0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

0542 597 01 45

kuruuzum1947@hotmail.com

Çocukluğumun Oyunları(Hatice Peker)

Değerli izleyiciler,

Hatice Peker Hanımefendi Karacasulu bir tarih öğretmeni.İzmir’de oturuyor. Ama o Karacasu’daki ana baba evini diğer mirasçılardan satın alarak tekrar oturabileceği bir mekan hâline getirdi. Bu evin içini annesini, babasını velhasıl geçmişteki yaşantılarını hatırlatacak fotoğraflarla, araçlarla süsledi. Bununla da kalmadı Karacasu Vakfı dergisinde bu evi SAKILAR EVİ diye anlatarak yazıya da geçirdi. Bu sevgisinin sonucu olarak her yaz Karacasu’  ya geliyor ve bu evde kalıyor.

Dışarıdaki Karacasululara çok güzel bir örnek oluşturuyor. Bir taraftan da yazarak Karacasu kültürüne katkılar sunuyor.

Aşağıda çocukluk günlerinin oyunlarını anlatıyor. Tabii ki içinizden pek çoğu da bu oyunları oynamıştır. Bu oyunlar hakkında bilgileriniz vardır. Bu yazıya eklemek istediğiniz ayrıntılar, fotoğraflar varsa lütfen kuruuzum1947@hotmail.com adresine gönderiniz.

Hatice Peker Hanımefendi’ye katkıları için teşekkür ederken şiir bölümünde de bir şiirini sunduğumu belirtmek istiyorum.

                                      ÇOCUKLUĞUMUN OYUNLARI

 

 

               Kişiliğimizin belirlendiği dönemdir çocukluğumuz. Özgürlüğü, dayanışmayı, paylaşmayı… v.b. öğreniriz. Bizler dolu dolu yaşadık çocukluğumuzu. Günümüzde ise sokaklarda oyun oynayan çocukları pek göremiyoruz. Ya televizyon ya da bilgisayar başındalar. Onlar sanal dünyada yaşıyor, bizlerse gerçek dünyada yaşadık.

Bizler oyunlarımızın çoğunu sokakta, bir bölümünü de evin içinde oynardık. Daha önce sözünü ettiğim gibi Sakılar Evi’nin küçük bir yer odası vardı. Televizyonun olmadığı o uzun kış gecelerinde, bu odamız dolar taşardı. İnsanlar o dönemde geceleri de birlikte olmaya özen gösterirlerdi. Maniler, masallar söylenir, dertler dinlenirdi. Biz küçükler de odanın bir köşesinde oyunlar oynardık. Bu oyunların bazılarına büyükler de katılırdı. Oynayanlar da mutlu olurdu, seyredenler de. Zamanın nasıl geçtiğini bilmezdik. Hele bir de sobanın üstünde darı duzlanması kaynıyor ve kokusu odanın içine yayılıyorsa keyfimize doyum olmazdı.

Şimdi başlayalım oyunlarımızı anlatmaya. Başlayalım ki yüreklerde yeniden anıların güzelliği yeşersin, hissedilsin.

 

1-EL EL ÜSTÜNDE KİMİN ELİ VAR:

Oyunun başlangıcında bir ebe belirlenirdi. Bu belirlenme ya gönüllü, ya da saymacayla olurdu. Saymaca tekerleme şeklindeydi. Örneğin “Edir Nine, Bedir Nine…”. Ebe olarak belirlenen kişi ortada elleri ve dizleri üzerinde çömelir, diğer oyuncular da yumruk yaptıkları ellerini onun sırtına üst üste karışık olarak koyarlardı. Bu arda itişmeler, sırayı bozmalar da olurdu. Kimse elinin en üstte olmasını istemezdi. Sıralama bitince birisi ebeye “El el üstünde kimin eli var” diye sorardı. Ebenin, üstteki elin kime ait olduğunu bilmesi gerekirdi. Bilirse o kişi ebe olurdu. Bilemezse, ebe bir yatırılıp bir kaldırılıp: “Bildin bildin, bilemedin bilemedin” denip eğlenilirdi. Bir de üstüne ceza verilirdi. Ebeye aşağıdaki cezalardan hangisini istediği sorulurdu:

Davul mu? (oyuncular ebenin sırtına elleriyle vurur.)

Zurna mı? (oyuncular ebenin sırtına ağızlarını dayayıp öttürürler.)

