0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Bayan Rozalija

1936 yılının 17 Ekim’inde Yugoslavya’da GORYANİ’de bir kız çocuğu doğar. Adı, ROZALİJA BRKİC’dir.
Alman Harbi’nin soğuk rüzgârları bütün Avrupa’da tabii Yugoslavya’da da hissedilmektedir. Alman orduları bir bir ülkelere saldırmaktadır. Sıra Yugoslavya’ya geldiğinde 8 yaşındaki RozaliJa’nın babasını alıp giderler. Gidiş o gidiş, Rozalija babasını bir daha hiç görmez. Üç kardeş, o savaş yıllarının ortasında kalıverir. İlkokul 3. sınıfa kadar okuyabilen Rozalija  ve ailenin diğer fertleri tarlalarda çalışmaya, çapa çapalamaya kadar her işe yaşamlarını sürdürebilmek için giderler. Anneleri ikinci defa evlenir; ama bir süre sonra annesi hastalanınca hastalık giderlerini karşılayabilmek için yıllardır oturdukları evlerini satmak zorunda kalırlar ve artan paralarıyla küçücük bir ev alırlar. Bu evlilikten iki kardeşleri daha olunca bu küçücük evde tam da 7 kişi olurlar.
Artık büyüyen ve genç bir kız olan Rozalija’yı evlerinin satılması çok etkiler ve 1958’de Rozalija, para kazanabilmek için 500 km ötedeki RİYEKA’ya bir ağaç kaplama fabrikasına çalışmaya gider. Bu fabrikada diğer kız kardeşi de çalışmaktadır. Tam da 10 yıl bu fabrikada çalışır. Tek amacı para biriktirip bir ev alabilmektir. Ancak 10 yılda biriktirdikleriyle ev alamayacağını anlar. Biriktirdiği paraların tümünü annesine verir. Riyeka’daki komşularının isteklendirmesiyle daha çok para kazanabilmek için 1968’de Almanya’ya işçi olarak gitmeye karar verir.
Yüzlerce Yugoslav işçisiyle beraber, çalışmak ve para biriktirip ev alabilmek için   Almanya’ya doğru yola çıkar.
XXXXX
Binlerce km öteden bir başka insan da aynı amaçlarla Rozalija gibi yine bir trenle 1964’te Almanya’ya doğru iyi bir gelecek kurabilmek, para kazanabilmek için yola çıkar. Onun öyküsü Rozalija’nın öyküsüne birebir benzemez, diyemeyiz. Çiftçilik, inşaatlarda amelelik, evde dokumacılık hepsini; ama hepsini dener,  bir türlü istediği kazancı sağlayamaz. Bir de aile içi sorunlar bütün bunların tuzu biberi olur. Para kazanma zorlukları ve ruhunun yorgunluğu onu yeni dünyalara doğru uçmaya zorlar.
Bu kişi de Büyükdağlı Mahallesi’nin o zamanlardaki dar ve taş döşemeli yollarında yeni bir kader hayal eden  Yaşar Bilcenoğlu’dur.
XXXXX
Almanya’da 1965’li yıllarda haimler(işçi evleri) dolusu işçiler vardı. Sabahın erken saatlerinde yataklarından kalkan bu yabancı işçiler hiç de alışık olmadıkları bir düzenin içinde trenler dolusu fabrikalara giderlerdi. Trenlerde, otobüslerde daha fakir ülkelerin dilleri konuşulurken ürkek kuşlar gibi birbirlerine bakarlardı.
Akşamları yine haimlerde toplanırlar, geçen geceden hazırladıkları yemeklerini yerler, yorgun bedenleriyle hemen erkenden uykuya dalarlardı.
XXXX
Rozalija da bir işçi evindeydi diğer yabancı işçilerle birlikte. Dil bilmiyordu. Kendisine verilen işi de bilmiyordu. Hafta sonları dahi dışarı çıkmıyordu. İş ev arasında günlerce sürdü bu yaşam.
Bir gün arkadaşları Rozalija’ya: “ Hadi dışarı çıkıyoruz. Bir lokantada yemek yiyeceğiz, biraz da gezeceğiz.”   dediklerinde telaşlandı Rozalija.  Dilini, aşını, insanını bilmediği bir dünya ya ilk defa çıkacaktı. Bir lokantaya gittiler. Siparişlerini verdiler. Yemeklerini yemeye başladılar.
XXXX
Lokantada o gün bir başka yabancı işçi daha vardı. Karşı masada oturuyordu. Yemeğini yiyordu.
