JAPON EĞİTİMİNİN BAŞARILI BİR ÖRNEĞİ BİZİM EVDEYDİ
Bu hafta Japonya konusu yaşamıma iki kez girdi.
Emekli Albay Mustafa Lütfi Bezci kardeşim KİM JAPON OLMAK İSTEMEZ Kİ… başlıklı bir yazı göndermiş. Bu yazıda, Japonların deprem sonrası hâllerinden örnekler verip bizim nasıl olmamız konusunda replikler sunmuş. Bu yazıdan alıntılar yaparak bir kısmını sizlere sunacağım.
Bir başka olay da eski öğrencim, bugünkü arkadaşım Halil Kayaoğlu’nun Japonya’da doğan, orada okuyan kızıyla birlikte beni ziyaret etmesi ve evimizde 4 saat kadar bizimle beraber olmasıydı.
Bu yazıyı yazmamın sebebi ise Mustafa Bey’in gönderdiği yazının ilhamının aynısını bize gelen ve Japonya’da eğitim alan NURHAK KAYAOĞLU kızımızın davranışlarında da bulmam idi.
Veteriner Hekim Mustafa Dilek telefonda : “Hocam, sizi ziyaret etmek istiyoruz. Yanımda Halil Kayaoğlu ve kızı var, uygun musunuz?” dediğinde hiç tereddüt etmeden: “Zevkle, onur duyarım. Beklerim.” dedim. Mutluydum; çünkü Japonya’da deprem olunca : “Acaba ona bir şey oldu mu ki…”diye meraklandığım, sorup soruşturduğum Halil bize gelecekti.
KİMDİ HALİL KAYAOĞLU?
Halil Kayaoğlu, Karacasu’nun Büyükdağlı Mahallesi’nden okulumuza gelmiş, lisemizi bütün derslerden 10 alarak bitirmişti. Tabii bizim gözümüzde çok değerli bir öğrenciydi. Biz onun tıbbiyeye veya mühendislik dallarından birine gideceğini beklerken o yabancı dil öğrenmeyi istedi öncelikle. İngilizce idi öğrenmek istediği; ama bu eğitimden vaz geçerek bir yıl sonra Japonca eğitimine başladı. Meğer idealleri varmış.
Halil’in bir kitap olacak yaşam öyküsünü kısacık anlatırsak, o, sonraları bir Japon kızımızla evlendi, Japonya’da bir iş yeri açtı. Halen Japonya’daki o iş yerini işletiyor. Hepsi önceden tasarlanmış sonrasında da gerçekleşmiş bir yaşantının izleriydi önümüzde bütün duran. Halil benim için her zaman bir kahramandı. Kolay değildi herhâlde lisedeyken Japoncayı seçmek ve de üniversitedeyken bir Japon kızıyla evlenmeyi düşünüp sonra da evlenmek, Japonya’da iş yeri açmayı hayal etmek ve bunu da başarmak.
Halil, Japonya’ya gittikten sonra Türkiye ile bağlarını hiç koparmadı. Türkiye’deki gazeteleri, yayınları internet aracılığıyla hep izledi ve Türkçeyi unutmamak için de her yıl birkaç defa beni telefonla arayıp her seferinde benimle bir saat kadar konuştu.
Halil’in bu sıra dışı yaşam öyküsünü bütün Karacasu gençlerine bir yazı ile anlatmak istediğimde Halil, her zamanki alçakgönüllülüğüyle: “Hocam, bizimki o kadar büyük başarı değil. Neyi yazalım?” demiştir ve başarılarının kibrine esir olmayacak kadar alçakgönüllü olabilmiştir.
O GECE:
Halil, şirin kızı Nurhak, Mustafa 21’e doğru geldiler. “Hoş geldiniz, nasılsınız” gibi klasik söyleyişlerden sonra Japonya’daki depremle başlayan sıcacık bir söyleşi 24’e kadar sürdü. Tabii Mustafa olunca, Halil olunca söyleşi ballanıyor. Günlük olaylar, siyaset ve bizi en çok mutlu eden felsefi konulardı konuştuklarımız. Yaşama dair konuşmaların kıvılcımlarında başka dünyaları aradık. Felsefenin özgür sorularında ve sınırsız fikri denemelerinde enginlere kulaç açtık. Mustafa’nın konuşmasının içine serpiştirdiği dörtlükleri zevkle dinledik. Dün öğretmeni olduğum gençlerle bugün arkadaş olmanın, onlara danışmanın, onlara sormanın keyfini yaşadım.
