Geçen sene sitemizde yayınladığımız yazımızı tekrar yayınlıyoruz. CUMHURİYET BAYRAMI’NI KUTLARKEN VE KURTULUŞ SAVAŞI’NDA KARACASU Büyük bir imparatorluğun devamında kurulan yepyeni bir düzenin 92 yıldır sağladığı başarılarla süslenmiş bir vatanda yaşıyoruz. Vatan denilen toprağın bizi nasıl sarıp sarmalayan bir ana kucağı olduğunu bugünlerde ülkelerindeki savaşlardan sonra başka vatanlara sığınmak zorunda kalan insanların perişan hâllerine bakıp somut olarak daha iyi anlıyabiliyoruz. Bu sebepledir ki VATAN AZİZ BİR VARLIKTIR. Vatanını kaybetmenin sıkıntısını bu milletin evlatları da yüz yıl öncesinde yaşamıştı. Balkanları, Suriye’yi, Yemen’i, Trablusgarb’ı, Irak’ı, Kırım’ı…kaybeden Osmanlı Devleti’nin vatandaşları, yani bizim insanlarımız bu coğrafyalardan Anadolu’ya doğru gemilerle, trenlerle akın akın gelmişlerdi. ANADOLU bir ana kucağı gibi onları bağrına basmıştı. Amma şairin dediği gibi “ bu hayasız akın” durmamış ve yine şairin dediği gibi “düşman hançerini” vatanın taa kalbine batırmak istemişti. Tarihi siz de bilirsiniz zaten. Sonunda Mondros Ateşkes Antlaşması ile son Türk yurdu işgal edilmişti. Sizlere tam da bu işgal zamanından başlayarak o günkü Karacasu’yu betimlemek ve Karacasu’da yaşananaları anlatmak istiyorum. Kurtuluş Savaşı öncesinde Karacasu Osmanlı Devleti’nin önemli bir ilçe merkeziydi. Kaymakamı Şerif İlhami Bey’di. Belediye Başkanı Fevzi Bey’di. Kaza merkezinde müftü, mal müdürü, tahrirat kâtibi, tapu memuru, sanduk emini, naib, zabıta memuru, telgraf memuru, tabip, hâkim, mustantık(savcı), redif taburunda görevli subaylar gibi devlet memurları vardı. Karacasu’nun her iki yakasında Çarşı ve Karşıyaka’da iki ilk mektep vardı. Rüştiye ise sonradan açılmıştı. Bu arada 6 adet medrese de öğretime devam ediyordu. 1914 nufus sayımı sonuçlarına göre kazanın toplam nufusu 18.000’di. Bu nufusun 187 kişisi Rum’du. Bu nufusun bir kısmı da Girit’ten, Cezayir’den, Dırama’dan, Mısır’dan, Mora’dan, Miidilli’den, Şam’dan, Karadağ’dan göç etmiş Türk vatandaşlarıydı. Halk ise geçimini tarımdan, küçük el sanatlarından, özellikle dokumacılıktan, bardakçılıktan sağlıyordu. Ve Çamarası’ndaki, Geyre’deki zımpara yatakları yabancı ve yerli işletmeciler tarafından işletiliyordu. Karacasu Kuyucak/ Karacasu Amasya(Bozdoğan) /Karacasu Gireniz/ Karacasu Kızılcabölük arası yollar deve ve hayvan taşımacılığının işlek yollarıydı. Anadolu’nun yemyeşil bir köşesinde kendi hâlinde yaşayıp giden bu güzel ilçe Osmanlı zamanında pek çok savaşa evlâtlarını göndermiş, pek çok evlâdını Yemen’de, Galiçya’da, Balkanlarda ve en sonunda da Çanakkale’de kaybetmişti. Nitekim 1914’te yapılan nüfus sayımı sonuçlarına bakılırsa Karacasu’nun verdiği şehit –bir yılda-hemen hemen 300 kadar Karacasu evladıdır. Bu sebepledir ki Karacasu’nun çıkışında o zamanları YIĞIN ÇAKILLAR denilen bir yer