1947’nin 30 Ağustos’unda Karacasu’da doğmuşum.
Ebe göbek adımı Zafer koymuş.
O gündür bu gündür, aradan 76 yıl geçmiş. Uzun bir zaman.
Dakikalar, saatler, günler, aylar, yıllar geçip gitmiş.
Evler, sokaklar, okullar; evlilikler, babalıklar, öğretmenlikler, emeklilikler deyip de geçivermiş o uzun yıllar.
Hiçbir zaman saatler durmayacak ve zamanın sessizliğinde tik tak, tik tak diye bize aldırmadan kendi fermanını bize duyuracak. Yarın, yaşım, 77 olacak. Ne kadar şaşırtıcı, yarın yaşım 77 olacak. Ne kadarsa, ömür denilen ölçü, oraya kadar devam edecek. Saatlerin tik taklarının durduğu bir zaman gelecek ve biz fark edemeyeceğiz, sonsuz bir sessizliğe dalacağız.
Biraz hüzünlü oldu galiba. Amma GERÇEK olan bu!
Kabul edebilmek rahatlatır insanı.
Bu gerçek, bütün insanlığın en derin hüznüdür. Bu hüznü ve bu hüznün ilacını Tolstoy İTİRAFLARIM isimli eserinde ne güzel anlatır.
Tasavvuf düşüncesi nasıl da olgunlaştırır insanı ölüm karşısında. Yunuslar, Mevlanalar, Shakepeareler, Goethe ler… bu insanlık öyküsünü anlatırlar. Daha niceleri…
Bense ömür denilen efsunlu içkinin bitişine hüzün duymak kadar doğuşuma şükrederim, SEVİNİRİM, İYİ Kİ DOĞMUŞUM, diye. Niye sevinmeyeyim ki?
Babamın kış geceleri beni yatağına, kucağına alışını, şefkatini, sıcaklığını yaşadım.
Telden araba yapışımı, sarı yaldızlı gazoz kapaklarını saklayışımı, okumayı öğrenince okumak için gazete parçalarını toplayışımı, kırmızı bisikletimin pedallarına basışımı, dükkân komşularımızı, Sülek Mehmet amcanının beni parmakla işaret edip çağırışını ve Yuva Yaylası’ndan getirdiği bal küpü sarı lop incirlerden bir tanesini bana verirken hissettiğim sevgisini, sokağımızı, Muhacir Hüseyin amcaya biriktirdiğim paralarla şezlonğ yaptırışımı, Emine Pişkin öğretmenimin beni çaktırmadan sevişini nasıl unuturum?
İYİ Kİ DOĞMUŞUM
Lise yıllarımda edebiyat öğretmenimiz İrfan Bey’i, Coğrafya öğretmenimiz Deli Mürşide’yi, matematik öğretmenimiz Mayk’ı hele hele çok düzgün Kom marka gömleği giydiği için bir ders boyu öğretmenimizin gömleğini seyretmekten ders dinleyemeyişimi, 4/A sınıfında 15 kadar Karacasulu öğrencilere kırmızı yanaklarından ötürü DOMATESLER diyen hocamızı nasıl unuturum?
İYİ Kİ DOĞMUŞUM
Yüksek okulda Yılmaz Boyunağa, Seyyid Ahmet Arvasi, Ahmet Miskioğlu gibi çok ünlü ve Türkiye çapında siyasal ağırlıkları olan bu hocalarımızın sınıfa siyaseti hiç ama hiç sokmayışlarını; örnek oluşlarını;
okulumuzun güzelliklerini, okulumuzda ilk defa duş, parke döşeme görüşümü; hafta sonları İstiklal Marşı söylendikten sonra yemekhaneye giderken dahi tekrar tekrar İstiklal Marşı mırıldanışımızı, Öğretmen Okulu Marşı’mızın ALNIMIZDA BİLGİLERDEN BİR ÇELENK NURA DOĞRU CAN ATAN TÜRK GENCİYİZ dizelerini; yazı derslerimizi, seminerlerimizi, SİZ ÖĞRETMEN OLACAKSINIZ ÖRNEK OLACAKSINIZ diyen öğretmenlerimizi, bir yazı tahtasını matbaa düzeniyle kullanan Muzaffer Karahisar öğretmenimizi, aydınlatılışımızı, kitap okuma ilgimizin sürekli beslenişini nasıl unuturum?
İYİ Kİ DOĞMUŞUM
Öğretmenliğime gelince:
Şarkîkaraağaç’ın karlı kış günlerinde 20 yaşında bir genç öğretmendim artık. Cumhuriyet’e bağlı, gelişmiş, dünyanın en iyisi olmuş Türkiye’yi hırsla özleyen binlerce öğretmen gibi olan ben.
Köylerden gelen fakir çocuklar. Hatta aç çocuklar. Ürkek, çelimsiz, bakımsız çocuklar.
Onlara umut olmaya ve onların hayallerini çoğaltmaya çalıştığımı; onları bağrıma basışımı, onlar için gayret edişimi; onların BUGÜN benimle sürdürdükleri diyaloğu, kullandıkları temiz ve dikkatli Türkçeyi, beyinlerinin güzelliğini nasıl unuturum?
