Aydın İl Kültür Müdürlüğü adına çıkarılan AYDIN KÜLTÜR VE TURİZM DERGİSİ’nin 3 sayısında yayınlanan ve Karacasu’yu merkez alan bir röportajı aşağıda sunuyorum.
Röportaj: Ceyda Adar
Karacasu’nun gönüllü elçisi
* Hüseyin Kuruüzüm hem Karacasu Vakfı’nın çalışmaları hem de kişisel çabalarıyla geçmişle günümüz arasında köprü kuruyor.
ALT SPOT:
-‘’ Bu özgürlüğüne âşık kent, bugünkü toplumsal yaşamda da bunu çok iyi belli eder.
-‘’ Karacasu kültür varlıkları bakımından o kadar zengindir ki, bir tarafta antik kültür, bir tarafta Osmanlı kültürü, bir tarafta Cumhuriyet kültürü ve bunların tümünün izleri, yapıları… Bunların hepsi ayakta duruyor ve bizlere kitabelerle, şiirlerle sesleniyor.’’
İlçe meydanındaki kahvede çayımızı yudumlarken, birazdan, Karacasu’yu bambaşka yönleriyle tanıyacağımdan habersizim. Karşımda ışıl ışıl gözleri ve şiir tadında sohbetiyle Hüseyin Kuruüzüm, “Karacasu’ya bir gelen ağlar, bir de giden” diyerek başlıyor söze. Kurduğu her cümle, içindeki Karacasu sevdasını anlatsa da, Kuruüzüm’ün doğup büyüdüğü topraklara duyduğu hisleri anlamak için gözlerine bakmanız da yeterli. Emekli Türkçe Öğretmeni Hüseyin Kuruüzüm, 37 yılını verdiği mesleğinde bugünün aydın bireyleri olan birçok Karacasuluyu yetiştirmiş. Kuruüzüm, bugün ise hem Karacasu Vakfı’nın çalışmaları hem de kişisel çabalarıyla ilçeyi daha iyi yerlere taşımak için durmaksızın çalışıyor ve geçmişle günümüz arasında köprü kurarak kimi zaman eski bir çeşmenin sesi oluyor, kimi zaman eski bir hikâyenin anlatıcısı…
– Bir Aydınlı olarak sizin gözünüzdeki Aydın’ı nasıl anlatırsınız?
KURUÜZÜM: Tarihçi Herodot, Aydın için “Gökyüzünün altındaki en güzel coğrafya” der. Aydın bu coğrafyada olduğu için şanslı. Aydın için bir başka anlatım da: “ovalarından bal, dağlarından yağ akan diyar” söyleyişidir. Burada sözü geçen incir ve zeytinin her ikisi için de Kur’an’ın Tîn Suresi’nde : “And olsun incire ve zeytine.”denilir. Aydın kutsanmış iki besinin en bol yetiştiği bir coğrafyadadır hem de dünyanın en güzel yeryüzünün peyzajına ve iklimine sahiptir. Türkiye’nin en uzun ömürlü insanlarının bu coğrafyada yaşaması sebepsiz midir?
Sözün özü, Aydın insanı, bu coğrafyada yaşadığı için kendini çok şanslı saymalıdır.
– Aydın, bu şansı iyi değerlendirebiliyor mu?