Gıygıdı mı? (oyuncular ebenin sırtına ellerini dik koyup gezdirirler)

Bebeli-üzüm mü? (oyuncular ebenin sırtını çimdiklerdi.)

Ebe çaresiz verilen cezayı yerine getirirdi.

 

2-EDİR NİNE BEDİR NİNE:

 

Bu hem bir oyun, hem de oyuna kiminle başlanacağını belirlemek için söylenen bir tekerlemeydi. Oyuna katılan kişiler yere oturup, ayaklarını uzatıp bir daire oluştururlardı. Bir kişi başkan olur, şu tekerlemeyi söylerdi:

“Edir Nine, Bedir Nine

Kula çıkmış, Kadir Nine

Al çık, bal çık

Arap beni korkuttu

Kulacımı sarkıttı

Sil süpür,

Sen geldin, sen çık.”

Bu tekerlemeyi söylerken de her bölümünde ayaklara teker teker dokunulurdu. Tekerleme kimin ayağında bittiyse o ayağını toplardı. İki ayağını toplayan oyuncu çıkardı. Oyunda en sonda kalan kişiye ise ceza verilirdi. Bu cezalar ise şöyleydi:

Köpek gibi havla, horoz gibi öt, kuzu gibi mele, eşek gibi anır… v.b. Ebe cezasını yerine getirirken çevremizdekiler de nasıl da güler, bizim mutluluğumuza onlar da katılırdı. Bu kahkahalar, takılmalar, o yer odanın ocağının bacasından çıkar, gökyüzüne dağılırdı dalga dalga…

 

3-İP OYUNU:

 

Uzun bir ip alınır, uçlarından bağlanır. El parmakları kullanılarak bu ipten çeşitli şekiller oluşturulurdu. Amaç arkadaşının elinden ipi, şekil oluşturarak kendi eline alabilmekti. Bunu en iyi Ganime yengem yapardı.

 

4-BEŞ TAŞ:

 

Bu oyun, adı üstünde, beş taşla hem içeride, hem dışarıda oynanırdı. Taşlar yere atılıp birer, ikişer, üçer, dörderli gruplar hâlinde toplanır. Amaç, havaya atılan taş yere düşmeden, yerdeki tüm taşları toplamaktı.

 

5-MENDİL KAPMACA:

 

Oyuncular bir daire oluşturacak şekilde yere oturur. Ebe elinde mendiliyle onların etrafında döner ve şöyle der:

Yağ satarım, bal satarım

Ustam öldü, ben satarım

Alacağına, bulacağına

Bir kaşık ayran

Yarın sabah bayram.

Tekerlemenin sonunda elindeki mendili, oturanlardan birinin arkasına koyardı. Bunu fark eden oyuncu, onun arkasından koşardı. Bu arada ebe, kalkan oyuncunun yerine otururdu. Yeni ebe de turlarına başlardı.

 

6-TIP:

 

Oyunculardan birisi “bir, iki, üç- tıp” der. O andan itibaren herkes susar konuşmaz, gülmez. Kim kuralları bozarsa oyunu kaybeder.

 

7-ÇELİK ÇOMAK:

 

Biri kısa (çelik), biri uzun (çomak) iki değnek ya da sopayla oynanır. Yere önce çukur kazılır, çelik buraya yerleştirilir. Çomakla vurularak en uzağa atmaya çalışılırdı. En uzağa atıp belirlenen sayıya ulaşan kazanırdı.

 

8-DOĞULE:

 

Bu oyun dokuz taşla oynanır. Yer düzeltilip taşlar ya da kiremit parçaları üst üste konur. Taşların arkasına ebe geçer. Diğer oyuncular ellerine aldıkları düzgün kayrak taşlarını belirli mesafeden, dizilmiş taşlara doğru atarlar. Taşlar devrildiği anda ebe taşları yeniden dizmeye başlar. Diğer oyuncular da arada attıkları taşları yerinden alıp kaçmaya çalışır. Ebe kimi yakalarsa o yeni ebe olur.

 

9-YAKARTOP:

 

Oyuncular iki gruba ayrılır. Topu atan grubun oyuncuları da ikiye ayrılır. Orta kısımda toptan kaçan takımın üyeleri yer alır. Vurulan oyuncu oyun dışı kalır. Tüm oyuncular vurulursa o takım oyunu kazanır.