İYİ Kİ DOĞMUŞUM
Karacasu Lisesi yıllarım bir onurdur benim için. Çok değerli, çok temiz öğrencilerin öğretmeni oldum. Karacasu Lisesi; saf, hilesiz, makamsız, rütbesiz, ödülsüz bir öğretmenlik yaptığımız yerdi. Bir ara nasıl olduysa müdür muavini yapmışlardı da “Altı ay yaparım, benim yerim sınıf” demiştim.
İnanmadılar herhalde! 18. ayda “Deli raporu alırım, idarecilik yapmam.” demiştim ve sınıfıma öğrencilerimize dönmüştüm.
Sınıfta her pazartesi- 1. ders- hafta sonunun ilginç olaylarını konuşurduk. Sınıfın en şık erkek öğrencisini sınıfça seçerdik. Onu kıyafetindeki titizlik SEBEBİYLE sembolik olarak alkışlardık.
Şarkıları, şiirleri söyleşirdik. Sevdiğimiz bir türkü, sanat müziği parçası varsa sınıfça, kimse duymasın deyip alçak sesle, hep beraber söylerdik. Öğretmen öğrenci hep beraber şarkılarla, türkülerle, şiirlerle kucaklaşır, haftaya öyle başlardık.
Daha dün o öğrencilerimden birini, Yalçın Diler’i karşıdan gördüm. Yalçın diye, seslendim. Döndü, beni gördü ve geldi bana sarıldı, ben de ona sarıldım. Yalçın’ı kucaklarken aklımda annesi ve babası Haydar abi de vardı. Onlara “Bakın oğlunuz nasıl da güzel, iyi bir insan oldu.” der gibi oldum. Heyecanlandım.
Öğrencilerimizin hepsi gökteki yıldızlar gibi ışıl ışıllar. Namuslu, çalışkan bir hayat yaşıyorlar. Nasıl sevinmeyeyim ki…?
İYİ Kİ DOĞMUŞUM
Karacasu Vakfının kuruluş çalışmaları, Yemezzâde Rüşdî çalışmaları, Yüksekokulun kuruluşuna doğrudan katılışım, oradaki 7 yıllık öğretmenliğim,www.uzumunkurusu.com sitesini kuruşum bu sitenin yüzbinlerce kez okunuşu, festival çalışmalarına katılışım, Karacasu kültür varlıklarını koruma yolunda bitip tükenmeyen çalışmalarım, yazdığım kitaplar, yazılışını teşvik ettiğim kitaplar, kitap yazabilmek için oluşturduğum kampanyalar, bu kampanyalara katılan değerli Karacasu evlatları… daha ne olsun ki…
İYİ Kİ DOĞMUŞUM
Bütün bunlardan daha ilginç olanı şu:
Tasavvufta , ahsen-i takvim üzerine yaratılan insanın insan olarak doğuşunun o seçkin ruha mükemmel olanların yüklenmesiyle olduğu anlatılır. Yani doğduğumuzda çok mükemmel ve fakat hiçbir programın yüklenmediği bir bilgisayar gibiyizdir.
Yani biz kendimizden nasıl bir Hüseyin, nasıl bir Ahmet, nasıl bir Hatice oluşturduk? Bilgisayarımıza hangi programları yükledik?
Zıtlıklar dünyasında hangi yolu seçtik? Hayat sazımızı nasıl akort ettik, onu nasıl çaldık?
Olmak veya olmamak, işte tam da buradadır.
Bu açıdan bakınca anama babama, öğretmenlerime, dostlarıma ve kitaplarıma ne kadar teşekkür etsem azdır. Hele hele kitaplarım: Okuduğum, satır satır sayfalarını çizdiğim, her sayfasına gözlerimi bıraktığım.
En güçlü fenerim onlar oldu. Aklım kadar nasiplendim. Olabildiğim kadar oldum. Hayatın başladığını bittiğini öğrendim. Aslında her şeyin bir HİÇ olduğunu da kavradım.
Şiirleri, türküleri, şarkıları, güzel ve ahlâklı insanları sevdim. Evrenin bütünlüğünü sezdim. FARK ETTİM.
Oldum mu ben de bilmiyorum. Çocuklarıma ve etrafıma :”Değişim devam ediyor. Öğrenme devam ediyor.”diyorum.
Platon’un mağarasından çıkın diyorum. Gözleriniz kamaşsın amma sonra gördüklerinizle çok hem de çok şaşıracaksınız, fark edeceksiniz diyorum.
Ben biraz fark ettim gibi geliyor bana. Bilginin evrenselliğini, elzemliğini ve estetiğin asla geride tutulmaması gerektiğini biraz fark ettim.
Ülkemdeki bireysel ve genel maddî ve sosyal değişimleri gördüm ve yaşadım.
Daha ne olsun ki!
İYİ Kİ DOĞMUŞUM
Bugün 77. yaşıma başladım. Eksiklerimi, bilgimi tamamlamak için, davranışlarımı daha iyi kılmak için öğrenmeye, değişmeye devam edeceğim.
Ne kadar şaşırtıcı bugün yaşım 77’den gün almaya başlayacak.
Ne kadarsa, ömür denilen ölçü oraya kadar devam edecek. Saatlerin tik taklarının durduğu bir zaman gelecek.
Olsun.
Anılar ve kalplere bırakılan izler, üretilen eserler yaşayacak ve yaşatacak.
Kahvederesi Yaylası,2023