BEZCİ KOLEJİ KURUCUSU İRFAN BEZCİ’YE MEKTUBUMDUR
Yeni doğmuş gül pembesi bir bebek ne ifade eder bilmem düşündünüz mü?
Aaa ne kadar sevimli der, etrafında dört dönüp sevinç çığlıkları atarız. Alır bağrımıza basar dünyanın en güzel çiçeği deyip koklarız onu. Üstüne titreriz. Aman hasta olmasın, aman üşütmesin deyip sarıp sarmalarız şefkatli ellerle. Bu duygularla uçar kanatlanırız mutluluğun ak bulutlarına.
Bilmeyiz ki o ufacık şey büyüyüp de neler neler yapacaktır! Badi badi yürüyüşlerin ardından pamuk elleri kalem tutup yazacaktır ak kağıt üstüne satır satır . Daha sonraları ayakkabı dikecektir, dükkân açacaktır, subay olacaktır, başbakan olup da yönetecektir koskoca ülkeyi.
Yaaa, işte o küçücük gül pembesi bebek ne cevherler, ne beceriler, ne yetenekler saklar kendi hazinesinin labirentlerinde. Zamanlar geçer de anlarız BUĞÜNÜN KÜÇÜĞÜNÜN ASLINDA YARININ BÜYÜĞÜ OLACAĞINI.
Yazıma böyle başladım diye sanmayın size bebeklerden söz edeceğim. Ama 63 yaşına gelip de bir bebeğin ak kâğıtlar gibi pırıl pırıl beynine ne programlar yüklenip de o programlarla dünün bebeğinin bugün neler yaptığını BEZCİ KOLEJİNDE gördüm. Gördüm de imrendim, ruhumun derinliklerinde el çırptım, sevincimle en coşkulu halaylar çektim. Şu insan denilen varlık ne kadar yaratıcı! Ulaşılmaz gibi görünen hayallerin peşinden koşarak ne güzel eserler meydana getiriyor. Bunun için çalışıyor çalışıyor. Gidiyor, geliyor, uyumuyor, gezmiyor MEHLİKA SULTANA âşık yedi gençten biri olup çıkıveriyor karşımıza. Ama başarmış, ömrünü adadığı hayallerine kavuşmuş bir âşık olarak.
İrfan’ımız, bütün bu yorgunluklardan sonra herhâlde vuslatın çeşmesinde yorgunluğunu gidermiş de oturmuş şöyle bir bakmıştır kendi eseri olan okuluna . “Aferin, koştun, yoruldun, uyumadın; ama başardın” demiştir kendisine. Bize sorarsan, gönül rahatlığıyla: “Başardın, bak bu yazı sana ve senin gibi başarılı olanlara yazıldı” diyoruz .
Başarmışsın övünülecek kadar.
Başarmışsın imrenilecek kadar.
Başarmışsın örnek olacak kadar.
Ne mutlu ki akraban olmuşum, öğretmenin olmuşum, ne mutlu ki seninle bir zamanlar yüce ülkülerin peşinde koşmuşum.
Karacasu’yu bir üniversite kenti yapmak diye yüce bir ülkümüz vardı bir zamanlar seninle.
O zamanlar Karacasu Meslek Yüksekokulu Müdürünün de içinde olduğu ekibimiz sıfırdan yaratılan bir okulu daha da büyütebilmek için şimdiki Yüksekokulun bulunduğu alanı da içine alan bir imar adası oluşturmayı, bunun için bir imar planı tadilatının Belediyece yapılmasını düşünüyordu. Bu imar adasında sanki okullar kurulmuş gibi projeler geliştiriyor ve nihayetinde de Karacasu’da hemen 4 yıl içinde 3000 kişilik bir üniversiteli bulundurmayı kurguluyordu.
Bu cümleden olarak sana eski Tekel Deposu’nun Yüksek okula dönüştürülmesi için gerekli 250.000 liralık bir projeyi teklif ettiğimde sağ olasın beni kırmamıştın ve: ”Tamam Hüseyin ağabey yapalım demiştin.”
O bina için çok çalıştın ve binayı bitirip hiçbir karşılık beklemeden Yüksekokula teslim ettin. Karacasu’yu ve ülkeni ne kadar çok sevdiğini gösterdin.
Bunlardan başka neler neler olmayacaktı Karacasu’da. Ne güzel hayallerdi o hayaller. Ama tartışmak istemediğim için yazmadığım bazı sebeplerle bu güzel projeler unutuldu gitti. Karacasu’da açması düşünülen çiçekler daha toprağa düşmeden vizyonsuz insanların hoyrat elleriyle o zamanlar koparılıp uluorta sağa sola saçıldı.
O günler içinde bu güzel değişimi durdurmak için gayret edenler bir gün gelecek: “Biz Karacasu’ya bunu neden yaptık?” diye mutlaka vicdanlarına soracaklardır.
Sonra İsabeyli’ye bir kolej yapmayı kurguladın. Çok kısa zamanda orada yüzme havuzuyla, konferans salonuyla, dershaneleriyle çevrenin en güzel okulunu bir yaz mevsimi içinde yaptın. Okulun fiziki yapısının yanında öğretim kalitesinin geliştirilmesinde – mimar olduğun hâlde- büyük başarılar sağladın.
Hemen okulun kurulduğu yıl, sınavlarda Türkiye on beşinciliği, sonraki yılda da Türkiye üçüncülüğü gibi büyük başarılar elde ettin.
Ben işte o okulu, BEZCİ KOLEJİNİ dün bir daha gezdim. İmrendim. Karacasulu olduğum, sen de Karacasu’nun bir evladı olduğun için gurur duydum. Okul benimmiş gibi bir sevinç yaşadım. Sanki akzambaklar içinde uçar gibi sınıfları, salonları, havuzları gezdim.
Dünün bebeği, dünün ortaokullusu bak bugün neler yapmış diye düşündüm. Allah’ın insana verdiği en büyük hazinede ışıl ışıl duran pırlantaların; azim, çalışkanlık, beceri, yetenek …diye isimleri olduğunu bir daha yineledim. Hepimizde olabilecek olan bu hasletlerin zaman içinde iyi organize edilirse nelere gücü yeteceğini tekrar yaşadım. Senin okuluna bakarken okulun alnında, sınıflarında, sıralarında, tahtalarında hep dünün küçüğü bugünün büyüğü İrfan Bezci’mizi gördüm. Bana aferin demek düşer mi bilmem; ama haddimi bilerek AFERİN, AFERİN dedim.
Seni yakamozların pırıltısı içinde gördüm. Denizin her hareketinde başka renklerle başka güzellikler içindeydin.
Sağ ol. Işığın eksilmesin. Biliyorum sen yine binlerce kilometre yol gideceksin, onlarca gece uyumayacaksın; ama yeni yakamozlarda hep yeni ışıklar vereceksin. Ve hiçbir başarının tesadüf olmadığını kanıtlamaya devam edeceksin.