NURHAK KİMDİ VE BİZ KONUŞURKEN O NE YAPIYORDU?
Nurhak babasının yanında oturuyordu. Sağlıklı, mutlu bir kızdı. Gülünce gözlerinin içi de gülüyordu. 7. Sınıf öğrencisiydi. Türkçe bilmiyordu. Sıkılır belki diyerek bilgisayarı açabileceğini babası aracılığıyla ona söyledim. Önce kabul etmek istemediğini belli etti. Sebebini sorduğumuzda: “Bilgisayar elektrik tüketecek. Biz ev sahibine yük olacağız.” dedi. Çok şaşırmıştık. Bunun üzerine Mustafa, hocam bak başka bir konu daha anlatayım, dedi. Hocam bizim araba veteriner arabası ya biraz hayvan kokusu sinmiştir her yanına. Nurhak arabaya bindiğinde babasına: “Baba bu araba inek kokuyor.” demiş. Halil de bana dönüp: “ Mustafa bak bizim kız senin arabanın inek koktuğunu söylüyor.” demek istemiş. Bunu sezen NURHAK: “Baba, söyleme. Saygısızlık olur.” diyerek babasını telaşla susturmuş.
Sonraları Nurhak’a fındık, fıstık, meyve sunduk. Yarım elma ve yarım portakal, pek az da fındık yedi. Babası da bizleri: “Yarım elmadan fazla vermeyin.” diye uyardı.
Kıyafetlerinin, bazı kitaplarının olduğu sırt çantasını önünden hiç ayırmadı. Bilgisayarda YOUTUBE’ tan Japon çizgi filmlerini izledi. Hiç huzursuz etmedi. Yüzünden hiç eksilmeyen masum gülümsemesiyle bizleri ısıttı. Ben bu cici kızın her hareketiyle birlikte yeni düşüncelere daldım. Ona canım ısındı. Dayanamadım, kucakladım. Ayrılık saatinde biraz buruktum. Bu küçük kızı eğitilmiş büyük dünyasıyla uğurladım.
ONLAR GİTTİKTEN SONRA:
Onlar gittikten bir süre sonra yattım. Ancak bir türlü uyuyamadım. Kendi eğitim sisteminin izlerini bu kadar açık belli eden bir örnekle hiç karşılaşmamıştım. Öğretmen olduğum için kendi yetiştirdiğimiz öğrencilerimize biz, bilgi dışında, bu kadar belirgin davranış biçimleri kazandırabiliyor muyuz sorusunun çengelinde lime lime oldum. Ruhum acıdı. Bazı sorularımın cevabını alamadım. Eğitim sistemimizle ilgili kaygılar duydum. Bizim toplumumuzun çok iyi eğitilmiş bireylerden oluşmasının önemini bir daha hissettim ve bunu çok arzuladım.
MUSTAFA LÜTFİ BEY, BU KONULARDA ŞU ÖRNEKLERİ GÖNDERMİŞ:
Bir markette sadece 10 adet su kalmış, içerde üç müşteri var. Sadece üç şişe su alıp çıkıyorlar. Başkalarına da kalsın! Market sahibi de sulara “felaket zammı” yapmayıp, aynı fiyattan satıyor.
Tsunami nedeniyle sular altında kalan bir bölgede insanlar sıraya girmiş, tahliye botunu bekliyorlar. Tekne geliyor, kargaşa yaşanmıyor, insanlar sırayla biniyorlar. Kapasitesi dolan tekne hareket ediyor, diğerleri sırada öteki seferi beklemeye başlıyorlar. Belki öteki tekne gelemeyebilir! Bu düşünceyle “ben kendimi kurtarayım” diye can havliyle tekneye binmeye çalışan kimse olmuyor!
Bir süper markette elektrikler kesildiği için kasa çalışmayınca, müşteriler aldıkları malları götürüp raflara yerleştiriyorlar!