KURUÜZÜM: Sanayi, zenginlik…gibi açılardan bakmayacağım. Başka bir açıdan bakacağım. Bu güzel coğrafya, insan varlığında birikmesi gereken kültürel unsurlar olarak ne kadar değerlendirebiliyor diye sorulmalıdır. Binlerce yıldır Aydın, kavimlerin gelip geçtiği bir yol kıyısında durmuştur. Antik kültürlerin, Selçuklu ve Osmanlı kültürlerinin mirasına sahiptir. Cumhuriyet’in kuruluşunda anlamlı bir duruş sergilemiştir. Bu sebepledir ki geçmiş zamanın bugüne süzülüp geldiğini düşünüyorum ve Aydın denildiği zaman; paneller, sempozyumlar, tiyatrolar, açık oturumlar kenti, meydanlarında sanat gösterilerinin yapıldığı bir kent olarak hayal ediyorum. Adnan Menderes Üniversitesi sayesinde Aydın’a bu tür bir renk gelmiştir. Yeterli olup olmadığı göreceli bir kavramdır; ama Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın için bir şanstır. Aydın insanı, Adnan Menderes Üniversitesi birlikteliğiyle evrensel bilgiyi yerel bilgiyle, geçmiş kültürle ne kadar harmanlayabilirse gelecekteki Aydın o kadar zengin bir kültür diyarı olacaktır. Aydın, ovaları, dağları ve ürünleri dışında sanatıyla, kültürüyle de imrenilen farklı, ışıl ışıl bir kent olarak ortaya çıkacaktır. Benim yurtdışı seyahatlerimde gördüğüm en önemli şey, Avrupa’da güzel sanatlara gösterilen saygıydı. Büyük yapıların çevrelediği meydanlarda konserler, akşamları küçük tiyatro gösterileri ve bunlara ilgi duyan insanlar vardı. Ben de Aydın denildiği zaman, öncelikle ismi gibi; aydın, bilgi ve fikir üreten, sanat etkinlikleri yapan kasabalar ve köyler hayal ediyorum.
– Aydın, farklılığı nerede yakalar?
KURUÜZÜM: Bence kültürüyle, tarihiyle ve antik dönemlerden, Selçukilerden, Osmanlı’dan kalan mirasıyla yakalayabilir. Aydın’ın en başarılı olabileceği sektör, turizm. Ama kastettiğim sadece deniz turizmi değil. Buna artı olarak kültür turizmi. Aydın’ın tarihte bütün kavimlerin geçtiği kent olmasından ötürü Aydın insanı tarihten gelen bir esnekliğe sahip. Bütün kavimler Aydın coğrafyasından geçmiş ve siz ayakta kalmışsınız. Kolay mı bu? Mesela Kurtuluş Savaşı’nın ilk kongrelerini yapan kentlerden biri Aydın. Yani özgürlüğüne âşık. Yörük Ali Efesi, Nazilli Kongresi, Kurtuluş Savaşı’nda direnişi, kent olarak yakılışı ve tekrar kuruluşu var. Bu özgürlüğüne âşık kent, bugünkü toplumsal yaşamda da bunu çok iyi belli eder. İnsan Aydın’da kendini güvende hisseder. Polisiye olaylar yok denecek kadar azdır. İnsan sanki polis olmasa da idare edilebilir bir kent hissine kapılır Aydın için. İnsanlar özgürdür, gece geç saatlerde kızlar sokaklarda gezer, bir Aydınlı saat kaç olursa olsun şehrin sokaklarında güvenle dolaşabilir. Aydın, güvenli bir kenttir kısacası.
Hoşgörülü olma erdemi ve beraber yaşama bilinci, birey olma bilinci, özgür yaşama tutkusu Aydın’da hayli güçlüdür.
İsterseniz bir başka pencereden bakalım: Ben Aydın’ı iki farklı coğrafyadaki yaşayışıyla da düşünürüm: ovadaki Aydınlılar ve dağdaki Aydınlılar, diye. Bu sözlerim bölmek için değil elbet. Ayrı yaşam koşulları anlamında söylüyorum. Ovadaki Aydınlılar daha rahat bir coğrafyada yaşarlar; çünkü ovanın toprakları bereketlidir, toprağın işlenmesi kolaydır. Dağdaki insanlar yamaçların başındadır; köylülerimiz, çiftçilerimiz vardır orada da. Onların üretim ve yaşam koşulları ova insanından farklıdır. O zaman biz turizmde orijinal olacak ne yapabiliriz? İnsanların bir kısmını deniz kıyılarında dinlendirerek, bir kısmını antik kentlerde, bir kısmını Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet kültürünü sergileyen eserlerin olduğu yerlerde bilgilendirerek; bir kısmını da dağ evlerimizde, köylerimizde, yaylalarımızda, köylünün zeytin toplamasında, düğününde, sünnetinde misafir ederek, tamamen farklı bir turizm olgusu yaratabiliriz. Binlerce turistin Aydın köy evelerinde kaldığını, köylülerle beraber tarlaya gittiğini, köylülerle birlikte düğünlere, sünnetlere katıldığını bir hayal edin bakalım. Bu Batı insanı için çok orijinal olacaktır.