 

10-İSTOP:

 

Grup şeklinde oynanır. Topu havaya doğru atan kişi topu yakalayacak olanın ismini söyler. Topu yakalayan kişi de bir başkasının ismini söyler. Topu havada yakalayamayan, yakaladığında “istop” der. Bütün bütün oyuncular olduğu yerde kalır. Elinde top olan oyuncu, birisini vurmaya çalışır. Vurulan oyundan çıkar. En son kalan kazanır.

 

11-İP ATLAMA:

 

Bu oyun ya tek başına ya da grupla oynanır. Oyuncular ipe değmeden atlamaya çalışır.

 

12-SEK SEK:

 

Yere tebeşir ya da kömürle çizgiler çizilir. Oyuncular kaydırarak taşını (yassı, düzgün taş) çizgilere denk getirmeden sekerek ayaklarıyla ilerletmeye çalışır. Çizgiye gelirse yanar.

 

13-GÜZELLİK-ÇİRKİNLİK:

 

Ebe duvara arkasını döner. “Bir, iki, üç, güzellikle bakıyorum dört” ya da “Bir, iki, üç, çirkinlikle bakıyorum dört” der. Diğer oyuncular bütün marifetlerini gösterip poz veriri. Ebe birisini seçer. Seçilen, ebenin yerine geçerken yüzünde beğenilmiş olmanın gururu vardır.

 

 

14-DEĞMECE:

 

Oyuncular elleriyle birbirine değerken “Elim sende” derler. Değemeyen kaybeder.

 

 

15-KUTU KUTU PENSE:

 

Oyuncular el ele vererek bir daire oluştururlar. Bu daire içerisinde yürürken şöyle derler:

 

“Kutu kutu pense

Elmamı yerse

Arkadaşım …

Arkasını dönse”

Bütün oyuncuların ismi sırayla söylenir. Daha sonra aynı tekerlemeyi söyleyip öne dönerler.

 

16-MEŞE:

 

Erkek çocukları daha çok oynardı. Birbirlerinin meşelerini almaya(ütmeye) çalışırlardı.

 

17-UZUN EŞEK:

 

Dizlerinin üzerine eğilmiş olan oyuncuların üzerine, diğer çocuklar zıplayarak atlamaya çalışırdı.

 

18-FUTBOL:

 

Erkek çocuklarını en önemli oyunuydu. Şimdiki oynananla en büyük farkı topun kocaman bir çaput yumağı  olmasıydı. Daha sonraları lastik topa geçildi.

 

19-SAKLAMBAÇ:

 

Ebe duvara ya da ağaca gözlerini kapatacak şekilde döner. 50’ye ya da 100’e kadar sayar. Sayma işlemi bitince “Önüm, arkam, sağım, solum sobe, saklanmayan ebe” der. Bu arada diğer oyuncular görünmeyecek bir yerler bulup saklanır. Ebe diğer oyuncuları arayıp bulmaya çalışır. Bulduğunda hemen dönüp “sobe” der. Bulamazsa kaybeder.

 

20-EL VURMACA:

 

İki kişi ile oynanır. Biri ellerini açar, diğeri karşısındakini kandırmaya çalışarak elleriyle vurmaya çalışır.

Bunlarda ayrı bir de daha çok aile içinde oynadığımız oyunlarımız da vardı. Bunlar da; kibrit oyunu (hırsız, polis, hakim), fırdöndü, iskambil, bulmaca (isim, dağ, şehir…) idi. Mutluluk ve coşkuyla birbirimizle yarışırdık.

Son olarak eksik bıraktığım bir noktayı tamamlamak istiyorum. Oyuna başlayacak grubu ya da kişiyi belirlerken yapılan saymacalardan birisi de şuydu:

“Portakalı soydum

Baş ucuma koydum

Ben bir yalan uydurdum

Duma duma dum…”

Bunlar benim bildiklerim. Sizlerin bildiği başka oyunlar da vardır elbette. Artık kusuruma bakmayın. Benim tek amacım var, anılarımızın güzelliğini yeniden yaşatabilmek. Bizim nesil çocukluğunu dolu dolu yaşadı. Bu gün elimizde kalansa yalnızca anılarımız. Ama olsun, yaşamı anlamlı kılan anılar değil mi nasıl olsa!