BEN DE OKUDUKLARIMI AKTARAYIM:
Nadiren bir Japon’un evine davet edildiyseniz bu sizin için büyük bir onurdur.
Japonya’da eve kimse pabuçla girmez. Genç kızlar evlenir evlenmez evinin hanımı olur. Hanımlar çocukları ve ev işleriyle ilgilenirler. Ailenin tüm parası hanımdadır, bütün harcamaları evin hanımı yapar.
Gündüz iş saatlerinde 65-70 yaşın altında kafe ve restoranlarda hiçbir erkek göremezsiniz.
Japonya’da kimse kimseye karışmaz. Gözünü dikip bakmak çok ayıptır. Bu nedenle trenlerde uyumasalar bile herkes gözünü kapatır, uyuyor gibi davranır. En kalabalık trende bile kimse kimseyi rahatsız etmez.
Hırsızlık yoktur. Bisikletinizle bıraktığınız bir çanta akşama kadar kimse ellemeden orada durur.
Bizdeki gibi kışın bütün odalar ısıtılmaz, evler küçük olduğu ve fazla pahalı olmadığı hâlde bunu israf sayarlar, sadece oturdukları odayı ıstırlar.
İş yeri evin erkeği ve bütün ailenin her şeyidir.
Karı koca arasındaki en büyük kavga belki kapıyı biraz kuvvetli kapatmak şeklinde olur. Sözle kavga yoktur. Toplum hayatında sözden ziyade bakışlarla kızgınlık anlatılır. Torpil diye bir şey yoktur. Yaşı ve tecrübesi üstün olan ileridedir hep.
Kadınlar eşlerine karşı çok saygılıdırlar.
Saygı her şeydir. Evde, işte, toplumda herkes birbirine saygılıdır, ülkesine saygılıdır. Elbiselerinden kopan bir ip parçasını bile yere atmazlar. Başkalarının hakkı kendi haklarından önce gelir. Topluluk psikolojisi ile yaşarlar ve bu yüzden hiç yalnızlık hissetmezler.
SON SÖZLERİM
Japonlar 2. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmalarına karşın 1950’lerden sonra 10-15 yıl içinde büyük başarılar elde ederek çağdaş, gelişmiş bir ülke kurdular. Bazı kişiler buna JAPON MUCİZESİ dediler.
“Mucize” zaten açıklanamayan şeylere yüklenen gizemli bir nitelik değil midir? Böyle olduğu için Japonya’nın başarısını anlayamayanlar MUCİZE sözcüğüyle anladıklarını sandılar. Bilirsiniz bizim ülkemizde de Japon kalkınması sıkça örnek olarak gösterildi ve Batı’dan teknolojiyi aldılar, kültürlerini korudular diye -kolaycı bir anlayışla- iş formüle edilmeye çalışıldı. Mesela bir uçak düştüğünde intihar eden Japon Havayollarının genel müdürünün intihar sebebi üzerinde durmadılar. Onun sorumluluk duygusunun katsayısını anlayamadılar. Japonların nasıl çalışkan olduklarını, nasıl kolektif hareket ettiklerini, gençleri nasıl dinlediklerini, yeteneğe ve toplum büyüklerine nasıl değer verdiklerini… hiç konuşmadılar. Japon kalkınmasının bir akıl, organizasyon, eğitim ve disiplin işi olduğu üzerinde durmadılar. Japon MUCİZESİ deyip yine gizemli bir kolaycılığı seçtiler.
JAPONYA’YA GİTMEMİŞTİM; AMA JAPONYA BİZİM EVE GELMİŞTİ, EĞİTİMİN BAŞARILI ÖRNEĞİ BİZİM EVDE OTURUYORDU:
Değişimin adı NURHAK’tı. Oturuşuna, kalkışına sinen zarafetiyle bizim evde oturuyordu. Elektrik tüketeceğim deyip tasarruflu olan; aman söyleme, deyip dikkatli olan; yarım elmada karar kılıp yeme disiplinini ortaya koyan o Japon eğitiminin başarılı bir örneği bizim evimize kadar gelmişti. Allah’ın mucizesi olan NURHAK, aklın ve eğitimin de başarısıydı. Zaten o gece uyuyamayışımın sebebi böyle bir eğitim başarısının göz kamaştıran ışıltılarıydı.