– Bütün kavimlerin Aydın’dan geçtiğinden bahsettiniz. Aydın tarihine bir yolculuk yaparsak, o süreci anlatabilir misiniz?
KURUÜZÜM: İsterseniz bunu Karacasu özelinden alalım. Karacasu’da antik kentteki tiyatro altında yapılan kazılarda, Etilerle ilgili tabletlere rastlandığı söyleniyor. Aydın Belediyesinin Afrodisias’ı tanıtan videosunda da Milat’tan önce 5 bininci yıllarda, bu coğrafyada yaşayan insanlardan söz ediliyor. 5 bin yıldır bu coğrafyadan insanlar geliyorlar ve geçiyorlar. Her gelen geçen de kendi izlerini bırakıp gidiyor. Bunların bir kısmı toprağın altından kazılarla çıkarken bir kısmı da bir figürde ya da resimde karşımıza çıkıyor. Söz gelimi, Karacasu Hacı Ali Ağa Camisi’nin dış bölümünde bulunan çiçek figürlerinin Afrodisias’taki Bizans figürleriyle aynı olduğunu söyleyen sanat tarihçisi var. Demek ki 1724’lerdeki şimdi ismini bilemediğimiz sanatçı, Karacasu’da antik kentin neresinde gördüyse, bir çiçek figürünü görmüş, şablonlamış, kafasında belki ilaveler yapmış; ama yine Bizans’tan izler taşıyarak, bir Osmanlı mimarisinin duvarına bir çiçek figürü olarak koymuş. Başka bir örnek verelim: Karacasu’da kitabeleri olan çeşmeler vardır. O çeşmeler sadece Karacasu’nun değil, Aydın’ın gerdanlıklarıdır. Çünkü Aydın’ın en zengin çeşme kitabe geleneği Karacasu’dadır. Bizim ilçemizde, kitabelerinde Aruz kalıbıyla yazılmış şiirler olan 8-10 kadar Osmanlı Dönemi çeşmesi var. Bunların hepsi ayaktadır ve bugünkü insanlara seslenir hâldedir. Bu çeşmelerin alt kısımlarına bakarsanız, önündeki havuzcuk Bizans lahitidir. Yani, 1700-1800’lerde Karacasu insanı kuruntuya düşmemiş: “Müslüman çeşmesinin önünde bunun ne işi var?” demeden Bizans lahitini alarak, çeşmenin önünde küçük havuz olarak kullanmış. Başka bir belgemiz daha var. 1900’lü yıllarda belediye meclis üyeleri arasında Rumlar varmış. Ayrıca Karacasu’da Rum okulu ve kilise de varmış. Örneğin eskiden başı ağrıyanlar nasıl ninelerine okutuyorlarsa kendilerini, bazı Karacasulular da kiliseye gider, papaza okuturlarmış. Bu tamamen esneklik ve hoşgörüyle ilgili. Böyle bir hoşgörü, büyüklerimizin anlattığına göre, 1800-1700’lü yıllarda Karacasu’da varsa, bugünün Karacasu’sunda, Aydın’ında veya Türkiyesi’nde de olması lazım. Tarihin içinden gelen ses, Aydın’ın en büyük erdemi hoşgörü olmalıdır, diyor. Yine Aydın tarihi; güzel sanatları ve çağdaş bilime tutkuyu, özgürlüğe âşık olmayı işaret ediyor..
– Karacasu’da bahsettiğiniz kiliseyi ve diğer kültürlere ait yapıları bugün neden göremiyoruz?