XXXX
O günü Rozalija şöyle anlatıyor: “ Yaşar, karşı masada oturuyordu. Bir ara Yaşar’ın sürekli bana baktığını fark ettim. Gözümü başka yerlere çevirdim. Kontrol için şöyle bir Yaşar’a baktım. Yine bakıyordu. Çekindim. Daha ilk dışarı çıkışımda bu başıma geliyordu. Şaşırdım aynı zamanda. Garsonun ne içersiniz, sorusuna kahve diyebildim. Meğer garsonu Yaşar göndermiş. Bize ikramda bulunuyormuş. Neden ikramda bulunuyor, bizi tanımıyor ki… diyerek hepimiz şaşırdık.”
XXXX
O günü Yaşar ise şöyle anlatıyor: “Rozalija’nın çalıştığı yerde pek çok arkadaşım vardı. Yalnızdım. Gurbet beni bunaltmıştı. Geleli 4 yıl olmasına karşın çevreye uyumda zorluklar çekiyordum. Karacasu’daki aile sorunlarım da beni, çok hem de çok sıkıyordu. Dedim ya yalnızdım. Bir bayan arkadaşım olsun, onunla bazı sıkıntılarımı paylaşırım, acılarımı dindiririm diye düşünüyordum. Masamdan kalktım, ikram gönderdiğim masaya Yugoslav kızlarının yanına oturdum. Ona seslendim, omuz silkti. Rozalija, dil  bilmiyordu. Onunla arkadaş olmak istediğimi dil bilen diğer hanımlar aracılığıyla Rozalija’ya söyledim. Hepsini hafta sonu haimden alıp gezmeye götürmek istediğimi anlattım.”
XXXX
Rozalija işçi evinin penceresinin tülünü ürkerek araladı ve aşağıya baktı. Gelmiyorum demesine rağmen Yaşar aşağıda caddenin kıyısında tam dört saattir Rozalija’yı bekliyordu. Rozalija inat ediyordu. Ama işçi evi yöneticisi dördüncü defa odaya geldiğinde : “Evet geliyorum.” demişti. Kendisi de şaşkındı. Bana çok değer veriyor ki bekliyor diye düşünüyordu.
XXXX
Kapıda Rozalija gözükünce sevinçten uçacaktım. En arkadaydı, önüne bakıyordu. Çekingen hâli onu daha çekici kılıyordu. Hep beraber Rozalija’yı ilk gördüğüm lokantaya gittik. Rozalija ile ilk defa uzun uzun konuşmam tercüman sayesinde oldu. Bu söyleşi sırasında Rozalija’nın nereli olduğu, yaşam öyküsünü, niye Almanya’ya geldiğini… öğrendim.  Ona arkadaşlık teklif ettim.
XXXX
İşçi evine dönen Rozalija, ışığı söndürüp yatağa girdiğinde uyku öncesi Yaşar’ı düşündü uzun uzun. Beğenmişti onu. İkinci babasını düşündü. Bosnalı bir Türk’tü. İyi bir insandı. Üvey babası olmasına rağmen ondan hep sevgi gördüğünü, ondan bir tokat dahi yemediğini düşündü. Merhametli bir adamdı o. Bu düşünceyle Yaşar’ı tartıyordu. İkisi de Türk. Belki Yaşar da öyledir, diye düşündü. Bu arkadaşlık olabilir, dedi kendi kendine. Anlaşabilir miyiz, evli mi bekâr mı, sorularına cevap bulamadı. Onları zamana bıraktı. Işığı söndürdü, yorganı başından çekti.
Bu arkadaşlık tercümanlar aracılığıyla, işaretlerle devam ederken Rozalija’nın bir vesileyle ağzından çıkıveren lâ ilâhe illallah ifadesi bu iki yabancının ilk iletişim cümlesi oldu. Rozalija ta çocukluğunda Müslüman babasından öğrenmiştir kelime-i tevhid’i.  Ve Rozaliza için kelime-i tevhid bir dua gibi algılanıyordu.
Kendi inanç dünyasının temel cümlesini dillendiren Rozalija’yla anlaşabileceğine olan inancı daha da arttı Yaşar’ın. Ortak ve çok anlamlı bir cümleleri vardı artık.
Almanya’da imam nikahıyla birlikte yaşadılar Rozalija ve Yaşar.
Yaşar Türkiye’de boşanmak üzere bir evliliği olduğunu söylemez o anda. Ama bir müddet sonra Türkiye’de evli olduğunu, iki kızı olduğunu Rozalija’ya söyleyince dünya başına yıkılır Rozalija’nın. Şimdi ne yapacaktı. Sevmişti ve de beraber olmuştu. Şimdi ne olacaktı?
Yaşar’ı karşısına aldı ve ona: “ Beni bırak. Senin iki çocuğun varmış. Sen eşinle yaşamını sürdür.” diye ısrar etti. Ağlıyordu.
Yaşar onu ikna etmek için RozaliJa’yı Karacasu’ya getirdi.
Rozalija, Karacasu’ya Yaşar’ın baba evine geldi. Onun ayrı olarak yaşadığını gördü. Rahatladı. Yaşar’a olan güveni arttı.