vardı. Bir anıt gibiydi; çünkü Karacasu’dan savaşa giden her asker yolun sağına bir taş koyardı. Savaştan dönebilen Karacasulular da yolun soluna birer taş bırakırlardı. Böylelikle sanki Karacasu halkı, savaşlarda kaybettiği askerlerinin acısını basit;amma bir o kadar anlamlı bir eylemle anıtlaştırırdı. (1) Yolun bir tarafı yığınla taş olurken öbür tarafta ise bir küçük taş yığını bulunurdu. Karacasu insanı savaşta kaybettiği insanları ağıtlarda da yaşatırdı. Şu yüce dağları duman kaplamış/ Yine mi gurbetten gara haber var./ Seher vakti bu yerlerde kimler ağlamış?/Çimenler üstünde gözyaşları var.(2) Kurtuluş Savaşı öncesinde Karacasu, savaşlardan yorulmuş, kendi hâlinde bir Anadolu kasabasıdır. Savaşlardan dönmüş gaziler akşamları Askerlik Şubesine giderler ve aldıkları tüfeklerle gece güvenliğini sağlarlardı. Ertesi gün de silahlarını Askerlik Şubesine teslim ederlerdi.(3) Gece olduğunda bütün kasaba karanlığa gömülür, sokaklarda köşe başlarında belediyece yakılan gaz fenerleri tek tük bulunurdu. Geceleri bir yerden bir yere giden elleri gaz fenerli veya elleri çıralı insanlara rastlanırdı. Şimdiki Dua Meydanı’nın etrafında hükümet binası, hapisane, belediye ve Merkez İlkokulu karşısında karakol bulunurdu. Çarşı baştan başa yarı kâğir yarı ahşap tek katlı dükkânlardan oluşurken, Cuma Önü Meydanı’nda pazar günleri KÜÇÜK PAZAR; Çarşıyaka’da da pazartesi günü BÜYÜK PAZAR kurulurdu. Hamamıyla, ilk okullarıyla, rüştiyesiyle,hanlarıyla,medreseleriyle, nalbantlarıyla, dokumacılarıyla, helvacılarıyla, bezazlarıyla, katırcılarıyla, devecileriyle,kalaycılarıyla, tüfekçileriyle, urgancılarıyla, çulhalarıyla, iplikçileriyle,palamutçularıyla, canbazlarıyla, katırcılarıyla, tarakçılarıyla, harmancılarıyla, hasırcılarıyla,sabuncularıyla, mücellidleriyle, sülükçüleriyle,tellallarıyla; sarıklı, uzun mintanlı erkekleriyle, takunyalı çocuklarıyla, sarıklı hocalarıyla…bugünkü Karacasu’dan çok farklı bir görünüş içinde yaşayan, uğraşan bir Karacasu vardı.(4) Geceleri bazen eşkiya kasabayı basar, kurşun seslerinden kaçan aileler hasıllık(bugday yetiştirilen alan) içine saklanır, eşkiyaların gitmesini sabaha kadar ekinler içinde saklanarak beklerlerdi. Bazen kasabayı basan eşkiyalar Zıraat Bankasını bile soyarlardı.(5) Bir taraftan güvenlik sorunları, bir taraftan fakirlik Karacasu halkını bezdirirdi.(6) Kasabada işi en iyi olanlar iplik tüccarları, Yamalak’ta,Menderes’te toprağı olanlar ve palamut tüccarları idi. Sınırları kasaba sınırlarıyla çevrili büyük bir aile gibi yaşardı insanlar. Esnaflar günlük hayatı ve kazancı güçlü bir tevekkülle kabüllenirler birbirlerine ahilik geleneğinin öğretileriyle saygılı ve sıcak davranırlardı. Haram, helâl, komşu hakkı, usta-hoca saygısı, ana baba hakkı…gibi kavramlar çok değer ifade eder ve bütün kasaba bu kavramlar üzerine titrerdi. Mahalle baskısı