KURUÜZÜM: Sorduğunuz soru çok çarpıcı, açıklayıcı ve bütün ülke için sorulması gereken bir soru. Geçmiş bu tür eserleri koruyarak yaşatılıyor. Bir bilinç meselesi, kadro meselesi… Sayabilirsiniz daha. Karacasu’da yaşananlarla, Aydın’da, Nazilli’de…yaşananlar birbirinden farklı değildir. Aynı olaylar ülkemizin diğer yerlerinde de yaşanmıştır.
Karacasu örneğini ele alırsak sözünü ettiğiniz kilise gibi kültür varlıkları yok olurken, Osmanlıyla ilgili kültür varlıkları da yok olmuş. 1957’de Karacasu’da yapılan bir çalışmada korunması gereken çeşitli dönemlerin onlarca eseri görülür. Bugün onlardan pek azı kalmıştır. Dedim ya bir bilinç meselesi. Karacasu’nun içinden yetişmiş, bu kültür varlıklarının yok olmaması gerektiğini de düşünen kişilerin kurduğu Karacasu Vakfı, bu konuda büyük gayretler sarf etmiştir. Karacasu Belediyesinin Tarihî Kentler Birliği’ne girişinde büyük katkı sağlamıştır. Çalışmalarıyla da kasabada bir tarih ve kültür bilincinin oluşmasında hayli başarılı olmuştur. Sayın Cengiz Bektaş gibi çok üst bir kişi öncülüğünde bir eski Karacasu evinin restore edilebilmesi bu gayretleri taçlandırmıştır.
– Vakıfla birlikte, sadece Karacasu’da yaşayan değil, sizin deyiminizle dışarıdaki Karacasulular da gönül birliğiyle ilçenin kalkınmasına destek olmaya çalışıyorlar mı?
KURUÜZÜM: Karacasu 1960’a kadar hemen bütün okullarını kendi yapmış. Karacasulular 1946’da, Cumhuriyet’in o güzel ilk yıllarında ilköğretimi teşvik anlamında çıkan yasadan da yararlanarak, Karacasu’yu Sevenler Derneği diye bir dernek kurmuş. İmece usulüyle şimdi Anadolu Lisesi olarak kullanılan binayı taş çekerek yapmışlar ve bu yeni binaya : “Bugünün küçüğü, yarının büyüğüdür, anlayabilene ne mutlu.” yazan bir taş kitabe koymuşlar. Yine 1949’da Karacasu’da bir ortaokul yapılmış halk tarafından. Onun duvarına da bir taş yazı koyuyorlar, diyorlar ki:“Karacasu’yu sevmek, sözle değil, eserledir.” Biz de 2000 yılında Karacasu Vakfı Öğrenci Yurdu’nun ana girişine bir kitabe yazdık. Orada dedik ki: “Bu bina hayatın bitimli olduğunu ne mutlu ki anlayabilmiş, temiz Karacasu çocuklarının eseridir.”
1700 tarihli hamam kitabesinde de: “Bu eserin bir benzeri görülmemiştir.” şeklinde bir ifade vardır. Karacasu içerdekiyle, dışarıya giden evlatlarıyla kendi beldesinin şahsında ülkesi için gayret etmiştir. Son yıllarda Karacasu Meslek Yüksek Okuluna, Karacasu Hastanesi’ne dışarıdaki Karacasuluların 500 bin TL katkıları olmuştur.Karacasu’nun bir evladı kütüphane açmıştır. Karacasu Anadolu Lisesi yeni binasının tümünü bir Karacasu evladı yaptırmaktadır.
Karacasu Çarşı Camisi’nin minare kitabesine Karacasuluların 1724’lerde yazdıkları “Hamiyetmend Karacasulular” (hamiyet: memleketini, yurdunu koruma duygusu)ifadesi 276 sene sonra bugün hâlâ geçerliliğini sürdürüyor.
– Karacasu’yu Aydın’ın diğer ilçelerinden ayıran özelliği nedir?