 

 

 

Hatice Hanım’ın yazısına gelen cevaplar:

Saygıdeğer Hocam,

Siteniz vasıtasıyla, Karacasu’dan haberdar olmak güzel. Teşekkür ederim.
Hep aklımdaydı, Karacasu’da oynadığımız, eskide kalan çocuk oyunlarını yazmak.
İş güç derken, her konuyu yarına havale ediyoruz. Halbuki yarın ne kadar uzak.
Hatice Peker Hanımın yazısını okuyunca ben yazmışım gibi sevindim.
Birileri bunları yazmazsa unutulup gidecek.
Ben ilkokuldan sonra ayrıldım Karacasu’dan,
o yüzden olsa gerek hem çocukluğumu özlüyorum hem de Karacasu’yu İstanbul’dan.
Eskiler geldi aklıma, hemen bir yazıya döküldü. Yine çocukluk zamanlarından..
Bir de Edebiyat Günleri konusunda sizin büyük payınız olduğuna eminim.
Benim de aklıma birşeyler geldi, “şiir ve şaire dair” diye bir yazı yazdım.
Her iki yazıyı da bu mailime ekledim.
Fırsat bulabilirsem bir de eskikurban bayramlarını yazıp, göndereceğim.
Kayda değer bulursanız, yayımlayabilirsiniz.

Selam ve saygılarımla…
Mehmet Ali ÇETİN
0 532 557 57 42
 

Hocam, Hatice PEKER Hanımefendinin yazısını zevkle okudum. Çocukluğum ve Karacasu şöyle 5-6 dakika film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Hepsi çok güzel oyunlardı. Elbet ben de katkıda bulunmak isterim. Anlatacağım oyun çok güzel ama ismi çok çok afedersiniz  “G..T KAZMACA”. Ben nasıl bir isim uydururuz bulamadım. Onun için isim koyma ve düzenleme kısımını size bırakıyorum. Fakat Sevenler İlkokulu’ nda bu oyunla ilgili bizim unutamadığımız bir anımız var. Karacasu’ da Ramazan ÖZEN isminde bir arkadaşımız, 68 doğumlu ağabeyimiz var. Belki Türkân Hocamın öğrencisi de olabilir. Kambaklar’ ın tabakhanesinde çalışıyordu, 5-6 sene önce kolunu makinaya kaptırdı ve kolu koptu, şu an çalışmıyor. İşte bu arkadaşımızın takma adı  bu oyun yüzünden “İSKELET” olarak kaldı. Her aklıma geldiğinde kendi kendime gülerim. Şimdi oyunu tarif edeyim;
  Oyun genelde 6-7 kişiyle oynanır. Herkes birbirine 8-10 adım mesafede, kolay kazılmaması bakımından tercihen sert bir toprak zeminde yaklaşık 1 metre çapında bir daire çizer ve her oyuncu elinde bir sopa ile bu dairenin içinde bekler. Bir oyuncu ebedir. Oyunda bir de çelik dediğimiz 15-20 cm. uzunluğunda sert ağaçtan dal parçası bulunur ve çelik Ebe dediğimiz oyuncudadır. Ebe, elindeki çeliği, vurma sırası kimdeyse o oyuncunun üzerine doğru fırlatır. Üzerine çelik gelen oyuncu var gücüyle sopasıyla çeliğe vurur. Çelik ne kadar uzağa giderse, ebe haricindekilerin yararınadır. Ancak, sopayla çeliği ıskalarsa Ebelik sırası ona geçer. Ebe, çeliği gittiği yerden getirinceye kadar geçen sürede, diğer oyuncular kendi dairelerini terkederek ebenin daire şeklindeki yerini, ellerindeki sopalarla var güçleriyle kazarlar. Bu arada Ebe, çeliği oyun yerine getirerek, kendi yerini terketmiş olan diğer oyuncuların dairesinin içine atmaya çalışır. Eğer çelik, dairesini terkeden oyuncu yerine dönmeden daire içirisine düşer ve orada kalırsa, Ebe olma sırası o oyuncuya geçer. Ebe eğer daireyi tutturamazsa, Ebelikten kurtuluncaya kadar yeri kazılmaya devam eder. Oyunda öne çıkan amaç, hızlı bir şekilde hedef daireye gidip, az zamanda çok çukur kazmaktır                                          

                                                                              Hüseyin Ekiz

                                                                              İstanbul