dediğimiz şey çok güçlü hissedilirdi. Hırsızlık olmazdı, kapılar hemen hemen kilitlenmezdi. Karacasu insanı; kendine özgü kültürünü, yaşam biçimlerini sürdüren, besleyen ve iç dünyasını süsleyen belli bir birikime de sahipti. Medreseler, iptidailer, Rüştiye okulu işlevlerini sürdürürken; dinî bilgiler, örfî davranış biçimleri ve kuralları da topluma şekil verirdi. Bu öyle bir kültürdür ki: 1590 tarihli Çarşı Camisi kitabesinde “Karacasu’ya çeşme yaptıran ve kitabesini padişahın şairine yazdıran” Gazanfer Ağa’nın kethudasını yetiştirmişti. Bu kültür, 1784 tarihli Efendiler Çeşmesi kitabesinde Fuzûlî’nin Su Kasidesi’ne nazire yapmıştı. Yine bu kültür, 1885 tarihli Çarşı Camisi Minaresi kitabesinde ise HAMİYYETMENDÂN KARACASULULAR( kasabasını sevme, koruma bilincinde olan Karacasulular) ifadesini yazabilmişti. Birinci Dünya Savaşı’na Galiçya’da, Filistin’de, Çanakkale’de katılan Karacasululardan bazıları 1918’de, 1919 başlarında Karacasu’ya dönmüşlerdi. Pek çok Karacasu evladı cephelerde kalmıştı. İşte bu zamanda, İzmir’den başlayarak Anadolu işgal ediliyordu. Hasan Tahsin düşmana karşı ilk kurşunu atarken ve işgale karşı dururken Karacasu, yukarıda sözünü ettiğimiz geçmişten biriktirdiği kültürünün, toplumsal tavrının gereğini yaparak işgale karşı çıkmıştı.İzmir’in işgali olan 15 Mayıs’tan hemen 13 gün sonra yani 28 Mayıs 1919’da Karacasu halkı, Karacasu’da bir miting yaparak işgale karşı çıktığını bir telgarafla o günün sadrazamına bir protesto telgrafıyla bildirmişti. Ve en önemlisi KARACASU HALKI BU TELGRAFTA GEREKTİĞİNDE VATAN İÇİN ÖLMEYE HAZIRIZ demişti. Telgrafın altını Karacasu’yu temsilen Belediye başkanı ve 22 halk temsilcisi imzalamıştı.(7) Bir başka Karacasu evladı Demirci Mehmet Efe, kızanları Sökeli Ali Efe ve yine Karacasulu Zurnacı Ali Efe 3 Temmuz 1919’da yani hemen işgalden iki ay sonra düşmana karşı çıktı.(7) Daha sonra 1919 Agustos’unda Nazilli’de;Antalya, Burdur, Muğla ve Aydın delegeleriyle toplanan 1. Kuvvayı Milliye Kongresi’ne ve 2. Kuvvayı Milliye Kongresi’ne Karacasu halkı gönderdiği delegelerle katıldı ve 1. Kongre’nin başkanlığını da bir Karacasu evladı olan Mustafa Hulusi Özer Bey yaptı.(9) Karacasulular tam da Osmanlı Başbakanına çektikleri telgraftaki gibi vatan için her şeyi yapmaya kararlı olduklarını hemen Krtuluş Savaşı örgütlenmelerine katılarak belli ettiler.Amma Karacasu’da bazı kişiler de Millî Kuvvetler’e katılmamanın propagandasını yaptılar. Padişah yanlısı oldular. Buna fırsat verilmedi. Kaymakam Lütfi 11 Mayıs 1921’de bir heyet kurulmasına dair şöyle bir yazıyı o günün müftüsüne yazdı: “…Türkiye aleyhine kötü fikirler yayılmaması için Millî Mücadele’nin doğruluğu hakkında aydınlatmak ve bundan dolayı ve mensup oldukları dindarlığı ve aynı milletin insanları olduğunu(telfik) belirterek toplamak üzere seçkin kişiler ile Tireli Müderris Alirıza Efendi ve okul öğretmenlerinden oluşan seçkin bir kurul oluşturmak gerektiğine (dair) başkanlık verilmesini…” istedi. Bu heyetin çalışmalarıyla Millî Mücadele karşıtları tasfiye edildiler.