KURUÜZÜM: Aydın’ın bütün ilçelerinden farklı diyebileceğimiz bir özellik var Karacasu’da. 1500’lü yıllardan başlayarak 2000’li yıllara kadar gelen bir tarih zincirinde Osmanlı taş kitabeleri dikkati çekiyor. Bizans kitabelerini katarsanız bunu Milat’tan önce 2000-3000’e kadar indirirsiniz. O zaman bir soru soralım biz kendimize, Karacasu’da bu sosyal nitelikli binalara kitabeler yazma geleneği kültür geçişlerinin etkisini göstermiyor mu? Zira Cumhuriyet Dönemi’de de bu gelenek yaşamaya devam ediyor.
Karacasu’ya gelirseniz ve sözünü ettiğimiz bu kitabeleri zaman sırasına göre izlerseniz bir tarih gezisi yapmış olursunuz. Geçen zamanın sesini duyarsınız.
Karacasu’nun bir de eğitime de değer veren tarafı var. Okullar yapıyor. Çocuklarının eğitimine önem veriyor. Ben bu kasabada 37 sene öğretmenlik yaptım. Meselâ Karacasulu anneler, babalar erkek çocukları kadar kız çocuklarına değer verir ve kızlarının okuması için çok büyük emek verir. Somut bir örnek verir misiniz derseniz; doktor, mühendis, hatta gemi mühendisi olmuş onlarca kız öğrencim var.
O zaman bir soru daha soralım: Her dağ kasabasında görülmeyen bu aydınlık yüzün sebebi nedir? Bu sebeplerden bir tanesini tanesini ben Osmanlı Dönemi’ndeki Karacasu’da buluyorum. Doç. Dr. Adnan Öztürk’ün Cumhuriyet’in 80. yılında Aydın’da Milli Eğitim isimli kitabında Karacasu’da yedi medreseden söz eder.12 medrese Aydın’da, 12 medrese Nazilli’de var. 7 medresesi olan başka bir ilçe merkezi yok. O günün üniversitesi, yüksekokulu bunlar. Çevrelerini eğitmişler. Öğrenciler yetiştirmişler. Karacasulu Şair Yemezzade Süleyman Rüşdî bu öğrencilerden biridir. Şair Şem’i, Şair Lemi de bu medreselerde yetişmiş öğrencilerdir. Mesela benim yaşadıklarım var. Karacasu’da eskiden halkın içinde yetişmiş, otoritesi olan din hocaları vardı. Bir tanesi Saim Hoca’dır. O, çarşıdan geçti mi, bütün esnaf ayağa kalkardı. Çünkü insanlar bilgiye hürmet ediyorlardı. Yedi medrese, ayağa kalkış ve Cumhuriyet Dönemi’nde Karacasuluların çocukları için yaptığı okullar, Yüksekokula verilen destek, ailelerin çocuklarının eğitimine verdiği önem. Birleştirin bunları. Yargımın ne kadar doğru olduğunu anlarsınız. Karacasu’nun damarında ne vardır derseniz, eğitime sevda, değişime bağlılık vardır, diyebilirim.
– Karacasu’daki kitabeler arasında sizi en çok etkileyen hangisiydi?
KURUÜZÜM: Hangisi ilginç değil ki. Bir tanesini size söyleyeyim. Ev Yakan Çeşmesi’nde Hacı Hüseyin diyor ki:“Allah’ım, Hacı Hüseyin kuluna fırsatlar ver. Hem ömür ver hem bu kazancımı sürdür ki, ben de sosyal içerikli bu tür yapılar yapmaya devam edeyim.” Allah’tan şans istiyor; ama bu şansı başka insanlar için de istiyor. Restore edilen Köseoğlu Çeşmesi’nde de: “Yaşamı hayırlarla geçmiş olan Hacı Mehemmed” diyor. Yine bir felsefe var. Yani Köseoğlu Mehmet, o günkü söyleyişle Mehemmed’in hayatının hayırlarla, başkaları için geçtiğini söylüyor. Karacasu’daki çeşme kitabelerini gezdiğiniz zaman Karacasu’da o medreseler döneminde yaşanmış İslami zemini olan felsefi bir zenginliği görürsünüz.
