Mehmet Günday Ağabeyimiz,
Karacasu Çarşısı’ndan kimler geldi kimler geçti!
Mesela babam 92 yıllık yaşamının 76 yılını Karacasu Çarşısı’nda geçirdi. Ve onun gibi onlarca esnaf kendilerince iz bıraktılar o çarşının yaşlanmış sokaklarında.
Ancak içlerinden bazılarının ismi daha bilinir daha anılır. Kaç kuşak onları unutamaz. Ya elbiselerini ya ayakkabılarını dikmiştir o esnaflar. Yine mesela Katmerci Dede yıllarca anılır durulur. Çünkü onun katmerlerini sabahın güzel başlangıcında çayla beraber yiyenler o özel lezzeti hâlâ unutamamışlardır. Onlar börekçidirler, terzidirler, ayakkabıcıdırlar; ama diğer terzilerden, diğer ayakkabıcılardan farklıdırlar. Daha doğrusu zanaatkar değil sanatkardırlar. Daha farklı elbiseler dikerler, daha farklı ayakkabı yaparlar.
Kunduracı Niyazi(Yeniev), Duman Ali, Helvacı Hilmi(Akgün) isimleri hâlâ yaşar dillerimizde.
Son dönemde Karacasu Çarşısı’nın en özel isimlerinden biri de ayakkabı ustası Mehmet Günday ağabeyimiz idi. Yukarı Çarşı’da Alirıza Ceyhan dükkânının karşısında bir dükkânı vardı. Emekli olduğu için dükkânını kapatmıştı. Uzun boylu, zayıf yapılı hafif öne eğik vücuduyla kunduracı tezgâhının başında görürdünüz onu. Sadece işiyle uğraşır kasabanın güncel dedikodularına hiç mi ama hiç bulaşmazdı. Babam, fırsatını buldu mu hemen onun yanına gider kendi mesleğinin bir ustanın elinde ne kadar yakıştığını zevkle seyrederdi. Bense ne zaman yanına gitsem büyük bir dikkatle ürettiği ayakkabıdan başını pek az kaldırdığını görürdüm.
İnsanlara karşı her zaman dikkatliydi. Bana her zaman : “Hoş geldin Hüseyin Bey abim” diye seslenirdi. Bana beyliği yakıştırmıştı. Oysa bey olan zaten kendisiydi. Bey’lik ona yakışırdı. Gürültüsüz konuşurdu. Dükkânının her tarafı ,hani derler ya yalamış yıkamış diye, ta öyleydi. Her yer tertemiz idi. Aletleri, makinesi, malzemeleri kitap sıralanmış gibi hep yerli yerindeydi.
Karacasu’da üretilmiş köselelerden ayakkabılar dikerdi. Tamamen el işi ve orijinaldi ayakkabıları. Sayasından, köselesinden tutun da ağaç çivisine kadar her malzemenin en iyisini kullanırdı. En iyi malzemeler onun kuvvetli ellerinde usta parmaklarıyla bir sanat eseri gibi oluşurdu.
Kasabamızın alt kısmında olan evine pegeut marka motosikletiyle yine kimseyi rahatsız etmeden gelir giderdi.
Velhasıl Mehmet ağabeyimiz sanatkâr ruhunu durmadan besleyen zarif bir insandı.
O şimdilerde rahatsız ve evinde yatıyor. Geçenlerde onu ziyarete gittim. Babamın bu değerli akrabasının ve benim değerli ağabeyimin gönlünü hoş edeyim dedim. Yatağındaydı. Her zamanki gibi dikkatliydi. Maviş gözleri bütün canlılığıyla ve dikkatiyle hemen belli oluyordu. Biz gelmeden önce bize söyleyeceklerini yazmıştı.
Söyleştik onunla. Babamdan, eski dükkânlardan vesaireden.
Mehmet Ağabey, diktiğin ayakkabılardan hiç örnek yok mu, deyince sanki rahatsızlığı kalmayıverdi, gözleri bir başka aydınlandı. Yeni bir dünyanın ışıkları yandı. “Olmaz mı? Var, var.” diye başıyla işaret etti. Yerinden hemen kalkıp alıp gelmeye yüklendi. Biz “Otur, otur yengem alır gelir.” dedik.
Hanım teyzemiz alt kattan onun diktiği ayakkabılardan birkaçını getirdi. Bir kısmını torunları için dikmiş. Ne kadar güzeldiler. Her noktasında Mehmet ağabeyin elleri vardı. Göz nuru vardı. Kim bilir torunlarına bu ayakkabıları dikerken hangi duygularla dikmişti? Neler hayal etmişti?
Ayakkabılar sehpanın üstünde dururken Mehmet ağabey de bizi ve ayakkabıları seyrediyordu. Eserleriyle gurur duyabilirdi. Sadece ayakkabılarla mı?
Tabii ki değil! Düzenli, dikkatli yaşamıyla; saygın aile yuvasıyla ve Karacasu’ya büyük katkılar sunan evlatlarıyla da gurur duyabilirdi.
GÖK MUSTAN MEHMET ağabeyimiz sana babamın selamlarını ve sevgisini getirdim. Hiçbir zaman bitmeyecek saygımı ve takdirimi sunmak istedim. Her şeyin en iyisini seçen ve üreten anlayışının önünde saygıyla eğilmek istedim.
İnşallah sağlığına kavuşup aramızda olacaksın.
Sana tekrar geçmiş olsun.