(10) Karacasu halkı Yunan işgali altında kalan Nazilli’den kaçmak zorunda kalan Nazilllileri Karacasu’da ağırladı. Kazanlar dolusu yemekler pişirildi. Ailleler, evlere dağıtıldı. Bu kabulde iaşe giderlerini Tabak Hacı İbrahim Tezcan karşıladı. Bununla kalmadı Kurtuluş Savaşı’na kösele sevk ederek Afyon Cephesi’nin deri ihtiyacını karşılamaya çalıştı. Bu hizmetlerinden ötürü Atatürk’ten takdirname aldı.(11) Kuvvayı Milliye heyetlerinin gayretleriyle bölgede bir cephe oluşturulurken daha sonra merkezde oluşmakta olan millî ordu için Karacasu’dan at ve asker toplanmaya çalışıldı. Şu anıyı Gazi Osman Akhan anlatıyor:(12) “ Filistin’den geldik. Karacasu’da gündüzleri işe gidip geceleri jandarma olduk. Akşam olunca silah verirlerdi. Sabahleyin görev bitince silahı teslim ederdik. Bir sabah Karacasu’da hükümete silah teslim etmeye gittim. Kapının önünde bekliyordum. Kaymakam geldi: -Sen nereden gelip nereye gidiyorsun? -Biz kasaba muhafızıyız. Silah teslimine geldim. Mustafa Kemal 50 süvari istemiş. Seni süvari yazdıralım mı? -Yazdırıver, dedim. On kişi kadar orada toplandık. Bizi Askerlik Şubesine gönderdi. Şubeye, biz süvari olacağız, diye vardık. Askerlik Şubesindeki görevliler: “ Silahınızı da atınızı da kendi paranızla alacaksınız .” dediler. Arkadaşlar birer birer : “Ben alırım, ben de alırım.” dediler. Bana sıra geldi. “ Param yok. Babam alıverirse ancak o zaman kaydolurum.” dedim. 6 gün düşünme zamanı verdiler. Babama: “ Arkadaşlar süvari kaydoldu. Atı parayla alacaklar. Bana da bir at, bir silah alıver .” dedim. Ingır zıngır etti. Ben de :” Hayır alıvereceksin.” diye israr ettim. Babam bir at alıverdi. Karacasu’dan tam elli kişi olduk. Başımıza bir subay verdiler. İki ay kadar Karacasu’da kaldık. Karacasu’da talim ettik. İki ay kadar sonra Mustafa Kemal bizi istedi. Sandıklı Ovası’na gittik.(13) Şükürler olsun ki bu gayretler başarıyla sonuçlandı. Karacasu’dan vatan kurtuluşu için yola çıkan at taa Uzunköprü’ye kadar savaşarak Gazi Osman Akhan’ı taşıdı. Vatanı kurtaran aziz insanların arasına Karacasulular da kendi kabullerine,ruhlarına , kültürlerine uygun olarak şevkle katıldılar bu mücadeleyi şükürlerle bitirdiler. Hiçbir şey o kadar kolay olmamıştı. Düşünmek ve hayal etmek gerekirdi. Daha sonraları kurulan yeni düzen sayesinde; Karacasu’da ve Türkiye’de köy çocukları, halk çocukları sadece yeteneklerine bakılarak devletin parasız okullarında okudular. Bilgilerini ve sosyal düzenlerini hep geliştirdiler. Fakir halkımızın içinden çıkan onca genç insan; doktor, mühendis, öğretmen, seçkin esnaf… oldu. Demem o ki yıkılmış bir devletin enkazı içinden yeni