Karacasu kültür varlıkları bakımından o kadar zengindir ki, bir tarafta antik kültür, bir tarafta Osmanlı kültürü, bir tarafta Cumhuriyet kültürünün izleri, binaları, yapıları var. Bunların hepsi ayakta, bazıları kitabeleriyle duruyor. Yani yapı olarak durduğu kadar yapıları yapanların sesleri olarak duruyor. Bu çok enteresan bir şeydir. Yapılar bize konuşuyor, taşların dili var. O taşlardan, o kitabelerden bir nesil bize sesleniyor. Turizm denildiği zaman, Karacasu’nun bu yüzünü de gösterebiliriz insanlara. Bu çeşmeler, bu kültür varlıkları yok olsun istemiyorum. Çeşmelerden akan suları içmeyelim sadece. Çeşmelerden akan felsefeyi, mesela: “Bugünün küçüğü yarının büyüğüdür/ Ülkeyi sevmek sözle değil eserledir.” şeklindeki iletileri de anlayabilirsek, yorumlayabilirsek bugün nasıl bir Karacasu kurabileceğimizi de daha iyi anlarız.
– Karacasu Vakfı’ndan biraz söz eder misiniz?
KURUÜZÜM: Bunu anlatmadan önce size Karacasu Mezarlığı’ndaki Hacı Bey’in 1929 tarihli mezar taşından söz edeyim. O, kenarda kıyıda kalmış mezar taşının yüzünde: “ömrü Karacasu’ya hizmetle geçmiş Hacı Bey’den” söz edilir.
Karacasu Vakfı, 21 fikirdaşın yan yana gelmesiyle kuruldu. 80 sene sonra başka Hacı Bey’lerin varlığını kanıtlarcasına kuruldu. Kurulduğu anda sanki Karacasu halkının kurulmasını yıllarca beklediği bir örgüt olarak halkımız tarafından kucaklandı, desteklendi. Vakfın düzenlediği her toplantıya yüzlerce Karacasulu katıldı. Bu sebeple Vakıf halkın malı oldu.
Karacasu Vakfı Karacasu’da çok büyük işler yaptı. Her memleketin okumuş çocukları vardır. Bunlar genelde küçük kasabalarda barınmayıp büyük kentlere giderler. Karacasu Vakfı, kendi kasabasından çıkmış, onlarca, yüzlerce entelektüel insanının birikimlerini, ticari hayatta başarılı insanlarının ekonomik güçlerini tarihte ilk defa Karacasu’ya doğru çevirmiş örgüttür. Karacasu Vakfı’nın öğrenci yurdunu, kafesini, sanat dergisini, öğrenci burslarını, giyecek ve besin yardımlarını, basılı eserlerini sayabiliriz. Ama bence Vakfın en önemli hizmeti, Karacasu’nun tarih içinden şırıl şırıl akıp gelen memleket sevgisini yine kendi mecrasında, eserlerle akıtmış olmasıdır.
-Son sözleriniz desem, ne dersiniz?
KURUUZUM: Aydın’la başladık söze; Karacasu ile de bitirdik. Dergimizin bu sayısı zaten Karacasu ağırlıklı olacakmış. Bu bakımdan galiba güzel de oldu. Aydın’dan çok uzakta gibi gözüken Karacasu’nun birkaç özelliği üzerinde durduk. Yaylalarımızı anlatan yazı da dergimizde olacak.
Sevindim bütün olanlara. Karacasu’yu, Nazilli’yi, Aydın’ı… yani ülkemizi sevmek güzel bir duygu. Bizi besliyor ve bu topraklarda tutunmamızı sağlıyor.
Sesimi duyurmaya fırsat verdiniz. Dergi olarak size teşekkür ediyorum. Bu vesileyle Vali’mize, Kültür Müdürü’müze saygılarımı sunuyorum.
(kuruuzum1947@hotmail.com)