1972’de Rozalija Karacasu’ya resmî evlilik için geldi. Temmuz ayında sıcak mı sıcak bir gündü. Cumaönü’nde Yaşar’ın iki kızı babalarını bekliyordu. Yaşar arabadan indi çocuklarını kucaklayıp arabaya bindirdi. Baba evine geldi. O günü Rozalija şöyle anlatıyor:
“Camiden bu yana saptık. Caminin yanına Yaşar’ın iki kızı gelmişti. Çocukları 8 -12 yaşlarında iki kızdı. Yaşar onları kucakladı. Arabaya aldı. Kızlarını bana tanıttı. Onlara sarıldım. Ama çocuklar çekingendi ve bu da çok normaldi. Eve yaklaştıkça çok heyecanlandım. Beni nasıl karşılayacaklardı?
Yaşar’ın annesi ve babası çok olgun ve sıcak davrandılar. Yemekler ve yaşayış bizim Yugoslavya’ya benziyordu. Karacasu’da bir ay kaldık.”
Bu arada Karacasu’da resmî nikâh kıyıldı. Resmî nikâhtan sonra tekrar imam nikâhı kıyıldı. Yaşar’ın babası Rozija’ya –kabul ederse- yeni bir isim önerdi. Hep gülümsediğin için kızım senin adın GÜLŞEN olsun dese de imam, FATMA ismini önerdi. Rozalija, Fatma ismini sevdi ve kabul etti.
İki ayrı kader artık tek kader hâline geldi. 1968’de başlayan beraberlik 1972’de taçlanmış oldu.
1982’de Yaşar babasını kaybedince Fatma Hanım’ı  annesinin yanına Karacasu’ya gönderdi.
Karacasu’daki komşuları Fatma Hanım’a hep yardımcı oldular. Fatma Hanım da onlara uydu. Bugün Fatma Hanım Türkiye’deki yaşamından övgüyle söz ediyor. “Nereye gitsem hep sevgi, ilgi gördüm. Hastanelerde yattım. Doktorlar, hemşireler beni hep korudular, kolladılar.” diyor.
Sonraki zamanlarda Fatma Hanım’ın ablasının oğlu Karacasu’ya geldi. Onunla Karacasu’da 15 gün kaldı. Fatma Hanım Yugoslavya’ya gitti. Bu gitmeler gelmeler devam etti durdu. Ama Fatma Hanım’ın özellikle kız kardeşlerine olan özleminin ateşi hiç küllenmedi.
Yaşar’ın 1972’deki kızları büyüdüler, evlendiler, çocuk sahibi oldular. Fatma Hanım torunlarına çok iyi baktı.
Patlıcanı, bamyayı hiç görmese de Karacasu usulü bamya ve patlıcan yemeği yapmayı öğrendi. Karacasu’daki sofraya Yugoslav böreklerini, Yugoslav baklavalarını, plavileri, paradayisleri, kokoşları ekledi. Mahallede komşu kadınlarla yufka yapmayı, sac üstünde bazlama yapmayı öğrendi.
Bir sarı Mercedes taksi aldılar. Bugün Hırvatistan toprakları içinde kalan memleketlerine gitmek için. Yıllar sonra doğup büyüdüğü topraklara gittiler Yaşar’la beraber. Fatma Hanım pek özlediği kız kardeşlerine kavuştu, onlarla hasret giderdi.
Bugünlerde güzel Karacasu’nun Büyükdağlı Mahallesi’nden Türkiye’de öğrendiği türkülerle kardeşlerine olan özlemini dillendiriyor Fatma Hanım.
“Çay benim çeşme benim
Derdimi deşme benim
Hakikatli yar isen
Önümden geçme benim.”
“Köprüden geçti gelin
Saç bağın çözdü gelin”      diye söylüyor, anlamlı bir şekilde gülümsüyor. Ama:
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Arşı arşı memleketlere kız vermesinler “
türküsünü hüzünle söylüyor. Tam da bizim şarkı, deyip kendi yaşamını özetliyor Fatma Hanım. İnsan, her memlekette aynı diyor.
Acılar var, sevinçler, özlemler var, her yerde aynı diyor bu arada tam da 56 yıl önce kaplama fabrikasına giderken yaşadığı düşünceyi tekrarlıyor: İnsanın nerede olursa olsun evi olsun yeter, diyor. Bir ev sahibi olabilmek için yola çıkıp Almanya’ya giderken  kader ve sevgi ,hiç aklından geçmeyen bir ülkeye koydu kendini.
Onu merak ederseniz, pazartesi günleri,  Yüksel Dilek dükkânı karşısında satıcı kadınlarla otururken maviş gözlerinden, gülümseyen yüzünden hemen fark edersiniz.
NOT: Diğer fotoğraflar için ana sayfayı, sayfa sayfa tıklayınız.