Geçenlerde, Karacasu’da hastanedeydim. Salonda sarı giysiler içinde bir hanım hemen bana doğruldu: “Merhaba hocam, beni tanıdınız mı?” dedi. Tanımaz mıydım, hani Yunus’unki gibi söylersek “Bizim Sabriye” idi. Kızlık soyadıyla ASARLI kızımız, Müberra’nın kardeşi, Allah rahmet eylesin, Ahmet ağabeyimizin kızı. Her zaman hareketli ve sıcak kızımızdı o. Ben öyle hissettim, TANIMAZ MIYIM deyince o da çok mutlu oldu. Geçen zamanının flu görüntüleri içinden birbirimizin resimlerini ne güzel de seçmiş, çıkarıvermiştik.
Bir baba, bir kız uzun zamanlar sonra birbirine kavuştuğunda ne hissederse biz de onları hissettik. Beni beyiyle tanıştırdı. Birbirlerine ne kadar da yakışmışlar dedim. Çünkü beyi de sıcaktı, bilinçliydi ve en önemlisi duygusaldı.
Konuştuk ayaküstü. Bitmedi. Hastanenin dışına çıktık, orada da konuştuk. Karacasu Yaylası’nda arsa almışlar, bir ev yapacaklarmış. Karı koca kendilerine küçük bir koza öreceklermiş yeşillikler içinde. Şimdiden hayaller kurmaya bile başlamışlar. Ev şöyle olacak, bahçe şöyle olacak diye kurmaya çalıştıkları yeni dünyanın hayali içinde çocuklar gibi mutluydular. Çokkkkkkk sevindim.
Sabriye bir ara Üzümünkurusu’nda yazılarınızı mutlaka okuyorum hocam dedi. Bey’i de ben de sizi takip ediyorum, demez mi?
Bu sene yaylaya geldiğimde, uzun sürmüş bir kış yaşayışının yalnızlığından kurtulup da yaz günlerinin çok insanlı günlerine kavuşunca pek çok öğrencime, dostuma ve en ilginci hiç tanımadığım beyefendilere, hanımefendilere rastladım orada. Onlarla da konuşunca söz hep UZUMUNKURUSU sitemize geldi. Çok övücü sözler söylediler. Bir de önerilerini dile getirdiler. Sevindim hem de çok sevindim. Önerilerini mutlaka gerçekleştireceğime dair onlara söz verdim. BİR İŞE YARADIĞIMIZI bu sohbetlerde daha iyi anladım. Sabriye Hanım işte o güzel söyleşilerimizin bir diğer muhatabıydı.
Sabriye hemen hemen her gün UZUMUNKURUSU’na bakarmış. Ne diyelim, sağ olsun. Bizi sevmiş saymış, kalbiyle kalbimiz arasında, beyniyle beynimiz arasında işlek kapılar bulmuş. Her kapıdan baktığında aslında kendi gül bahçelerini görmüş.
Çok heyecanlandım. Çocuksu yanımızın yıldızları göz kırpıyordu bize taa Ankaralardan. Bir başka diyarlarda, kilometrelerce uzaklarda her gün onlarca Karacasulu, Karacasu sever zahmet edip, cömertlik edip bizim sayfamızdan memleketleri hakkında haberler okuyor, bazen de düşüncelerimizi okuyor, söyleşilerimize ortak oluyorlardı.
Sabriye’ye ve saygıdeğer eşine UZUMUNKURUSU’nu anlattım . Haber toplamanın, fotoğraf bulmanın… zorluklarını anlattım. Onun içindir ki bazen gecikiyoruz, yazamayabiliyoruz, dedim. Yayla’da internetim yok, dedim. OLSUN, ne olursa olsun kalplerimizden birbirimize akan bir şeyler var yine de dedim. İnsan yaşlanınca daha bir sevgiye, daha bir yumuşaklığa ihtiyaç duyuyor. Pozitif yaklaşımlar inanılmaz bir yaşam gücü oluyor. İnsaflı, yapıcı eleştiriler yol gösteriyor. Her öğrencimi gördüğümde Karacasu Lisesi’nde yaşadığımız tertemiz öğrencilik öğretmenlik yıllarını hatırlıyorum. Zamanın içinde her geçen gün kayboluveriyormuş gibi olan anıların tekrar ışıldadığını hissediyorum. Gençleşiyorum. Sınıflara koşmak, zilleri duymak istiyorum. Hele hele onları eşleriyle başarılı bir hayatın kahramanları olarak ikisi bir yerde gördüğümde kendi çocuklarımmış gibi anlatılamaz bir sevinç yaşıyorum. Çokkkkk seviniyorum çokk.
Geçenlerde mezarlıktaydım. Genç bir öğrencimi gök ekinler gibi defnediyorduk. Başım önde, hayatın bitmeyecek oyununda kendimi, benden önce aramızdan ayrılan öğrencimizi düşünüyordum. Onun öğrencilik günlerini, yaşam içindeki başarılarını düşünüyordum. Kûr’ân okuma bitince, orta boylu bir beyefendi geldi yanıma. Tanıdınız mı hocam, dedi. Zalim zaman en derin çizgilerini yüzlerimizi kendi bildiğince kendi çizgileriyle çizerken her öğrencimi tanıyamazdım ki. Sen soyadını söyle, dedim. KARCI deyince soy ismini gayet iyi hatırlamıştım. KARCI soy ismi aklımda dün gibi vardı. Nerelerdesin, ne iş yapıyorsun, diye sordum. Müfettişmiş şimdilerde. Ne kadar sevindim bilemezsiniz. Bir iki çift konuştuk o uhrevi ortamın izni kadar. Ama kendimi tutamadım. Demek bizim KARCI müfettiş olmuş ha deyip oturduğum yerden kalkıp ona gittim. Tebrik ederim Karcı, tebrik ederim seni, dedim, ellerinden sıktım. Ne kadar sevindim, ne kadar sevimdim! Halkımızın dünün kasaba, köy çocuklarıydı bunlar. Şimdinin beyefendileri, hanımefendileri olmuşlardı. Sıra sıra zümrütler gibiydiler hepsi benim için. Esnafı, okuyanı, okumayanı; ama adam olanları, insan olanları zümrüt gibiydiler işte.
Sabriye’ye bunları anlattım. Sizler benim geçmişimsiniz, arkadaşımsınız-izin verirseniz- evladımsınız dedim. Hissettiğim kadarıyla Sabriye ile aynı mod’daydık. Benim sulanan gözlerime o da daldı gitti. Sesim titredi bir ara. Yanaklarımdan süzülen bir iki damla yaşı Sabriye’nin kâğıt mendiliyle sildim. Aynı anda aynı hisleri Sabriye, beyi ve ben paylaşıyorduk. Aynı frekansta olan kalplerimizin en güzel seslerini dinliyordum. Tarif edilmez bir duyguydu. Sanki bir meditasyon yükselişini yaşıyordum.
Ayrılma zamanı geldiğinde bir rüyadan uyanır gibiydim. Onlardan uzaklaşırken çokkkk hem de çokk mutluydum. Gözlerimim sulu oluşundan biraz şikâyetçiydim.
Boş ver dedim, kendi kendime ve hayatın içine Sabriye ve Beyi sayesinde yine koşar adım girdim.
Güçlü ve inançlı olarak.
28 Ağustos 2012, Kahvederesi