İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır?
Der, Koca Yunus. “Yaşam denilen enteresan süreci bilmek ve programlamak istiyorsan önce kendini bileceksin” diye devam ediyor. İnsan kendi özünü yani; kendi nefsini, kendi iç güçlerini, yapamayacaklarını, yapabileceklerini, sevgilerini, nefretlerini, güzelliklerini, çirkinliklerini bilecek ilk önce.
“Ben neyim, ben kimim?” deyip kendi içindeki aynalarda durmadan kendisini seyredecek.
Anneler Günü’nde bu tür sofiyane bir yorumu niye getirdim diye meraklanmışsınızdır. Oysa sofiyane düşünmesek de “kendini bilmek kavramı” tam da bugünün anlamıyla örtüşüyor diye düşünüyorum.
“İnsanın kendisiyle barışık olması “ diye bir ifade daha var bilirsiniz. Az çok o ifadenin yolları da “kendini bilmek kapısının” önüne çıkar yine. Yani mesele, yaşam için ilk düstur “kendini bilmek” bilmecesini çözmektedir.
Peki nasıl bileceğiz KENDİMİZİ?
Size tasavvufu öğrenin diyecek değilim her hâlde. Her yolu seçmek sizin özgürlüğünüzde. Ama mutlaka ne edip edip kendinizi bilmek durumundasınız işte.
Anneler Günü dedim ya! İşte, bizim konumuz olan “kendini bilmek” kavramı tam da buğunün öznesi olan ANALARIMIZA çıkıyor.
Derslerde okuduk 24 kromozom anadan 24 de babadan diye. Yani temellerimizde anamızın, babamızın derin izleri var. Ben ANA’yı biraz daha özel tutarım.
Onun karnındayken sadece 24 kromozomunu almadık her hâlde. Tiroksin hormonunu, hipofiz salgısını, vitaminleri, mineralleri ve sayamayacağınız kadar çok- anneye ait- biyokimyasal maddeyi anne karnında aldık. Tabii annede ne kadar varsa o kadar aldık. Sağlıklı, taş gibi sağlam bir anne karnında oluşmuşsak mesele yok. Ya bir de demir eksikliği çeken, kalsiyumu yetersiz …bir anne karnında oluşmuşsak vay hâlimize.
Bu iki ayrı anne karnında oluşan iki bebek aynı zekâ, aynı sağlık, aynı ruh hâline mi sahip olacaktır, bir düşünün bakalım. Genetik faktörlerin dışında anlattığım biyokimyasal faktörler ve daha sonrasının diğer faktörleri bizi biz yapan temel ve ilk etmenler.
Bebek doğar. Doğuverdiği andan itibaren hiç bilmediği yeni dünyada doğal bir dürtüyle anasını, anasının kokusuyla arar bulur ve ona yapışır. Nereden geldiğini, özünü, kökünü bilir. Bu ilk kendini biliştir.
Sonraları hemen hemen yüzlerce konuyu annemizin bilgisi, becerisi kadar yine annemizden öğreniriz. Konuşmanın ilk seslerini onunla örgüler, düşünmenin ilk yöntemlerini annemizden öğreniriz. Kişiliğimizi oluşturan nasihatleri, masalları, öyküleri annemizden dinleriz.
Velhasıl annemizle oluşur, annemizle gelişir, annemizle sosyalleşiriz.
Annesi sayesinde çocuk özünü bilir. Onu 9 ay karnında taşıyanın bütün izlerinin kendinde olduğunu, anasıyla kendisi arasında hayatın hiçbir evresinde kopmayacak bağlar olduğunu doğal olarak bilir. Hisseder.
Bugün ANNELER GÜNÜ.
KENDİMİZİ BİLMEK İSTİYORSAK, ANNEMİZE BAKMAMIZ GEREK.
Anamızı biraz dikkatli incelersek onun hem biyolojik özelliklerinden, hem ruhsal özelliklerinden pek çok iz taşıdığımızı hemen fark ederiz. Biz hemen hemen o’yuzdur.
Farklı olan yanlarımız yok mudur? Tabii ki onlarca fark vardır aramızda. Ama kişiliğimizin ana omurgasında ise benzerlikler inadına çoktur.
Onun içindir ki ANA kavramı gerek din öğretisinde gerek sosyal öğretilerde önemli bir yer tutar. “Ana kuzusu, ananın rızasını almak, Cennet anaların ayakları altındadır, ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz…” ifadeleri de bize ait değerlerdir.
ABD’li bir kız çocuğu olan Anna Jarvis’in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında genişledi. Zamanla başka ülkelere de yayıldı. Anneler günü böyle oluştu.
Ne kadar İlginç!
Anna Jarvis, dünyaya yayılacak bir eylemi gerçekleştirirken ANALAR ÖLSE bile yavrularının onun kokusunu doğduğu ilk günkü gibi arayışının bitmeyeceğini göstermiştir. Biyolojik arayış soyut bir arayış olarak hâlâ devam etmektedir.
Bugün ANNELER GÜNÜ. KENDİMİZİ BİLMENİN bir yeni fırsatı.
Annemize doğru giderken doğduğumuz anda aradığımız kokuya doğru gideceğiz aslında. Hayret değil mi? Değişen hiçbir şey yok. Anna Jarvis’ten farkımız yok. |
|