şehir dokusunu gösteriyordu. Geleneksel yaşayış, el sanatları, Cumhuriyet Dönemi 39. Alay, türbeler, camiler, yaylalar, zengin meyvelikler, yöreye özgü Tire köftesi, sabah 5’te satılmaya balşlayan ve sabah onda tükenen Tire kebabı anlatmakla bitmez. Amma biz sitemizin sınırlamaları sebebiyle Tire Müzesi’ni anlatacağız. Tire Öğretmenevi bahçesine arabamızı koyduk. Şehir içinde yürümeye başladık. Rastgele bir yürüyüş içinde geçmişte Karacasu yaşayışıyla çok ilgisi olmuş bu kasabada(Karacasu Dokumacılar Kooperatifi’nin burada bir satış merkezi vardı.) geleneksel kültür varlıklarını göreceğimiz umudundaydık. Önümüzdeki geniş alanın hemen kıyısında büyük bina önünde bir kalabalık vardı. Oraya gittik. Yaklaştığımızda bu binanın TİRE MÜZESİ olduğunu öğrendik. Tam da görmek istediklerimizin tümünü bir arada sunacak olan binanın önüne gelmişiz. Tire Müzesi tamamen yerel bir müzeydi. Müze için çok uygun düşmüş bir bina içinde geçmişten bugüne Tire yaşayışına dair ele geçirilebilen bütün kültür varlıkları sergileniyordu. Canlandırmaların yapıldığı bölümler, bizzat canlı çalışmaların sürdürüldüğü bölümler binlerce eşya çok titiz, çok düzenli,çok zarif bir anlayışla müze içine inci taneleri gibi serpilmişti. Kapıdan girince Karacasu’daki saraç dükkânımızın aydısı duruyordu. Aletler, tezğâh, saraciye makinesi ve diğerleri bizim dükkânımızındakilerin aynısıydı. Manken yerine babam veya amcam oturabilseydi tam da 50 sene öncesini yaşardım. Çok heyecanlandım. Babamı, amcamı, kalfalarımızı, dükkânımızı hayal ederek biraz da hüzünlendim. Zaman tünelinde sanki birden 50 yıl öncesine ışınlandım. Berber, semerci,kalaycı dükkânları da eski günlerimizden çok net çizgiler içeriyordu. Çocukluğumuzda Sıhhıye Hüseyin amcamızın şırıngaları, şırınga kaynatma kabı, kaynatılarak kullanılan iğneleri oradaydı. Ablamın 52 sene önece misafir odasında kullandığı büfesi de orada duruyordu. Aynalar, konsollar, eski zaman giysilerigiysiler, radyolar, teypler, pikaplar, ev mutfak malzemeleri, Tire’de yaşamış sporcular, futbol takımlarının fotoğrafları, Tire’nin ünlü sanatçılarının,hocalarının fotoğrafları, biyoğrafileri; Tire Belediyesi’nin 1940’ta kullandığı gıcır gıcır makam arabası sergileniyordu. Annemin çamaşır teknesi, çamaşır tokuçu önümdeydi.Keşke yanına deterjan yerine o zamanlarda kullanılan küllü suyu da koysalardı. Amma en önemliisi Tire’nin geçmiş zamana ait yazılı belgeleri, padişah yazıları, mahkeme kararları, mahalle kayıtları bu güne kadar saklanmış ve bu müzede tekrar hayat bulmaları sağlanmıştı. Bir bölümde Tanju Okan resmi gördüm. Tanju Okan Tireli idi. O bölümde bulunan ziyaretçilerle birlikte eski bir pikapta dönen bir 45’likle o güzelim KADINIM şarkısını dinledik. Eski zamanları, gençliğimizin yaşanmışlıklarını bu şarkı bugüne bir tülbenti çeker gibi Yumuşak, naif duygularla getirdi. Bu müzeyi gezerken yaşadığımı, o anı yaşamaktan çok zevk aldığımı ayrımsadım. Hayallerimdeki Karacasu’ya dair müzenin içindeydim. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki…Anlatamadığım her şeyin , yıllarca anlatmaya çalıştıklarımın hepsi işte buradaydı. “Keşke Karacasu’da da olsaydı” dediğimi farkettiğimde içimin burkulduğunu hissettim. Sevincim yarım kalır gibi olmuştu. “Neyse bunlar Karacasu’da da olacak.” diye kendimi avuttum. Müzenin müdürünü aradım. Bu kadar güzelliği var eden kimdi, hikâye nasıldı? Bunu öğrenmeliydim. Edip Bey’le tanıştım. Müzenin kurucusuymuş. Müzeyi yılda 280 000 kişi ziyaret etmiş. Bunun 45.000 kişisi yabancı imiş. Yerli ve yabancı ziyaretçi sayısı giderek artıyormuş. Edip Bey’i Karacasu’ya davet ettiğimde Namık Çamurcu’yu tanıyor musunuz diye sormasın mı! Rahmetli Namık Çamurcu arkadaşıymış. Bir de Karacasu’dan Günay diye bir arkadaşı daha varmış. Karacasu’ya geleceğine söz verdi. Onları kutladım. Bana verdikleri Tire’ye dair kültür çalışmaları konulu kitabı hemen orada karıştırmaya başladım. Çok mutlu olmuştum. Çok güzel bir müze örneği görmüştüm. Tire için, ülkem için bu güzelliklerin, değerlerin üretilmesinden ötürü kıvanç duydum. Herkese Tire Müzesi’ni gezzmelerini öneriyorum. İnanın hiç abartmadım. Aksine tam da anlatamadım! Güzel bir gün ve güzel, değerli bir tatil için lütfen Tire Müzesi’ne gidin. | |