bir devlet kurmayı başarabilen bu yeni düzen, yüzyıllardır Karacasu’dan sadece vergi ve asker alan devlet anlayışı yerine; barışı, zenginleşmeyi, kültürü ön plana çıkaran yeni devlet anlayışını getirdi. Cumhuriyet, ilk kez köy çocuklarının, halk çocuklarının içlerinde; ben de subay , ben de doktor, ben de zengin iş adamı olabilirim, ben de bu ülkenin yönetimine katılabilirim duygusunun ışığını yaktı. Bugünkü devleti çağdaş bilgi ve başarı felsefesi ile kuran Atatürk ve arkadaşlarının özlemi bugünkü Türkiye’nin; Almanya, Japonya, Amerika devletleri gibi bilimde, teknikte , sanayide gelişmiş olması,zengin olması hatta bu devletlerden daha ileri olmasıydı. Onlar bu özlemlerle, niyetlerle Cumhuriyet’i kurdular. Onların niyetlerinin temizliğinden sonsuz vatan sevgilerinden kim şüphe edebilir ki! Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz. 1960’lar da bile Karacasu’da tam çalgılarla, deve gösterileriyle, fener alaylarıyla kutlanan Cumhuriyet Bayramı Karacasu’da ve tüm Türkiye’de umarım yine aynı canlılıkla kutlanacaktır. Umuyorum bu millet daha aydın, daha zengin, daha mutlu olma gayretlerini hep sürdürecektir.Sözlerimi Kuvvayı Milliye’nin Aydın’daki örgütleyicilerinden Âsaf Gökbel’in şu sözleriyle bitirmek istiyorum: “Rahat rahat evimizde oturup kaygısız ve ilgisiz ocak başında keyif çatmak varken hiç kimse yakamızdan tutup bizi bu zahmetli , tehlikeli maceraya yakamızdan tutup zorlamamıştı.İşimizi bırakarak, hatta ellere emanet ederek ayaklarımızın tabanları kabarıncaya kadar;açlığa,susuzluğa bakmayarak gece demeden, gündüz demeden, sıcak demeden, soğuk demeden bir düğüne, bir eğlenceye koşar gibi bilinmeyen ufuklara ve başka bir dünyaya doğru akıp gitmemize sebep ne olabilirdi ki?”(14) 1-GÜL VAHDI, Hatice OLGUN, Kolalı Matbaası 2006,Aydın, s.29 2-Hatice Olgun, a.g.e., s.30 3-GAZİ OSMAN AKHAN’IN SAVAŞ ANILARI, Hüseyin KURUÜZÜM, Kolalı Matbaası, Aydın 2006, s.62 4-19.YÜZYILDA KARACASU, Yrd.Doç.Dr. Mehmet BAŞARAN, Karacasu Vakfı Yayınları 1999, s.45 5-Yrd.Doç.Dr. Mehmet BAŞARAN, a.g.e., s.21 6-“Biz çok fakirdik. Mahallemizdeki pek çok çocuk gibi takunya bile bulamadığımız için yalın ayak dolaşırdım. Çarşıya gidecek olsam takunyası olan bir arkadaşımdan onun takunyalarını ödünç alır öyle giderdim çarşıya.” Merhum Muharrem Sarp,Video kayıt, Hüseyin KURUÜZÜM özel arşivi 7-KURTULUŞ SAVAŞI GÜNLÜĞÜ, Zeki SARIHAN, Ankara 1993, s.243 8-Yrd.Doç.Dr. Mehmet BAŞARAN, a.g.e., s.21 9-KARACASU 1999, Karacasu Belediyesi Yayını, Karacasu Matbaası 1999, s.84 10- Hüseyin KURUÜZÜM Özel Arşivindeki 11 Mayıs 1921 tarihli Kaymakam Lütfi imzalı orijinal dilekçe 11- Sözü edilen Hacı İbrahim Tezcan’dır. Merhum Nazmi Tabak’ın ve Erol Tezcan’ın dedesidir. 12-Hüseyin KURUÜZÜM, a.g.e., s.62 13-Hüseyin KURUÜZÜM, a.g.e. s.62 14-Millî Mücadele’de Aydın, Âsaf GÖKBEL, Kolalı Matbaası 2005, s.120